Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

44
Jörg A. Zimmermann Kasım / November 2014 | Sayı / Ausgabe: 32 | berlinturk.com | twier.com/berlinturk | facebook.com/berlinturk Berlintürk Nachrichten Zeitschriſt / Berlintürk Haber Dergisi Duvar’ın yıkılışının 25. yılı Sağlıkta Senato’yu neler bekliyor? CDU göçmen seçmene yöneldi Berlin’de Müller dönemi eurogıda’da Aşure Günü Ab S. 33 in Deutsch O, hizmet için var

description

 

Transcript of Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

Page 1: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

Jörg A. Zimmer mann

Kasım / November 2014 | Sayı / Ausgabe: 32 | berlinturk.com | twitter.com/berlinturk | facebook.com/berlinturk

Berlintürk Nachrichten Zeitschrift / Berlintürk Haber Dergisi

Duvar’ın yıkılışının 25. yılı

Sağlıkta Senato’yu neler bekliyor?

CDU göçmen seçmene yöneldi

Berlin’de Müller dönemi

eurogıda’da Aşure Günü

Ab S. 33 in Deutsch

O, hizmet için var

Page 2: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

İÇİNDEKİLER

10 Eğitime “Melek” eli değdi

BERLİN HABER SAĞLIK

04

20 24

08

29

Duvar’ın yıkılışının 25. yılı

eurogıda’da Aşure Günü

Berlinli canlar Aşure Günü’nde bir oldu

CDU’dan göçmen atağı

Sağlıkta Senato’yu neler bekliyor?

PORTRE

11 3228

Jörg Zimmermann

S A Y F AS A Y F A S A Y F A

S A Y F AS A Y F A S A Y F A

S A Y F A

S A Y F A

S A Y F A

YEŞİLİN TÜKENİŞ ÖKÜSÜ - Rıza Baran

17

S A Y F A

07

S A Y F A

27

S A Y F A

Karalama Analizi - Dr. D. Deniz Nergiz

kostenlos / ücretsiz

Özoğuz: Almanya hiç olmadığı kadar çeşitli hale geldi

Berlin’den Azerbaycan’a bir köprü

SAĞLIK

BERLİN HABER

19S A Y F A

Berlin’de Müller dönemi

Kitap - Century üçlemesi

31S A Y F A

Boğaz ağrısında antibiyotik kullanılmalı mı?

SICAK SİYASET

S A Y F A

SICAK SİYASET BERLİN HABER

BERLİN HABER

Page 3: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

3

Sevim Ercan

On yedi milyon

Yüzde 20,5 e takabül eden bu oran „göç“ yoluyla Almanyalı olmuş kitle.

Bu rakam 2014 yılı itibariyle daha da artacak.

2015’de daha daha artacak.

2020’lere gelindiğinde...

Bu ülkenin yaklaşık yüzde 40’lık bir kesimi yabancı kökenli olacak.

Bunlardan belki de 20 milyonu, Almanya pasaportu taşıyacak.

Köprünün altından farklı derecelerde sular akacak.

Almanya siyasi , ekonomi ve medya alanında, etkin ve yaptırım gücü olan yabancı kökenli denilen insanların yurdu olacak.

Almanya- Türkiye ilişkilerinde çok daha şeffaf bir siyaset izlenecek.

Almanya, dahası Avrupa Türkçe bilmeyen muhabirler ve diplomatlar

Almanyalılaştırdıklarımızdan mısınız?

gözlüğünü atacak.

Almanya ve Türkiye her iki dili ve kültürü özümsemiş insanlar tarafından topluma aktarılacak.

Ülkeler arası anlaşmaların altında sözkonusu bu kişilerin imzası olacak.

İletişim belirli medya güçleri ekseninde seyretmeyecek.

Çağdaş bilgilenme, Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlileri de olumlu yönde etkileyecek.

Almanyalılaşacağız

Avrupalılaşacağız

Sizce, şimdilerde Almanya’nın ruh hali ne durumda?

İsterseniz, bu soruya yanıt için, Almanya’nın durağanlaşan ekonomisinde gezinelim.

2014 yılı Almanya ekonomisi üçüncü çeyrek gelişme oranı 0,1.

Aslında 0,0’a kıl payı uzaklıkta.

Almanya ekonomisi felç.

Fizik tedavisine, iğneye, ilaca, yoğun bakıma ihtiyacı var.

Alman ekonomisi, İşverenlerin, asgari ücret mecburiyeti ile daha da zorlanacağı bir ülke oldu.

Almanya’da atılgan bir ekonomik büyüme beklentisinde olmak yanlış. Yatırımcıların, orta ve küçük ölçek işletmelerin, teşvik ve desteği sıkıntılı bir süreçte.

Dünya metropolleri arasında önemli bir yere doğru tırmanan Berlin’de ise bu durum daha da içler acısı.

Özellikle ufak ölçek göçmen kökenli esnafa teşvik sancılı.

Kaldı ki kalifiye elamanın çamla çırayla arandığı bu kentte, alt katmanlardaki esnaf korunmalı.

Ki bu şehirde başarmışlara, varlık gösterenlere alkış tutuluyor. Küllerinden doğanlara, sıfırdan başlayanlara değil.

Gelelim, Dünya ekseninde önemli bir yer edinen Berlin siyasetine.

Klaus Wowereit koltuğunu 50 yaşındaki Micheal Müller’e teslim etti.

Yeni kabinede bir kaç değişiklik daha olacak.

Amma velakin, Berlin 2016’da seçimlere gidiyor.

Seçim kampanyası ile geçecek olan 2016 yılını geçin.

Geriye sadece 2015 yılı kalıyor.

Müller için bu tek yıl, Berlin Eyalet Kabinesinde huzurlu geçmeli.

Bunun için de gereken her türlü çabayı gösterecektir.

Berlin Eyalet Parlamentosunun önünde halletmesi gereken işler yığınla.

Kentin konut ve kira sorunu kronikleşti.

Buna rağmen, ufukta kalıcı çözüm gözükmüyor.

Yine de, 11 Aralık 2014 Michael Müller için dönüm noktası olacak.

Berlin Eyalet Parlamentosu seçimini yapacak.

Keza, Michael Müller, Berlin Hükümet eden Belediye Başkanlık koltuğuna oturacak.

Berlin Tempelhoflu Müller, Berlin’in çağdaş yüzü olabilecek mi?

Bekleyip göreceğiz.

Page 4: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

4

Almanya’da Berlin Duvarı’nın yıkılışının 25. yıl dönümü halk şenliğiyle kutlandı.

Berlin’de tarihi Brandenburg Kapısı’nın önün-de kutlanan şenliğe Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, Başbakan Angela Merkel, bakanlar, Av-rupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz, eski Sovyetler Birliği’nin lideri Mihail Gorba-çov, Polonyalı eski sendika lideri Lech Walesa, eski Macaristan Başbakanı Miklos Nemeth, davetliler ile yüz binlerce kişi katıldı.

Şenlikte tanınmış sanatçılar ve gruplar sah-ne aldı. Dev ekranlarla görüntülerin yansıtıl-dığı şenlikte Doğu’dan Batı Berlin’e geçerken hayatlarını kaybedenlerin resimleri de göste-rildi.

Berlin Duvarı’ın yıkılışının 25. yılı

Işık Duvarı (Lichtgrenze) adlı etkinlik kapsa-mında kenti 1961’den sonra 28 yıl boyunca iki-ye bölen Berlin Duvarı’nın geçtiği hattın 15 kilometrelik bölümüne helyum gazıyla şişiril-miş yaklaşık 8 bin balon kısa süreli aralıklar-la teker teker havaya bırakıldı. Böylece Berlin Duvarı’nın yıkılışı 25 yıl sonra yeniden temsi-li olarak canlandırıldı. Berlin’de cuma günü yerleştirilen balonların her beri farklı bir me-saj taşıyordu. Berlin Eyaleti Başbakanı Klaus Wowereit’ın Brandenburg Kapısı’nda havaya uçurduğu ilk balonun barış ve özgürlük mesa-jı taşıdığı bildirildi. Söz konusu hat üzerinde toplanan on binlerce kişi balonlar yükselirken sevinçlerini alkış tutarak gösterdi. Sahnede şef Daniel Barenboim’in yönetimindeki Devlet Orkestrası Ludwig van Beethoven’in 9. senfo-nisini çaldı.

Gorbaçov’a özel ilgiWowereit, balonların havaya uçurulmasın-dan önce Cumhurbaşkanı Gauck’u, Walesa’yı, Gorbaçov’u ve Nemeth’i sahneye çağırdı. Şenli-ğe katılanlar Gorbaçov’a sevgi gösterisinde bu-lundu ve “Gorbi, Gorbi” tezahüratı yaptı.

Berlin Duvarı’nın yaklaşık 30 yıl boyun-ca Almanya’nın ve Berlin’in bölünmüşlüğü-nün sembolü olduğuna işaret eden Wowere-it, tam 25 yıl önce ise burada bulunan Berlin Duvarı’nın üzerinde insanların dans ettiğini ve kucaklaştığını hatırlattı.

“Doğu Berlin’de, Doğu Almanya’da, Orta ve Doğu Avrupa’daki insanlar tarih yazdı” diyen Wowereit, bu insanlara barışçıl bir devrim

gerçekleştirdikleri için teşekkür ettiğini, kararlılık ve cesaretlerinden dolayı da ön-lerinde eğildiğini kaydetti.

Almanya’nın yakın tarihinin en mutlu gününde Doğu’dan Batı Berlin’e geçerken ölenleri de andıklarını belirten Wowere-it, ‘’Özgürlük ve demokrasi hediye değil-dir. Onlar için mücadele edilmesi ve ko-runması lazım” diye konuştu.

Daha sonra havai fişek gösterisi yapıldı.

Sosyal duvar kalkmış değilDuvarın yıkılışının 25. yılı kutlanadur-sun, doğu ve batıda yaşayan nüfus ara-sında eşitlik halen sağlanabilmiş değil.

İki Almanya’nın birleşmesinin ilk adımı olarak görülen Berlin Duvarı’nın yıkılma-sının ardından, komünist rejimden çıkan eski Doğu Almanya’yı kalkındırmak için Federal Almanya, büyük yatırımlar yaptı,

Berlin Duvarı’nın yıkılışından 10 ay son-ra Fransa, İngiltere, ABD, eski Sovyetler Birliği, Federal Almanya ve eski Doğu Al-manya arasında imzalanan sözleşmeyle iki Almanya’nın birleşmesinin yolu açıl-dı. İki Almanya da bu arada kendi ara-larında eski Doğu Almanya’nın Federal Almanya’ya katılmasını içeren anlaşma yaptı ve bu sözleşme 3 Ekim 1990 tarihin-de yürürlüğe girdi. Böylelikle 1989’un ya-zında başlayan ve 9 Kasım 1989 tarihinde duvarın yıkılışıyla üst noktaya gelen Al-man halkının özgürlük ve birleşme arzu-su tümüyle gerçekleşti.

Bu tarihten sonra çok fazla gelişmemiş olan ülkeye yeni katılan bölgelerin batı-daki eyaletler ile aynı düzeye gelmesi için maddi ve manevi olarak çaba sarf edil-di. Batı ve doğudaki hayat standartları-nın eşitlenmesi, hükümet ve devletin en önemli önceliği oldu.

Uzmanlar, Almanya’nın, ülkenin doğu-sundaki eyaletlerin kalkınması için bu-güne kadar yaklaşık 2 trilyon avro yatı-rım yaptığını ifade ediyor.

Berlin Hür Üniversitesi’nde Doğu Alman rejimi konusunda araştırma yapan Klaus Schröder, 1990-2014 yıllarında doğu eya-

letlere yapılan yaklaşık 2 trilyon avro yar-dımın yüzde 60 ila 65’inin sosyal alanlara harcandığını belirterek, bunun büyük bir bö-lümünün de emekli ücretlerine gittiğini be-lirtti.

Schröder, ancak yine de doğu eyaletlerde alt yapı yatırımı için kullanılacak yeterince kaynağın bulunduğunu kaydetti.

Farklılıklar devam ediyorDuvarın yıkılışından 25 yıl sonra insanların birçok alanda yaşam şartlarında olumlu ge-lişmeler sağladığı ancak tüm bu gelişmelere rağmen doğu eyaletlerde, özellikle ekonomik gücün ve maaşların eşitlenmesi ile istihdam

piyasasında, batıdaki eyaletlere göre his-sedilebilir farklılıkların devam ettiği ifade edildi.

Raporda, eski Doğu Almanya’nın Federal Almanya’ya katılımıyla serbest piyasa eko-nomisine geçişte sanayi alanında çok sayı-da kişinin işten çıkarıldığı, bunların daha sonra yeni açılan sanayi şirketlerinde veya hizmet sektöründe kısmen istihdam edildi-ğine işaret edildi.

Doğu eyaletlerin ekonomik rekabet edebilir-liğini artırmak için alt yapıya önemli yatı-rımlar yapıldığına dikkati çekilen raporda, şimdiye kadar yaklaşık bin 900 kilomet-re yolun yapılması veya tamir edilmesine 34 milyar avro ayrıldığı vurgulandı. Bunun yanı sıra demiryollarına ve turistleri çeke-bilmek için şehirlerin modernizasyonu ve konut yapımına önemli kaynaklar aktarıl-dı. Doğu eyaletlerinin ulaşım alanında batı eyaletlerini yakaladığına işaret ediliyor.

Yüzde 53 birleşmeden memnunAlman Birinci Televizyonu ARD’nin bün-yesinde bulunan MDR radyo ve televizyon kurumu tarafından yapılan ankete göre, Berlin Duvarı’nın yıkılışından 25 yıl son-ra ülkenin doğusunda yaşayanların yüzde 74’ü, iki Almanya’nın birleşmesinin kendi-leri için avantaj getirdiğini ifade ederken, batı eyaletlerde bu oran yüzde 48’de kalıyor. Ülke genelinde ise halkın yüzde 53’ü birleş-meyi olumlu buluyor.

Page 5: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014
Page 6: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

6

by Miri

ITS UniversalFehmarner Str. 2513353 Berlin

www.jivagoparfum.de

[email protected]

Mobil: 0172 58 69 708Telefon: 030 55 27 70 40Fax: 030 89 62 55 27

Page 7: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

Tercübeli bir ekip tarafından yürütülen geni kapsamlı bir tedavi veya psikiyatrik yardıma ihtiyacıınız varmı?

Zamanında kriz önleme ile hastanede yatarak tedavı görmenin önüne geçmekmi istiyorsunuz?

Görüşme saatleri:

O halde Psikiyatri Polikliniğimize başvurunuz.Doktorlar, psikologlar, uzman hemşiriler, sosyal hizmet uzmaları ve ergotherapistlerden oluşan ekibimiz sizler için göreve hazır.

Psychiatrische Universitätsklinik der Charité im St. Hedwig-KrankenhausPsychiatrische Institutsambulanz (Josefshaus, 5. Etage; mit Aufzug)Ärztliche Leitung: PD Dr. med. Meryam Schouler-OcakGroße Hamburger Straße 5–11, 10115 BerlinE-Mail: [email protected] Internet: www.alexianer-berlin-hedwigkliniken.de

/// Pazartesi: 10.00 – 18.00/// Salı: 08.00 – 19.00/// Carşamba: 10.00 – 14.30/// Perşembe: 08.00 – 19.00/// Cuma: 08.00 – 16.00

Tedavi kapsamımıza giren hastalıklar: şizofreni, duygudurum ve şizoafektif bozukluklar, ağır kişilik bozuklukları, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılıkları ile psikotraumalar. Göçmen kökenli hastaların tedavisi sunduğumuz tedaviler arasında önemli bir yer tutmaktadır.

Telefon: (030) 23 11 - 21 20

Anzeige PIA_2013_tuerkisch.indd 1 10.01.2014 10:42:09

YEŞİLİN TÜKENİŞ RÜYASIBu yazımı, tıpkı Sevim Ercan’ın yazısında olduğu gibi, giriş sayfa-nızda yayımlamanızın beklentisindeyim. Sevim hanımın ‘Yeşilin Tükeniş Türküsü’ başlıklı yazısı, Yeşiller Partisi’nin kuruluşunda ve gelişiminde emeği olan beni de rüyalara daldırdı. Yazıdaki rüyanın gerçek yaşantıyla ilgisi olmadığını belirtmek istiyorum. Yaklaşık 35 yıldır bu hareketin aktif olarak tam da içinde yer alan biri ola-rak yazıda yer alan belirlemelere değinmek istiyorum. Sevim Er-can, Yeşiller Partisi’nin mezarını daha da derin kazdığını iddia et-tiği yazısında Yeşiller Partisinin oy oranının yüzde 28’lerden 8’lere düşüşünün nedenlerini açıklamaya çalışıyor.

Asıl üzerinde durmak istediğim, Sevim hanımın bu eleştirilere ne-den gerek gördüğüdür. Örneğin, Sevim hanım partinin yakında öleceğini ilan ettiği yazısında bir gerekçe olarak Kobani’deki popü-list siyasetin de olduğunu öne sürüyor. Bunlar ciddi iddialardır. Yeşiller partisi kuruluşundan beri doğru bildiği eleştirileri seslen-dirmekten asla kaçınmadı. Eleştiri gerçekse buna sahip çıkmak he-pimize kazandırır.

Sevim hanım oy oranımızın %28’den 8’e düştüğünü hemen giriş cümlesine belirtmiş. 2009 yılında genel saçimlerde 10.7 olan oy ora-nı, 2013 yılında 8.4’e geriledi. Günümüzde yapılan kamuoyu yokla-malarında da oy oranının %10-12 arasında değişmektedir. Ağırlık-lı olarak çevresel problemleri merkezine almış bir partinin bu oy oranlarına sahip olması küçümsenmemesi gereken bir başarıdır ve oy oranının daha da artması hem Almanya hem de dünyanın geri kalanı için çok önemlidir.

Yazarın andığı % 28 rakamı ise kamuoyu yoklaması sonuçlarıdır, yani anket verileridir. Yeşiller Partisi hiçbir zaman %28’lik oy ala-rak meclise girmemiştir. Bu %28’lik mesele ise yine 11 Mart 2011 günü Japonya’daki nükleer santral kazasının ardından yapılan bir kamuoyu yoklaması sonucunu yansıtıyordu; çevresel endişe ve önerilerimizin toplum tarafından farkına varıldığı ve sahiplenildi-ğinin ifadesiydi.

Eğer Yeşiller Partisi ölmek üzereyse Sevim hanım partimizi ziya-ret edip endişelerini belirtmeliydi. Bir partinin programının içinin boşaldığını iddia ediyorsanız bunu kanıtlamak zorundasınız. Yazı

içerisinde bir partinin eşbaşkanı olan Cem Özdemir’i küstah diye nitelemesini de doğru bulmuyorum.

Yeşiller Partisinin demokrasi, insan hakları, kadın hareketi, azın-lık sorunları, kamu reformları vs hakkında Almanya’ya düşün-dürttüklerini ve kazandırdıklarını kim yadsıyabilir? Ekonomi ile ekoloji arasındaki ilişkiyi saptayan ve en açık haliyle göz önüne se-renler partilerden biridir. Almanya’ya demokrasi anlayışını taban-dan tavana doğru yerleştirmeye çalışan bir partidir. Eksik ve olanı yansıtmayan bilgilerle yazı yazmak yerine partimizi ziyaret ederek ya da görüşme talep ederek bilgi edinebilirdi, sorularına yanıt bula-bilirdi. En azından bana ulaşılabilirdi ve hala da ulaşabilir.

Sevim hanım sanıyorum yeni Türkiyecilerin kafasıyla Almanya’yı eleştirmeyi denemiş. Yeşiller partisini eleştirmek için Almanya’ya Almanya’dan bakması gerekiyordu. Yeşiller Partisinin meclise ver-diği önerilere isteyen herkes online ulaşabilir. Yeşiller Partisi’ni ça-ğın gerisinde kalmış olarak nitelenmesini ve bunun için partiyle il-gisi olmayan eleştiriler sıralamasını da yadırgadım.

Sevim hanımın başlattığı bu öfkeli düşüncelerin nedenleri konu-sunda elbette söylenecek çok şey var. Yukarıda kısaca değindiğim yazarın Kobani açıklaması tartışılmalıdır. Eğer dergide olanak sağ-lanırsa bu tartışmayı memnuniyetle devam ettiririm. Amacımız yerinde, samimi, saygılı eleştirilerle geleceğimize yön vermektir. Nedeni belli olmayan ya da nedenleri konusunda daha farklı bilin-çaltı problemlerini barındırdığını düşündürten eleştirilerin de kar-şısında durmak gerekmektedir.

Sevim hanım emin olsun ki; eğer Yeşiller Partisi ölürse arkasından ağlayanı çok olacaktır ve bu ağıt sadece anılarla ilgili değil daha çok geleceğin kaybıyla ilgili olacaktır. Almanca bir atasözü ile yazı-ma son veriyorum: Totgesagte leben länger!

Rıza Baran

Page 8: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

8

Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU), göçmenlere yönelik açılım politikası kapsamında faaliyetler yapıyor. Bu doğrultuda göçmenlerin de parti içinde görev almaları için, başta partinin Genel Sekreteri Peter Tauber ve milletvekilleri bir dizi programlar gerçekleştiriyor. Bu kapsamda Konrad Adenauer Evi’nde göçmenlere yönelik “Çeşitliliğin Fırsatları” konulu konferans düzenlendi. Toplantıya CDU Genel Sek-reteri Tauber, partinin çeşitli kademelerinde yer alan göçmen kökenliler ve üyeler katıldı.

Konferansta konuşan Almanya Başbakanı ve CDU Genel Başkanı Merkel, göçün getirdiği fırsatların daha iyi kullanılması çağrısında bu-lundu.

Değişimin getirdiği olanakların kullanılması gerektiğini ifade eden Merkel, 1989 yılında duvarın yıkılmasından önce Berlin’de Bilimler Akademisi’nde çalıştığını, daha sonra siyasete girdiğini hatırlatarak, hayatın inanılmaz olanaklar sunduğunu kaydetti.

Ülkesinin, birleşme sürecini başarıyla gerçekleştirdiği için takdir edildiğini belirten Merkel, “Aynı şekilde iyi bir uyum ülkesi olma po-tansiyeline ve olanaklarına sahibiz” dedi.

Almanya’ya sonradan gelenlerin rahat etmesi gerektiğini vurgulayan Merkel, göçmenlere yönelik bazı davranışlarda hemen kötü niyet aranmamasını istedi ve bazı davranışların bilgisizlikten kaynaklanabileceğini belirtti.

CDU’nun geçmişinde Hristiyanlık anlayışının bulunduğunu, ancak inanmayanların da bu partide siyaset yaptıklarını söyleyen Merkel, CDU’da birlik, hak, özgürlük, dayanışma ve adaletin ortak değerler olduğunu ifade ederek “Herkes fırsat eşitliğine sahip olmalıdır” diye konuştu.

“Saldırılara karşı ortak değerleri savunmamız lazım. Bu hepimizin görevi” diyen Merkel, bundan dolayı Müslümanların birkaç hafta önce dinin istismar edilmesine karşı yaptıkları eylemleri önemli bir sinyal olarak değerlendirdi.

Terörist gruplardan dolayı insanların, İslam’ın yanlış tarafta olup olmadığını sorma tehlikesinin bulunduğunu ifade eden Merkel, “Sizin bunun böyle olmadığını söylemenize müteşekkirim” şeklinde konuştu.

CDU da artık geleceği göçmenlerde görüyorAlmanya’daki göçmen kökenli nüfusun yoğunluğu, ülkenin siyasi yapısını da değiştirmeye de-vam ediyor. Farklı kimliklerin siyasete katılımı konusunda son adım, muhafazakârlığıyla bili-nen CDU’dan geldi.

“İslam Almanya’nın bir parçasıdır”Her tarafta dini kötüye kullanmanın olduğuna dikkati çeken Merkel, “Cumhur-başkanı Wulf’un söylediği gibi; artık İslam’ın, Almanya’da bize de ait olması-nın, sizin için önemli bir sinyal olduğuna inanıyorum” diyerek, sözlerini söy-le sürdürdü:

‘’Aynı zamanda sizin de, Yahudiler’e, kiliselere ve camilere saldırıların ortak temel değerlere saldırı olduğunu düşündüğünüzü biliyorum. Birlikte her tür-lü hoşgörüsüzlüğe karşı çıkmamız lazım. Bunları uluslararası düzeyde savun-mamız gerekir. Bundan dolayı her yerde insan hakları için çaba göstermemiz lazım.”

Merkel, göçmenlerle aynı aile görüşünü paylaştıklarını belirterek, ailede herke-sin herkes için sorumluluk aldığını ve ailenin güven verdiğini ifade etti. Ülkeye gelen mültecilere de insanca ve anayasaya uygun bir şekilde davranılmasını is-teyen Başbakan Merkel, mültecilere yardım edenlere de teşekkür etti.

Page 9: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

9

Cemile Giosouf: “Merkel çok zeki bir kadın”CDU Milletvekili Cemile Giosouf da konuşmasında, göçmenlerin Almanya’yı geliştirmek istediklerini belirtti.

CDU’nun Almanya’da “hoş geldin” kültürünün oluşması için önem-li katkılarda bulunduğunu ifade eden Giosouf, Başbakan Merkel’in uyumu merkezi konu olarak görerek Başbakanlık’ta ilk kez Uyum Bakanlığını oluşturduğuna ve CDU’nun ilk kez Türk kökenli bir ba-kan atadığına işarete etti.

Ülkede gerçekten fırsat eşitliğinin sağlanması gerektiğini ifade eden Giosouf, eğitimin velilerin gelir düzeyine bağlı olmaması ve herkesin yüksek okul mezunu olma imkanına sahip olması gerek-tiğini kaydetti.

Berlintürk mikrofonlarına özel açıklamalarda bulunan genç mil-letvekili, CDU’nun Almanya’da parti olarak göçmenlere yönelik en çok adım atan parti olduğunu, ancak toplumdaki algının bunun tam tersi yönünde olduğunu dile getirdi. Yapılan bu organizasyon-la, partinin kapılarının herkese açık olduğunu sembolik olarak da gösterme imkanı bulduklarının altını çizen Giosouf, Almanya’daki diğer partiler gibi CDU’nun da yaşlandığını ve bu nedenle daha çok gence, kadına ve bugüne kadar siyasetten uzak kalmış göçmen kö-kenlilere ihtiyaç duyduğunu sözlerine ekledi.

Cemile Giosouf, Angela Merkel’in bugüne kadar, özellikle İslam’ın Almanya’daki rolü hakkında verdiği mesajlar ve mesafeli tutumu hakkındaki soru üzerine şu ifadeleri kullandı;

“Angela Merkel çok zeki bir kadın. Göçmen kökenlilere göre bugüne kadar uyguladığı politikalar da bu durumu kanıtlıyor. Ayrıca, Sayın Merkel’in sürekli tekrarladığı bir konu da, kendisinin Doğu Alman-yalı olmasıdır. Bir Doğu Alman olarak bugün geldiği konumu örnek olarak vere Merkel, Almanya’da bazı engellerle karşılaşan göçmen kökenlilere yılmamaları ve bu sorunlar hakkında birlikte mücade-le etme tavsiyesinde bulunuyor.”

Angela Merkel’in herkesi partiye davet etmesinin çok önemli oldu-ğunun altını çizen Giosouf, sadece CDU’nun değil, aynı zamanda yeni bir döneme girdiğini ve Türkler ve Müslümanlar da dahil ol-mak üzere, göçmen kökenlilerin bu yeni dönemde çok önemli bir role sahip olacaklarını ifade etti.

“20 yıl önce bugünleri hayal bile edemezdik”Kuzey Ren Vestfalya Bölgesi’nde CDU çatısı altında aktif olarak siya-si hayatını sürdüren işadamı Bülent Arslan ise, yirmi yıl için gör-dükleri değişimin kendisini çok mutlu ettiğini ifade etti. Partiye ilk girdiği yıllarda, CDU’da göçmen kökenli insanların yok denecek ka-dar az olduğunu belirten Arslan, aradan geçen kısa zamanın ardın-dan, başkent Berlin’de, CDU’nun genel merkezinde, Başbakan’ın da bizzat katılımı ile göçmen kökenlilere yönelik böyle bir organizas-yonun yapılmasını hem partisi hem de Almanya’da yaşayan göç-menler ve göçmen kökenliler için büyük bir başarı olarak tanım-lıyor.

Bugüne kadar yaptıkları çalışmalarla, CDU’ya pek çok üye kazan-dırdıklarını ifade eden Bülent Arslan, Berlintürk’e yaptığı açıkla-malarda şu ifadeleri kullandı;

“Bugün gelinen nokta hakikaten büyük bir başarıdır ama bunun devam etmesi lazım. Eyalet meclislerinde, parti meclislerinde çok daha fazla insana ihtiyacımız var. Bu da, partilere üye olmakla baş-lıyor.

Özellikle, muhafazakâr insanlarımız için CDU’da geniş bir siyaset alanı var, bu yüzden de kendilerini davet ediyoruz ama başka par-tilere gitmek isteyenleri de destekliyoruz. Çünkü bizim için önemli olan katılımın artmasıdır.”

Toplantıya CDU Genel Sekreteri Tauber, partinin çeşitli kademele-rinde yer alan göçmen kökenliler ve üyeler katıldı Toplantıya CDU Genel Sekreteri Tauber, partinin çeşitli kademelerinde yer alan göç-men kökenliler ve üyeler katıldı.

Bülent Arslan (CDU)

Cemile Giousouf Aygül Özkan

Page 10: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

10

Eğitime “Melek” eli değdiStiftung: Bildung! Eğitim! tarafından gerçekleştirilen Kom-MENT: Kompetenzentwicklung durch Mentoring projesinin tanıtım toplantısı 16 Ekim 2014 tarihinde Berlin’de düzenlendi. Toplantı, Şahinler Holding’in sahibi ve aynı zamanda derne-ğin başkanı olan Kemal Şahin’in yanı sıra, Almanya’nın Fede-ral Göç, Uyum ve Mültecilerden Sorumlu Devlet Bakanı Aydan Özoğuz ve Türkiye Cumhuriyeti Almanya Büyükelçisi H. Avni Karslıoğlu’nun katılımıyla Beuth-Hochschule für Technik’te gerçekleştirildi.

Dernek başkanı Kemal Şahin yaptığı açılış konuşmasında, 2014 yılı Ekim ayının orta-sına kadar geçen sürede, “Melek” adı ver-dikleri eğitim gönüllülerinin Kuzey Ren-Vestfalya bölgesindeki 60 okulda 1200 öğrenciye ulaştıklarını dile getirdi. Bugüne kadar ulaşılan gençlerin, eğitimlerini daha ileri seviyelere taşıma konusunda motive edilmeye çalışıldığını belirten Şahin, Kuzey Ren-Vestfalya bölgesindeki çalışmalarının ardından, projeyi Berlin’e taşımayı hedefle-diklerini dile getirdi. Çocukların başka dil-leri konuşup farklı kültürleri tanıdıklarını anlatan Şahin, bu çocukların büyük potan-siyel ve aynı zamanda bir zenginlik olaca-ğını kaydetti. Öğrencilere hayatlarında yar-dımcı olmak istediğini belirten Şahin, bu bağlamda şirketler ve üniversitelerle çalış-ma yaptıklarını söyledi.

KomMENT projesinde bugüne kadar yapı-lan çalışmalar için Kemal Şahin’e teşekkür ederek sözlerine başlayan Almanya Göç, Mülteciler ve Uyumdan Sorumlu Devlet Ba-kanı Aydan Özoğuz, ülkede özellikle okul-larda, üniversitelerde ve iş piyasasında ay-rımcılık olduğunu belirterek, bunun ciddiye alınması gerektiğini söyledi.

Özoğuz, ülkede doğan her üç çocuğun göç-men kökenli olduğuna işaret ederek, ‘’Biz bir göç toplumuyuz. Bizim toplum üzün süre göçün ne olduğunu anlamadı’’ dedi.

Uzun bir zaman öğrencilerin değişik dere-celere göre okullarda ayrıştırıldığını hatır-latan Özoğuz, bu eğitim sisteminin revize edildiğini kaydetti.

Ailenin eğitim sisteminin yapısını bilme-diğini, bu boşluğun kapatılması gerektiğini vurgulayan Özoğuz, bunun da Stiftung Bil-dung Eğitim Vakfı tarafından düzenlenen ‘’KomMent’’ gibi değişik rehberlik projele-riyle yapıldığını kaydetti.

Özoğuz, çocukların başarılı olması için olumlu örnek insanlara her alanda ihti-yaç duyulduğunu ifade ederek, birçok göç-men futbolcunun yer aldığı Alman Milli Takımı’nın bir örnek olduğunu belirtti.

Çocukların spor gibi boş zamanı değerlen-direcek derneklerde faaliyet göstermelerini isteyen Özoğuz, bu tür faaliyetlere katılan-ların daha başarılı olduklarının görüldüğü-nü ve bu kişilerin belki de birbirine yardım ettiklerinden dolayı bu başarıyı yakaladık-larını kaydetti.

’’Yabancı gençler isimlerinden do-layı mülakata çağrılmıyor’’Özoğuz, birbirine yardım ederek çok şeyin yapılabileceğini söyledi.

Uyum alanında her şeyin iyi olmadığı, bunu uzmanlar tarafından yapılan rapo-run ortaya koyduğuna işaret eden Özoğuz, raporun birçok olumlu konuların yanında belirli grupların ayrımcılık tecrübesine sa-hip olduklarını saptadığını kaydetti.

‘’Ayrımcılık özellikle okullarda, üniversite-lerde ve iş piyasasında oluyor. Bunu ciddi-ye almak lazım’’ ifadesini kullanan Özoğuz, raporda bir iş yeri için müracaatta bulu-nan göçmen gençlerin isimlerinden dola-yı mülakata çağrılmadığının örnek verildi-ğini bildirdi.

Özoğuz, sadece kişinin isminin birisinin davet edilip edilmemesi için yeterli olma-ması gerektiğini belirtti.

Yılda bir kez düzenlenen ve Başbakanlık’ta yapılacak Uyum Zirvesi’nin bu seneki ana konusunun meslek eğitimi olduğunu anla-tan Özoğuz, meslek eğitimi alan gençlerin sayısını artırmayı hedeflediklerini söyledi.

Özoğuz, birçok velinin meslek eğitimini kü-çümsediğini, oysa bunun önemli olduğunu kaydetti.

Bakan Özoğuz’dan sonra söz alan Büyükel-çi Karslıoğlu da, Stiftung: Bildung! Eğitim! ve Kemal Şahin’e teşekkür etti. özellikle iki dilli anaokullarının açılmasını memnuni-yetle karşıladıklarını belirten Karslıoğlu, bu sayede ileride daha başarılı ve donanım-lı bireylerin ortaya çıkmasını umduğunu söyledi.

Açılış toplantısı kapsamında, T.C. Ber-lin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen, geç-miş dönemde dış işleri müsteşarlığı gö-revini yürüten Dr. Wolf-Ruthart Born ve Fachhochschule Münster’den Prof. Dr. Ala-din El-Mafaalani’nin katıldığı ve Alman-ya’daki göçmen kökenli gençlerin mo-tivasyonunun nasıl arttırılabileceğinin konuşulduğu bir tartışma düzenlendi.

KomMENT projesi, ortaöğretime devam eden göçmen kökenli gençlerin motivasyonlarını arttırarak, onların ileri seviye eğitim almala-rını amaçlıyor. “Eğitim yoluyla entegrasyon” mottosuyla yola çıkılan projede, gençler “Angel” (Melek) ismi verilen ve aldıkları eğitim sa-yesinde toplum içerisinde belirli bir başarıyı yakalamış rol modellerle bir araya geliyor. Özellikle, 8. ve 9. sınıfa giden ve hayatıyla ilgili önemli kararlar verme arifesinde olan gençleri hedef alan projede, gençlerin yüksek eğitim ya da meslek eğitimi konusunda gerçekçi he-defler belirleyerek birer meslek sahibi olmaları amaçlanıyor.

Kemal Şahin

Page 11: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

Bugüne kadar her gün mütemadiyen daha fazlasına ulaşmaya çalışmasaydım, şim-di bulunduğum yerde olamazdım”

“Jörg A. Zimmermann

Page 12: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

Berlintürk - Sie waren Arzt in der Un-fall-, Wiederherstellungs- und Brand-verletztenchirurgie. Wenn Sie zurück blicken, was hat Sie an diesem Bereich am meisten fasziniert?

Dr. Jörg Zimmermann - Als Medizinstu-dent wollte ich Kardiologe werden, weil mich die Zusammenhänge im Inneren des menschlichen Körpers interessier-ten. Am Ende meines Studiums wurde mir aber klar, dass ich in der Inneren Me-dizin Krankheiten nur behandeln, aber nicht heilen kann. Deswegen hat mich die Unfall- und Wiederherstellungschi-rurgie fasziniert. Nach einem schweren Unfall oder einer Brandverletzung ist eine vollständige Heilung leider nie erreichbar - aber man kann als Arzt sehr viel dazu beitragen, dass die negativen Folgen des Unfalls so gering wie möglich sind.

BT - Und allgemeiner: Wieso sind Sie Mediziner geworden? Gibt es einen Aus-löser/ ein Motiv oder eine Begebenheit, die Sie zu diesem Entschluß gebracht hat?

J.Z. - Ich habe im Beruf des Mediziners viele Aspekte gesehen, die ich in dieser Kombination in keinem anderen Bereich

finden konnte: eine hohe intellektuel-le Herausforderung, die komplexen, da-bei aber logischen Zusammenhänge, die Notwendigkeit einer absoluten Präzisi-on. Aber auch Dinge wie Verantwortung und Hilfe für andere, etwas tun zu kön-nen, was - im positiven Sinne - eine Wir-kung hinterlässt.

BT - Wenn Sie zurück in Ihre Kindheit blicken, sehen Sie dann schon eine Ver-bindung zu den Themen „Pflege und Ge-sundheit“? Wo sind Sie aufgewachsen?

J.Z. - Ich bin in Freiburg aufgewach-sen, einer eher kleinen Großstadt mit rund 200.000 Einwohnern im Südwesten Deutschlands, nahe der Grenze zu Frank-reich und der Schweiz. Mein Vater war Rechtsanwalt, meine Mutter Dolmetsche-rin, mein Bruder ist Investment Banker. Die einzige “Prägung” in Richtung Medi-zin waren die Erzählungen meines Va-ters über meinen Großvater, einem Allge-meinarzt am Bodensee, der leider lange vor meiner Geburt verstorben war. Mit dem Thema Pflege hatte ich in meiner Kindheit und Jugend keinerlei Berüh-rungspunkte, zumal meine Großeltern und Eltern vor ihrem Tod nie pflegebe-

dürftig wurden.

BT - Warum sind sie selbständig gewor-den und haben sich der häuslichen Pfle-ge gewidmet?

J.Z. - Ich bin ein analytisch-konzeptio-nell-kreativ denkender Mensch. Damit kommt man im System der “klassischen” Karriere als Arzt an gewisse Grenzen. Es war deswegen fast unvermeidbar, dass ich vor mittlerweile rund 15 Jahren den Entschluss fasste, den alten Beruf zu ver-lassen und mich selbständig zu machen. Zu diesem Zeitpunkt hatte ich zwar schon viele Jahre als Klinikarzt gearbeitet, aber die Aussicht auf ein Leben als Unterneh-mer erschien mir attraktiver. Ich habe diesen Entschluss auch nie bereut.

Ich habe in den Jahren vor der PflegeBox schon andere Unternehmen im Gesund-heitsmarkt gegründet. Die häusliche Pfle-ge, der Pflegemarkt im Allgemeinen, ist aber derzeit sicher einer der attraktivsten Märkte. Ich habe einige andere Bereiche innerhalb des Gesundheitsmarktes an-geschaut, aber keinen gefunden, bei dem man noch so viel bewegen und Gutes tun kann.

Berlintürk – Siz aslında kaza sonrası ve yanık cerrahisi alanında uzmanlaşmış bir doktorsunuz. Sizi bu uzmanlık ala-nına iten nokta neydi?

Jörg Zimmermann – Tıp fakültesinde öğrenciyken, sürekli kardiyoloji alanın-da uzmanlaşmak isterdim. Çünkü, insan vücudu içerisindeki bağlantılar, benim her zaman ilgimi çekmiştir. Ama eğiti-mimin sonuna geldiğim farkettim ki, iç hastalıkları alanında karşılaştığım has-talıkları belli bir oranda tedavi edebiliyo-rum ama hiçbir zaman bu hastalıkların izlerini yüzde yüz silemiyorum. Örneğin, ciddi bir kaza ya da ciltte bir yanık sonra-sı, kaza öncesine yüzde yüz dönüş bugüne kadar sağlanamadı. Buna karşın, siz bir doktor olarak insanların hayatındaki bu acı olayların olumsuz izlerini çok büyük oranda yok edebilirsiniz.

BT – Peki, bunun da öncesine gider-sek, tıp doktoru olmaya ne zaman ka-rar verdiniz? Bu fikrinizi tetikleyen özel bir olay var mıydı?

J.Z. - Bana göre, tıp alanında görüp de, başka mesleklerde bulamayacağınız bazı özellikler var. Bir yanda, çözümleri için yüksek bir bilgi birikimi gerektiren bir

karmaşıklıkla mücadele ederken, diğer yanda çok büyük bir dikkat ve hassasiyet taşıyor olmanız gerekiyor. Ama tabi, bu-nun yanında sorumluluk almak ve baş-kalarına yardım ediyor olmanın da sağla-dığı olumlu etkileri de göz ardı edemeyiz.

BT – Nerede büyüdünüz? “Sağlık ve yar-dım” konuları gençliğinizin de bir par-çasıydı?

J.Z. - Ben, Almanya’nın en Güneydo-ğu’sunda, hemen İsviçre ve Fransa sını-rında, yaklaşık 200 bin nüfusuyla küçük sayılabilecek bir şehir olan Freiburg’da büyüdüm. Babam hukukçuydu, annem ise çevirmenlik yapıyordu. Şu anda ya-tırım bankacılığı alanında çalışan bir de erkek kardeşim var.

Benim tıbba ilgimi sağlayan yegâne şey ise, babamın dedemle ilgili anlattığı hi-kayelerdi. Konstanz Gölü kıyısında aile hekimliği yapan dedem, maalesef, ben doğmadan uzun bir süre önce hayata göz-lerini yummuş.

Açıkçası, bu hikayelerin dışında çocuklu-ğumda yardım ve sağlık konuları çok faz-la yer tutmadı. Özellikle, büyükanne ve büyükbabalarımın ölene kadar herhan-

gi bir şekilde yardıma muhtaç olmama-sından ötürü, bu konunun bizim evin bir parçası olduğu söylemem zor.

BT – Ticarete girme fikrine nasıl ulaştı-nız?

J.Z. - Analitik, kavramsal ve yaratıcı dü-şünmeye çalışan bir insanım. Tıp ala-nında bir doktorun “klasik” kariyer seçe-nekleri sizi belirli sınırlar içinde tutuyor. Bu sebeple, bundan yaklaşık 15 sene ka-dar önce, eski işimi bırakıp yeni bir ala-na girmek, benim için kaçınılmaz bir ka-rardı. Tabi, ben bu kararı aldıktan sonra bir süre daha doktorluk yapmaya devam ettim, ama ticaret hayatı benim için her geçen gün daha cazip bir hal aldı. Bugün baktığımda, bu kararımdan hiçbir zaman pişmanlık duymadığımı söyleyebilirim.

Pflegebox’u kurmadan önce, sağlık sek-töründe kurduğum başka şirketlerim de oldu; ancak günümüzde “evde hasta ba-kım” piyasasının çok geniş imkanlar sunduğu bir gerçek. Sağlık ve bakım sek-töründeki başka alanları bu dönemde in-celedim, ancak bu alanların size o kadar geniş bir hareket alanı sunmadığını far-kettim.

Page 13: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

13

Page 14: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

14

BT - Wie haben sie die „Pflegebox“ entdeckt?

J.Z. - Ich war vor vielen Jahren Aufsichtsrat eines börsennotierten Medizintechnikunter-nehmens. Wir wollten mit unseren Produkten in den Pflegemarkt; also habe ich mir diesen Markt erst einmal genau angeschaut. Dabei fand ich im Gesetz eine Regelung, dass Men-schen mit Pflegestufe einen Anspruch auf Pfle-gehilfsmittel haben. Mir wurde schnell klar, dass die meisten Pflegebedürftigen nichts von diesem Anspruch wussten, geschweige denn ihn nutzen. Also habe ich mir gesagt: Man muss den Menschen einen Komplettservice anbieten, bei dem sie sich praktisch um nichts mehr kümmern müssen. So ist die Idee der PflegeBox entstanden.

BT - Welche Bedeutung hat die „Pflegebox“ für Sie?

J.Z. - Die PflegeBox ist mein “unternehme-risches Baby”. Sie ist das Wichtigste, was ich nach meiner Zeit als Arzt getan habe. Vielleicht wird die PflegeBox zu meinem Lebenswerk werden, ich würde mir das sehr wünschen.

BT - Wie würden Sie die Situation in der häuslichen Pflege in Berlin beschreiben?

J.Z. - Der sicher wichtigste Unterschied zwi-

schen Berlin und anderen Großstädten in Deutschland ist die Tatsache, dass hier deut-lich mehr pflegebedürftige Menschen mit Mi-grationshintergrund leben. Das ist für alle, die im Pflegemarkt arbeiten, eine große Heraus-forderung. Es geht darum, diesen Menschen den Zugang zu unserem Sozialsystem der Pfle-geversicherung zu erleichtern. Das hat mit sprachlichen und kulturellen Barrieren zu tun, die wir überwinden müssen.

BT - Was könnte man in Berlin – und insge-samt in Deutschland- in der Kranken- und Altenpflege verbessern?

J.Z. -Es gäbe hier so viele Punkte, dass ich sie nicht alle aufzählen kann: die Neudefinition des Pflegebedürftigkeitsbegriffes, mehr indivi-duelle Wahlmöglichkeiten der Pflegebedürfti-gen bei den Leistungen der Pflegeversicherung, eine Pflegeberatung, die sich viel stärker an den tatsächlichen Notwendigkeiten des Ein-zelnen orientiert. Mir ist klar, dass das alles Geld kostet, was letztlich die Gesellschaft tra-gen muss. Ich denke aber, dass wir uns alle da-rauf einstellen müssen, in Zukunft mehr für die Versorgung im Alter und in der Pflegebe-dürftigkeit bezahlen zu müssen. Hier sollten

wir auch darüber diskutieren, ob der Pflicht-beitrag jedes Einzelnen für die Pflegeversiche-rung ausreicht oder ob wir eine zusätzliche, steuerfinanzierte Lösung brauchen. Warum schenken wir Steuerzahler den Familien ein Elterngeld, wenn sie Kinder bekommen - und tun nicht das Gleiche, wenn sie einen Angehö-rigen pflegen?

BT - Was ist Ihre Vision für die „Pflegebox“ (Ideen, Entwicklung, Innovationen)?

J.Z. - Ich will mit der PflegeBox, aber auch mit weiteren Hilfsangeboten, zu einem der wich-tigsten Ansprechpartner für Pflegehaushalte in Deutschland werden.

BT - Wo sehen Sie sich persönlich in 5 Jah-ren?

J.Z. - An der Spitze eines wirtschaftlich erfolg-reichen Unternehmens, das etwas für die Ge-sellschaft, für die Kunden und für die Mitar-beiter bewegt hat.

BT - Sind sie zufrieden, mit dem was sie bis jetzt geleistet haben?

J.Z. -Ja. Ich wäre aber kein guter Unterneh-mer, wenn ich nicht jeden Tag versuchen wür-de, noch mehr zu erreichen.

Page 15: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

BT - “Pflegebox”u kurma fikri nasıl oluş-tu?

J.Z. - Yıllar önce, medikal teknolojiler geliş-tiren bir şirketin danışma kurulu üyesiy-dim. Orada, bazı ürünlerimizi hasta bakım sektörüne sunmak istiyorduk, bu neden-le ben de piyasayı yakından inceleme fır-satı buldum. Bu sırada, bakıma ihtiyaç du-yulan kişilen, bu bakımı almaya hakkı olduğuna dair bir yasa olduğunu keşfettim. Kısa zaman içinde, bu yasayı kullanmak bir yana, pek çok hastanın böyle bir yasa-nın varlığından haberi olmadığını farket-tim. Bunun üzerine, kendime kendime dü-şünürken şöyle bir sonuca vardım; öyle bir ürün ve hizmet sunmalıyım ki, bu bakım-dan faydalanmak isteyen insanlar, başka hiç bir konuyla ilgilenmek zorunda kalma-sın ve ihtiyaçları olan hizmete, hiç bir uğra-şa girmeden sahip olabilsinler. Bunun üze-rine, bugün görmüş olduğunuz “Pflegebox” fikri doğmuş oldu.

BT - “Pflegebox” sizin için ne ifade ediyor?

J.Z. - Pflegebox benim ticaret hayatımdaki çocuğum gibi. Doktorluk hayatımdak yap-tığım en önemli şey diyebilirim. Belki de, Pflegebox benim hayatımın işi olacak ki,

bunun olmasını çok isterim.

BT – Berlin’deki evde bakım sistemini na-sıl buluyorsunuz?

J.Z. - Berlin ile Almanya’nın diğer önemli şehirlerini ayıran en önemli özellik, burada çok sayıda göçmen kökenli insanın yaşıyor olması. Bu durum, hasta bakım sektöründe hizmet veren herkes için büyük bir zorluk. Bu insanların, bizim hasta bakım sigortası sistemimize girmelerinin kolaylaştırılması gerekiyor. Bunu yapmak için de, dil ve kül-türel sorunlarının aşılması gerekiyor.

BT – Hasta ve yaşlı bakımının geliştiril-mesi için Berlin ve Almanya’da neler ya-pılması gerekiyor?

J.Z. - Bu konuda sayamayacağım kadar çok noktanın düzenlenmesi gerekiyor: “ba-kım” konseptinin tanımı yeniden yapılma-lı, uzun süreli bakımlarda bireysel taleplere daha fazla karşılık sağlanmalı, bireylerin gerçek ihtiyaçlarını daha iyi anlamaları için onlara bakım danışmanlığı sağlanma-lı. Bu masrafların toplum içinde bölüştürül-mesi fikrine katılıyorum. Ama öte yandan, yaşlılık ve bakıma muhtaç olma durumla-rında çok daha büyük maddi yüklerle kar-

şılaşacağımızı herkesin anlaması gereki-yor. Bu noktada tartışmamız gereken esas konu, her birey gerçekten kendi sigorta masrafını karşılıyor mu, yoksa bu sorunu yeni bir vergilendirme formülüyle mi çöz-meliyiz? Neden çocuk sahibi olan ailelere “Aile Yardımı” verirken, çocuk bakımı üs-telenen ailelere bu yardımı sağlamıyoruz?

BT – Pflegebox ile ilgili vizyonunuz nedir?

J.Z. - Pflegebox ve bunun yanında çıkardığı-mız pek çok ürün ve sağladığımız hizmetler sayesinde, Almanya’nın evde bakım konu-sunda en önemli ve en çok aranan ismi ol-mak istiyorum.

BT – Peki, kendinizi beş sene sonra nerede görüyorsunuz?

J.Z. - Beş sene sonra kendimi, topluma, müşterilerine ve çalışanlarına etki etmiş, ekonomik olarak güçlü bir şirketin tepesin-de görüyorum.

BT – Son olarak, bugüne kadar yapmış ol-duklarınız sizi tatmin etti mi?

J.Z. - Evet. Ama bugüne kadar her gün sü-rekli daha fazlasına ulaşmaya çalışmasay-dım, bugün bulunduğum yerde olamazdım.

Page 16: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

16

Page 17: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

17

Berlin’den Azerbaycan’a bir köprü

Avrupa ile Azerbaycan arasındaki bağları kuvvetlendirmek maksadıyla bun-dan 3 sene önce kurulmuş Azerbaycan Öğrenci Ağı, sadece Azeriler için de-ğil, Azerbaycan’a ilgi duyan bütün öğrencilerin bir araya gelebilecekleri ge-niş bir ağ. Yılda ortalama otuza yakın etkinlik düzenleyen ve pek çok projeye imza atan örgüt, aynı zamanda kendi projelerini hayata geçirmek için iste-yen gençler için de uygun bir platform.

Derneğin genel başkanlığı görevini yürüten İbrahim Ahmadov, Berlintürk için yaptığı değerlendirmede, dernek olarak geride kalan üç yıl içerisinde çok önemli işlere ve projelere imza attıklarını belirtti. Kapılarının Azerbay-can ve Avrupa arasındaki bağı kuvvetlendirmek isteyen herkese açık oldu-ğunu belirten Ahmadov, bugüne kadar kendilerine bu bağlamda gelmiş olan pek çok projeye ev sahipliği yaptıklarını ve maddi destek sunduklarını belir-tirken, aynı zamanda bu sayede, üyelerinin yaratıcı fikirlerinin de somut bi-rer projeye dönüşmesine yardımcı olduklarını söyledi.

Türkiye’den sonra, en fazla Azerbaycanlı öğrencinin Almanya’da bulunduğunu belirten Ahmadov ve bu nedenle Öğrenci Ağı’nın başlan-gıç noktası olarak Berlin’i seçtiklerini söyledi. İbrahim Ahmadov, Berlin’deki şubelerinin yanı sıra 2013 yılında, Çek Cumhuriyeti’nin baş-kenti Prag’da da bir şube açtıklarını ve Avrupa’nın başka şehirlerinde de şubeler açmayı düşündüklerini ve bu konuda çalışmalara baş-ladıklarını vurguladı.

Örgütün genel sekreterlik görevini yürüten Elshan Atayaroğlu İsmayilov ise, yurt dışında okuma isteyen Azeri öğrencilerin, Azerbay-can devleti tarafından desteklendiğini, bu sebeple de Azerbaycanlı çok sayıda gencin yüksek öğrenimlerini yurt dışında sürdürdüğü-

nü dile getirdi. Azerbaycan Öğrenci Ağı’nın Türkiye’den gelen öğrenciler için de önemli bir platform olduğunu belirten ge-nel sekreter, “Almanya’da çok fazla Türk yaşıyor. Bu nedenle, Azerbaycan’dan Almanya’ya gelen öğrenciler ilk başta bura-da yaşayan Türklerle iletişim kurarlar. Yani, buradaki Türk-ler, Azerbaycan’dan gelenler için de bir köprü görevi görmek-tedir” dedi.

Türkiye ve Azerbaycan arasındaki yakın ilişkilerin, başka ül-kelerden olan insanları kıskandıracak ölçüde yakın ve güç-lü olduğunu belirten Elshan Atayaroğlu İsmayilov, Türk öğ-renci dernekleri ile de ortak çalışmalar yaptıklarını belirtti ve önümüzdeki dönemde bu işbirliğini arttırmak istedikle-rini söyledi.

Merkez ofisi Berlin’deki Friedrichstrasse’de bulunan Azerbay-can Öğrenci Ağı’nda, haftanın dört gün boyunca öğrencilere danışmanlık hizmeti de sunuluyor.

Elshan Atayaroğlu İsmayilov

İbrahim Ahmadov

Azerbaycan Öğrenci Ağı (Azerbaijan Student Net-work) kuruluşunın 3. senesini Berlin’de düzenlenen bir etkinlikle kutladı.

Page 18: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

18

Page 19: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

19

Berlin Aralık ayında büyük bir değişim yaşamaya hazırlanıyor. Şehrin Hükümet eden Belediye Başkanı Klaus Wowereit’ın 26 Ağustos’ta yaptığı 11 Aralık’ta görevi bırakacağını açıklamasının ardından, gözler Sosyal Demokrat Parti’ye (SPD) çevrilmiş ve yeni başkanın kim ola-cağı merak konusu olmuştu. SPD kulislerinde iki aya yakın süreyle devam eden hareketlilik, Ekim ayı içerisinde yerini yeni bir telaşa bı-raktı. Zira, 29 Ağustos’ta başkanlık için adaylığını açıklayan Berlin Şehir ve Çevre Bakanı Michael, partisi tarafından bu görev için lâyık görülen isim oldu.

18 Ekim’de SPD içinde yaklaşık 11 bin parti üyesinin katıldığı seçimde, yüzde 59.1 gibi yüksek bir oy oranına ulaşan Müller, bu sonucu hem mutluluk hem de şaşkınlıkla karşıladığını dile getirdi. Müller’in rakiplerinden Berlin SPD Başkanı Jan Stöss oyların yüzde 20.8’ini alırken, SPD Meclis Grubu Başkanı Raed Saleh ise yüzde 18.6’lık bir oranla üçüncü oldu.

Müller’in 11 Aralık’ta Berlin Eyalet Meclisi’nde görevi devralabilmesi için, Hristiyan Demokrat Parti’nin (CDU) desteğine ihtiyacı var. An-cak bu konuda herhangi bir problem çıkması beklenmiyor. Zira, SPD’nin Berlin’deki koalisyon ortağı CDU’nun Berlin Şefi ve aynı zaman-da Wowereit döneminde İçişleri Senatörlüğü görevini yürüten Frank Henkel daha önce yaptığı açıklamada, seçime gerek duymadıklarını ve yeni bir başkan seçerek SPD ile koalisyonu devam ettirmek istediklerini açıklamıştı. 13 sene yürüttüğü başkanlık görevini bırakan Kla-us Wowereit için, “O’nu hep Berlin’i bir dünya metropolü yapan isim olarak, iyi bir şekilde anacağız” ifadelerini kullanan Henkel, yine de Berlin yönetiminde bazı kökten değişiklikler yapılması gerektiği inancında. Bu vesileyle, Michael Müller hükümetinin, Wowereit döne-minden farklı olması gerektiğinin altını çizen CDU’lu siyasetçi, özellikle güvenlik konusunda bütçe ve personel artışı konusunda somut adımlar atılması gerektiğinin altını çizdi.

Berlin’de Müller dönemi başlıyor

Başta kendi partisi SPD içinde olmak üzere, güçlü bir desteği arkasına almış görünen Michael Müller için ofisi devraldıktan sonra yine de stresli günlerin geleceği beklentisi yüksek. Öncelikli olarak, Berlin Almanya içerisinde en fakirliğin en yüksek olduğu şehirlerin başında geliyor. Wowereit, Berlin’in içinde bulunduğu durumu “fakir ama seksi” şeklinde nitelemiş ve bu açıklama uzun zaman boyunca şehrin sloganı gibi algılanmıştı. Müller de, adaylığını açıklamasının ardından, şehirdeki ekonomik durumun düzeltilmesinin öncelikli planları arasında yer aldığını ifade etti. Bu hedefin kısa süreli projelerle gerçekleştirilemeyeceğini belirten Müller, Senato olarak meslek eğitimle-rine verdikleri desteği arttırmayı ve kamusal alanda yeni iş imkanları yaratmayı amaçladıklarını belirtti.

Wowereit hükümetinde Şehir ve Çevre Bakanlığı görevini yürüten Michael Müller’in, özellikle yeni havaalanı, merkez otobüs terminali (ZOB) ve kongre merkezi (Berlin Messe ICC) ile ilgili inşaat planları ilgili eleştirilere göğüs germesi gerekiyor. Berlin’in yeniden düzenlen-mesi ve önemli inşaatların bir türlü sonuçlandırılamaması konularında halihazırda eleştiri oklarının hedefi halinde olan Berlinli siya-setçinin, bu konularda atacağı somut adımlar da, şimdiden merak konusu olmuş durumda. Berlin’in bir diğer kemikleşen sorunu olan ev konusunda da konuşan Müller, şehrin çok yüksek rakamlarda yeni evlere ihtiyaç duyduğunu ve bu konuda gerekli adımların atılaca-ğının altını çizdi. Devlet destekli konutların, özel finanse evlerden daha pahalı olduğuna da değinen müstakbel başkan, bunun kabul edi-lemez bir durum olduğunu ve üst limit belirleme yönünde çalışmaları olacağını da ifade etti.

Eski başkan Wowereit ile selefi Müller arasındaki bazı ciddi farklar da, hem Berlin’in geleceği, hem de Berlinlilerin karşılaşacağı yönetim anlayışı açısından bazı soru işaretleri doğuruyor. Wowereit döneminin en çok eleştiri alan konularından olan, şehrin özel sektör eliyle yeniden inşası ve bazı kamu şirketlerinin özelleştirilmesi konusunda iki siyasetçi arasında büyük fikir farkları olduğu biliniyor. Berliner Zeitung gazetesine verdiği röportajında, Wowereit ile başta özelleştirme olmak üzere, finansal pek çok konuda fikir ayrılıkları yaşadığı-nı itiraf eden Michael Müller, yeni dönemde devlet destekli işletmelerin Berlin’de daha aktif bir rol alacağını belirtiyor. “Berlin’in yeniden inşası tek başına özel sektöre bırakılamayacak kadar önemli bir konu” ifadelerini kullanan Müller’e göre, mevcut devam eden sistemi bir anda değiştirmek mümkün değil ama bazı adımlar atılabilir.

Finans konusunda, geçmiş dönem hakkında eleştirilerde bulunan Michael Müller, Klaus Wowereit’ın ardından istifasını açıklayan Berlin Finans Senatörü Ulrich Nußbaum’un yerine kimi getireceği ise henüz bilinmiyor. Bu anlamda, Müller ve yeni Finans Senatörü’nün üze-rinde durmaları gereken en önemli konuların başında, Berlin’in 60 Milyar Avro’ya yaklaşan borcu olduğu da bir gerçek.

Genel itibariyle bakıldığında, 2001 yılında seçim öncesi yaptığı devrimsel “Ben bir eşcinselim ve bu iyi bir şey” açıklamasıyla göreve başla-yan ve görevde bulunduğu 13 sene boyunca sürekli ezber bozucu tavır ve açıklamalarıyla sık sık gündemde kalmayı başaran Wowereit’in yerini, siyasete sendikal faaliyetler başlayan ve başta çevre politikaları olmak üzere, pek çok konudaki sivri tutumlarıyla ön plana çıkan Michael Müller’e bırakacak olması Berlin’in geleceğini ciddi boyutlarda etkileyecektir. Bu etkinin nasıl sonuçlar doğuracağı ise, bugünler-de başkentte yaşayan milyonların kafasını kurcalayan temel sorulardan biri olarak görünüyor.

Page 20: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

20

Berlin’de etnik ekonominin önemli temsilcilerinden eurogıda’nın önde ge-len isimler, düzenlenen Aşure Günü etkinliğinde bir araya geldi. eurogıda ekibini bir araya getiren etkinlik renkli görüntülere sahne olurken, yapılan aşurelerin büyük kısmı dağıtılmak üzere paketlendi.

Aşure Günü nedir?Aşure (Aşura) Arapça 10 anlamına gelen “Aşara” kelimesinden türemiştir. Sözcük, benzer kullanılış şekilleriyle pek çok Sami dilin içinde geçmekte-dir. Muharrem Ayı’nın onuncu gününe gelen Aşure Günü ise içerisinde çok farklı anlamlar barındırıyor.

eurogıda’da Aşure Günü

Page 21: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

21

Âdem’in işlediği günâhtan sonra tövbesinin kabul edilmesi, İdris’in diri olarak göğe yüksel-tilmesi, Nuh’un gemisinin tufandan kurtulması, İbrahim’in ateşte yanmaması, Yakup’un oğlu Yusuf’a kavuşması, Eyyub’un hastalıklarının iyileşmesi, Musa’nın Kızıldeniz’den geçip İsrailoğulları’nı firavun’dan kurtarması, Yunus’un balığın karnından çıkması, İsa’nın doğu-mu ve ölümden kurtarılıp göğe yükseltilmesi gibi pek çok olayın Aşure Günü’nde bu günde gerçekleştiği düşünülmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in de Aşure Günü’nde oruç tutulması-nı öğütlediği ve bugün oruç tutmanın çok kıymetli olduğunu söylemesi de, Hadis kitapların-da sıkça yer almaktadır.

Muharrem ayının 10’u, Hz. Hüseyin ve beraberindeki 72 kişinin Hicri 61 senesinde Kerbelâ’da katledilmesinin yıl dönümüdür. Bu nedenle, Alevi inancına göre On İki İmamlar’ın acıları-nı anmak ve Hz. Hüseyin’in katledilişi sebebiyle on iki gün boyunca tutuan mâtem orucunun sonunda, Muharrem ayının 10’unda aşure yapılmakta ve dağıtılmaktadır.

Page 22: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

22

Berlin’de Cumhuriyet Bayramı coşkusuCumhuriyet’in ilanının 91. yıl dönümü sebebiyle Türkiye Büyükelçiliği ve Berlin Başonsoloslu-ğu tarafından düzenlenen kutlamalar renkli görüntülere sahne oldu. Büyükelçilik konutunda gerçekleştirilen törene, Hristiyan Demok-rat Parti (CDU) milletvekili Cemile Yusuf, pek çok ülkenin Berlin’de-ki temsilciliklerinden misyon şefleri, iş ve sanat dünyasının tanın-mış isimlerinin yanı sıra, Türk ve Alman davetliler katıldı.

Resepsiyonda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gönderdi-ği özel kutlama mesajı hem Türkçe hem Almanca olarak okundu. Erdoğan’ın mesajında şu ifadeler yer aldı;

“Görev yapmakta olduğunuz bu dost ülkede bulunan tüm vatan-daşlarımızın Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyor; Cumhuriyetimi-zin kuruluşunun 91’inci yıl dönümünün ülkemiz, milletimiz, tüm dost ve kardeş ülkeler için hayırlar getirmesini Allah’tan niyaz edi-yorum. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 91. yıl heyecanını bizlerle paylaşan dost ve kardeş ülkelerin temsilcilerine, onların nezdinde tüm dost ve kardeş halklara, temsilcilik çalışanlarımıza da bu an-lamlı günümüzde barış ve dayanışma mesajlarımızı iletiyor, mil-letimizin en kalbi selamlarını gönderiyorum.

Türkiye Cumhuriyeti, dünyada barışı, dayanışmayı, adalet ve re-fahı savunan; her ülkenin iç işlerine ve toprak bütünlüğüne say-gı gösteren, uluslararası hukuku, evrensel insani değerleri, insan hak ve özgürlüklerini her şeyin üzerinde tutan bir dış politika an-layışına sahiptir. 91 yıl boyunca hassasiyetle muhafaza ettiğimiz ve savunduğumuz bu değerler, bugün ve bundan sonra da Türkiye dış politikasının sarsılmaz temel ilkeleri olacaktır.Türkiye, her mese-lede adaletin, hakkaniyetin ve barışın yanında yer almayı, maz-lum ve mağdurlar için cesaretle hakkı savunmayı sürdürecektir.

Türkiye, istikrarla büyüyen ekonomisi, standartları yükselen de-mokrasisi, kararlı Avrupa Birliği Süreci, G-20 üyeliği, uluslararası platformlardaki etkin tutumuyla, bölgesel ve küresel barış için tec-rübesini insanlık adına seferber etmekten de kaçınmayacaktır. Bu düşüncelerle, orada yaşayan tüm vatandaşlarımızın, tüm kardeş-lerimizin, akrabalarımızın Cumhuriyet Bayramlarını tekrar tebrik ediyorum. Bu anlamlı günde, heyecanımıza ve coşkumuza ortak olan dost ve kardeş ülkelere, onların halklarına ve temsilcilerine, ülkem ve milletim adına şükranlarımı sunuyor; selam ve sevgile-

rimi yolluyorum.”

Türkiye’nin Almanya Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu, yaptı-ğı konuşmada Atatürk ve silah arkadaşlarına minnetlerini sunar-ken, cumhuriyetin çok zor koşullarda kurulduğunun altını çizdi. Cumhuriyetin 91. yılını, pek çok farklı ülke temsilcisinin katılımıy-la kutlamaktan ötürü duyduğu memnuniyeti dile getiren Karslıoğ-lu, bu önemli günde kendilerini yalnız bırakmadıkları için, diğer büyükelçilere ve ülke temsilcilerine teşekkürlerini sundu.

Başkonsolosluk’un kutlamasıCumhuriyet’in ilanının 91. yılı münasebetiyle bir diğer kutlama da Türkiye’nin Berlin Başkonsolosluğu tarafından düzenlendi. Berlin Belediye Merkezi’nde (Rotes Rathaus) düzenlenen resepsiyon, geniş bir katılıma sahne oldu.

Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen ve eşi Birgit Şen’in ev sahi-bi olduğu kabule Berlin Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu ve eşi Gamze Karslıoğlu ile Türk kökenli milletvekilleri, eyalet milletve-killeri, konsolosluk çalışanları, Alman davetliler, iş adamları, sivil toplum örgütü temsilcileri katıldı.

Resepsiyon, Atatürk ve silah arkadaşları için gerçekleştirilen saygı duruşu ile başlarken, saygı duruşunun ardından İstiklal Marşı’nın okunması esnasında Başkonsolos Ahmet Başar Şen’in eşi Birgit Şen’in marşa piyanoyla eşlik etmesi renkli görüntülerin oluşma-sına sebep oldu.

Mesajın okunmasının ardından konuşan Başkonsolos Ahmet Ba-şar Şen Atatürk ve silah arkadaşlarının Cumhuriyeti kurarken ver-dikleri mücadeleye atıfta bulunarak, dünyanın 16. büyük ekonomi-si olan Türkiye’nin bugünlere gelmesinde yurt içinde olduğu kadar yurt dışında yaşayan vatandaşların da büyük katkısı olduğunu ifa-de etti.

Başar Şen Almanya’da yaşayan genç Türklerin başarılı olması için çok iyi Almanca öğrenmeleri gerektiğine işaret ederek Türk sivil toplum kuruluşlarının gençlere sahip çıkmasını istedi.

Deniz Can Beyaz

Hüseyin Avni Karslıoğlu

Page 23: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

23

Page 24: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

24

Berlin Cemevi Yönetim Kurulu Başkanı Halit Büyükgöl, Berlintürk mikrofonlarına yaptığı açıklamalarda, Aleviler olarak Kerbelâ’da şehit edilen Hz. Hüseyin ve beraberindekilerin yanı sıra, 12 İmamlar’ın yası için tuttukları orucun ardından, Aşurelerini tüm Berlinlilerle pay-laştıklarını dile getirdi.

Hem beraber oruç açtıkları günlerde, hem de aşure dağıtılması sırasında Berlin’deki Cemevi’nin çok büyük bir kalabalığı ağırladığını dile getiren Büyükgöl, burada Cemevi binasının bu talebi karşılamakta zorlandığını belirtti. Karşılaştıkları yoğun ilgiden dolayı cemaat tem-silcileri olarak büyük mutluluk duyduklarını söyleyen Halit Büyükgöl, öte yandan karşılaştıkları bu durumun kendileri için bir uyarı ol-duğunu vurguladı ve bu konuyla ilgili bazı girişimlerde bulunacaklarını söyledi.

Berlinli canlar Aşure Günü’nde bir oldu

Page 25: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

25

Oruç süresince 12 gün boyunca bin ilâ bin 500 arası misafirle birlikte oruç açtıklarını söyleyen Büyükgöl, bu 12 gün boyunca verilen ye-meklerin masraflarını karşılayan ve yemeklerin yapılmasında emekleri geçen tüm gönüllülere teşekkür etti.

Hizmetlerinden ötürü, Cemevi’nin daha önceki yönetimlerine de teşekkürlerini ileten Halit Büyükgöl, bundan sonraki süreçte Berlin Cemevi’ni zamanın koşullarına daha uygun hale getirmek için çalışacaklarını, bunun için de tüm üyeleri işin içine katmayı planladık-larını söyledi.

Page 26: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

OYUN

26

Sunset Overdrive

Forza Horizon 2Forza Horizon 2, hem Xbox 360 hem de Xbox One için piyasaya sürüldü. Daha önceleri, bir simülasyon olarak başyapıt olarak değerlen-dirilebilecekken, eğlenceye, hıza ve adrenaline önemin verildiği bir arcade özelliği olmayan Forza, Horizon 2 ile birlikte beyaz bir say-fa açmış gibi görünüyor. Zira, bu oyunda çılgın yarışseverlerle tozu dumana katmanız mümkün.

Horizon 2, yine de Forza’nın en temel yapı taşı olan gerçekçilikten tamamen uzaklaşmış değil. Sürüş dinamikleri gerçeğe yakın olarak korunmuş. Ama oyunun esas amacının eğlence ve adrenalin oldu-ğunu da ilk bakışta farkedebilirsiniz. Forza Horizon 2’nin bir diğer önemli özelliği de yarış oyunları için büyük denebilecek bir harita ve yüzlerce farklı yarış seçeneği olması. Basit yarışlarla başladığınız oyunda, zamanda içinde büyük turnuvalara geçiyor ve hızın heyeca-nını daha derin yaşama şansına sahipsiniz.

Oyun, hız ve oyun tutkunları için toplamda 200’ün üzerinde araç kullanma imkanı sunuyor. Ancak bu araçlar içersinde Porsche’nin olmaması gerçekten büyük bir hayalkırıklığı. Araçların modifikas-yon özellikleri ise, hem modifiye hastaları için detaylı bir şekilde su-nulurken, çok uğraşmak istemeyenler için de otomatik şelilde ayar-lanmış.

Gelelim oyunun grafik özelliklerine. Bu noktada, altı çizilmesi ge-reken önemli bir konu, Forza Horizon 2’nin XBox 360 ve XBox One modellerinin farklı firmalar tarafından piyasaya sürülmüş olması. İçeriği, hikayesi ve hatta konsepti bile aynı olan iki sürümün arasın-daki en temel fark görüntü kalitesinde ortaya çıkıyor. Şunu iddialı bir şekilde söylemek mümkün ki, oyunu XBox One ortamında 1080p çözünürlük ve 30FPS ekran hızında oynayan bir oyuncunun, yeni-den XBox 360’a dönmesi oldukça zor görünüyor. Bu görüntü özellik-lerinin, muhteşem araç sesleriyle süslendiğini söyleyebiliriz, ancak oyundaki radyolar yerine kendi müziğinizi açmanız tavsiye olunur.

Genel anlamda bakacak olursak, Forza Horizon 2 kusursuz bir oyun diyemeyiz. Oyunda yer yer fizik kurallarının dışına çıkan saçmalık-lar olmuyor değil. Ama şurası bir gerçek ki, XBoxOne sahibi ve yarışı tutkunu ise, bu oyunu mutlaka denemeniz gerekiyor.

Bugüne kadar bildiğiniz bütün kıyamet senaryolarını bir kenara bırakın Resistance, Spyro the Dragon ve Rachet and Clark gibi birbirinden başarı-lı işlere imza atan Insomniac Games, bugüne kadar stüdyolarında geliş-tirdiği hemen hemen bütün olumlu özellikleri toplamış, renkli ve parıltılı çizgi karakterle süslemiş ve insanın içini kıpır kıpır yapan seslerle birleş-tirerek Sunset Overdrive’ı yaratmış.

Oyun 2027 yılında, distopyan bir dünyada bulunan Sunset City şehrin-de geçiyor. Oyuna başladığınızda, Overcharge Delirium XT isimli yeni bir enerji içeceğini piyasaya çıkartan ve bu ürünün tanıtımı için devasa bir parti veren FizzCo şirketinin çalışasınız. Ancak, piyasaya çıkan enerji içe-ceğiyle ilgili bazı şeyler ters gidiyor ve bir anda kendinizi OD adı verilen mutantlarla çevrelenmiş olarak buluyorsunuz.

Oyundaki karakterinizin ten rengini, cinsiyetini, yüz, saç şekillerini ve vücut yapısını seçme şeklini seçme şansına sahipsiniz. Oyundaki amaç-larınızdan bir tanesi de, Sunset City’de sizin gibi mutantlaşmamış karak-terleri bulmak ve onlarla ittifaklar kurmak. Zira, şehir karantina altına ve giriş çıkışlar tamamen yasaklanmış durumda. Tabi, hayatta kalmak için çabalarken, pek çok akrobatik hareket yapmak, size verilen görevle-ri takip etmek ve mutantlarla savaşınızda ihtiyacınız olan yeni silahlara ulaşmak zorundasınız.

Sunset Overdrive’ın en önemli özelliği ise, Microsoft Cloud üzerinden in-teraktif bir hâl alması. Yani, oyunla ilgili her türlü yorum, eleştiri, talep ya da yeni silahlar anında oyuna eklenebilecek. Microsoft ve Insomniac Games arasındaki işbirliği ile ortaya çıkan bu gerçek dünya modunun, oyun dünyasında çığır açması da beklentiler arasında.

Bir açık dünya, üçüncü şahıs nişancı oyunu olan Sunset Overdrive’ın, oyun severlere eğlenceli saatler vaat etmenin yanı sıra, oyun dünyasına getirdiği yeniliklerle de, piyasaya çok hızlı bir giriş yaptı demek, her halde çok da abartılı bir ifade olmaz.

Page 27: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

2727

DİYALOG

- Businessplanerstellung- Gründungsberatung & Coaching - Finanzierung- & Fördermittelberatung- Trainings, Seminare &Workshops - Fachkundige Stellungnahmen

Sahin Beratung - Potsdamer Str. 69 - 10785 Berlin Tel.: 0176 / 48 59 70 88 - www.sahin- beratung.de

„Unser Ziel ist es, Sie so schnell und so gut wie möglich für den Markt fit zu machen.”

Sahin Beratung

Özoğuz: Almanya hiç olmadığı kadar çeşitli hale geldiFederal İstatistik Dairesi, Almanya’da göçmenlerin sayısının 16,5 mil-yon olduğunu açıkladı. Uyum ve Göçten Sorumlu Devlet Bakanı Aydan Özoğuz, bu verilerin Almanya’nın göç ülkesi olduğuna delil niteliği ta-şıdığını söyledi. Özoğuz, “Ülkemiz hiç olmadığı kadar daha çeşitli hale geldi.” dedi.

80,6 milyon nüfuslu Almanya’da 16,5 milyon göçmen ikamet ediyor. Böylece göçmenlerin oranı yüzde 20’ü de geçmiş bulunuyor. Sosyal De-mokrat Partili (SPD) Federal Hükümetin Uyum ve Göçten Sorumlu Dev-let Bakanı Aydan Özoğuz, “Federal İstatistik Dairesi’nin yeni verileri son yıllardaki gelişmeyi bariz bir şekilde gözler önüne seriyor: Ülke-miz hiç olmadığı kadar daha çeşitli hale gelmiştir.” açıklamasında bu-lundu. Göçmenlerin büyük çoğunluğu (10 milyonu) Alman vatanda-şı olduğuna belirten Özoğuz, “Üçte biri Almanya’da doğmuş ve böylece buraya göç etmemiştir.” diyerek bu konuyu dile getirdi. Özoğuz, Göç-menlerin üçte ikisi Avrupa ülkelerinden geldiğini aktardı.

Etnik köken olarak Türkiye’den gelenlerin sayısı hâlâ en önde gelme-ye devam ettiğini dile getiren Özoğuz, ancak şu gelişmeye dikkat çek-ti: “Türkiye’den göç tersine işliyor, ülkemizi terk edenlerin sayısı ge-lenlerin sayısını geçti.” Özoğuz, istatistikî verilerin ‘Almanya bir göç ülkesidir’ ifadesini kanıtladığını vurguladı. “Çeşitlik ülkemizde gün-lük hayatın her alanında karşılaşılan bir gerçektir.” diyen bakan, Almanya’nın göç toplumu olması yönünde biraz çekinceli olsa da iler-lendiğini ifade etti.

Opsiyon modelinin kaldırılması gibi olumlu adımlar atıldığını dile ge-tiren Özoğuz, ancak yapılması gereken bir çok işin mevcut olduğunu belirtti. Özoğuz, özellikle çocukların eğitimdeki başarısının hâlâ sosyal kökenine bağlı olmasından yakındı. Çocukların ne okul ve ne de mes-leki eğitimde böyle bir sorunla karşılaşmaması gerektiğini vurgula-yan Özoğuz, “Ülkemizdeki tüm insanlar için kökeninden bağımsız ola-rak eşit katılım hakkı gereklidir.” diye sözlerini tamamladı.

Almanya’da göçmenlerle ilgili 2005 yılından bu yana istatistik tutulu-yor. Göçmen kökenlilerin yüzde 12,8’ini Türkiye’den gelenler oluşturu-yor. Yüzde 11,4 ile Polonya’dan gelenler ikinci en büyük göçmen gru-bunu oluşturdu. Üçüncü sırada ise yüzde 9 ile Rusya’dan gelenler var.

Berlin Duvarı’nın yıkılışının 25.yıldönümü kutlandığı bu günlerde şu detay dikkat çekti: Göçmenlerin neredeyse hepsi (yüzde 95) eski Batı Almanya ve Berlin’de ikamet ediyor.

Page 28: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

28

DEVRİMSEL GÜNDEM

Dr. D. Deniz Nergiz (31), Siyaset Bilimci/Sosyolog- Siyaset Danışmanı

Çoğumuz bunu yaparız … Bir toplantıda veya gündüz düşleri gö-rürken, önümüzdeki boş kâğıtlara çiçekler, üçgenler, çemberler ve anlamsız görünen daha nice sekiller karalarız, değil mi? Bu sayı-daki yazımda, en süslüsünden en basit olanına karaladıklarımızın psikolojik olarak ne anlama geldiğine dair bilim insanlarının açık-lamalarına yer vereceğim.

İşte çizgiler ve anlamları

Bilim insanları okların sıklıkla cinsel gerginliği ifade ettiğini be-lirtiyor. Ancak oklar yukarıya doğruysa hırsın , yatay olduklarında güçlü sezgilerin, her yönü gösterdikleri zaman da açık bir zihnin göstergesi olarak yorumlanıyor.

Düz çizgiler çizen insanlar, genelde sözünü sakınmayan, az ve öz konuşan tipler olma eğiliminde.

Sıfırlar ile çarpılar rekabete açık insanları ifade ediyor, idealist olanlar genellikle yıldız çiziyor. Beş köşeli yıldız hırsa, altı köşe-li yıldız konsantrasyon yeteneğine işaret ediyor.

Daireler hayalperestlerce daha çok tercih edilirken, kutular pratik, akılcı ve net karakterleri yansıtıyor.

El yazınız karakterinizi ele veriyor

Karalama Analizi

İngiltere eski başbakanı Tony Blair’in yazısı sağa yatıkmış. Yatıklı-ğın fazla olması kişinin dışa dönüklüğü olarak yorumlanıyor. Di-key yazı stili ise otokontrolü, geriye doğru yatık yazı ise isyankâr kişiliği gösteriyor.

Prenses DianaBir harfin ortalama boyu, 3 mm. olarak ölçülmüş. Ingiltere eski prensesi Diana’nin el yazısında olduğu gibi, bundan daha büyük olan harfler coşkulu ve açık sözlülüğü, daha küçük olanlar ise çe-kingenliği ifade ediyor. Örneğin imzasında ilk harfi büyükçe yapan Diana’nın böylece dikkat çekme isteği anlaşılıyormuş.

El yazınızda harfler birbirine bağlı ve bitişikse bu sizin iyi eğitim-li, akılcı ve ne istediğini bilen kişiliğinizi gösterirmiş. Ayrıl yazı ka-rakterleri ise güçlü sezgilere işaret edermiş.

Nâzım HikmetDünyaca ünlü şair Nâzım Hikmet de el yazısı ile kâğıda bol miktar-da enerji aktaranlardan. Yazı karakterlerine bakılırsa içinde hiçbir şey bırakmadan kendini akıtıyor. Yazıdaki yatay genişleme ise dik-kat çekiyor. Meselâ dikey yüksekliği daha fazla olan yazı karakter-leri ile yazan kişilerde akıl ön plandayken, Nâzım Usta’nın yazısı onda duyguların ön planda olduğuna işaret ediyor.

Bill Gates’in karalamalarını da masaya yatırdık Yazılım devinin aklından neler geçiyor? 2005’te Isviçre’nin Da-vos kentinde gerçekleştirilen Uluslararasi Ekonomik Forumu’nun toplantısında, konuşmacılardan birine ait karalamalarla dolu bir kâğıt bulundu. Önce Ingiltere eski Başbakanı Tony Blair’in oldugu sanılan kâğıt, Ingiliz Grafoloji Enstitüsü’nden Elaine Quigley’e ve-rildi. Ancak daha sonra kâğıdın, Bill Gates’e ait olduğu belirlenmiş.

Karalamalardan anlaşıldığı kadarıyla Gates biraz hayalperest (yu-muşak daireler ve düzensiz harfler buna işaret), ama yine de so-runlarını çözerken pratik ve yapıcı davranıyor (üçgenler). İşte Gates’in iç dünyasına açılan küçük bir pencere:

Kutular, keskin bir zekâya sahip Gates’in gündeminde büyük konu-lar olduğunu gösteriyor. Birbirinden ayrı harfler, önceliklerin be-lirlenmesi konusunda bir çatışmaya ve her konuya hakim olma çabasına işaret ediyor.

Halkalar bağımsız bir zekânin, çizimin yumuşaklığı ise gündüz düşlerine yatkınlığın göstergesi.

Harflerin genellikle birbirine bağlı olması, sabit fikirliliğin işare-ti. Porto Alegre ise (kağıtta yanlış yazılmış), bir dahaki toplantinin

yapılacağı kent.

“Borç ertelemesi” kavramının diğerlerinden daha büyük harflerle not edilmesi, Gates’in bu konuya verdiği önemin belirtisi. Sağa ya-tık yazı, dışa dönük kişiliği ve hırsı temsil ediyor. Futbol kalesi figü-rü, toplantıdan sonuç alma kararlılığını gösteriyor.

İlmek seklinde yapılmış d harfi, dıştan gelen baskıya ve eleştirilere karşı hassasiyeti temsil ediyor.

Çizgileriyle AtatürkNursu Marmara, insan yönünü az tanıdığımız büyük önderin iç dünyasına bir pencere aralıyor. Genellikle askerlerde, kalem vu-ruşları kılıç darbelerini andırır. Örneğin Napolyon’da bu böyledir. Atatürk de askerdi ve basınçlı, yatay çizgilerle hareket eden, mas-külen bir yazıya sahipti. Ancak o müdafaa ediyordu, saldırmıyor-du.

İmzasına bakıldığı zaman, bitiş darbesinin keskin uçlu olmadığı görülüyor. Kas gerginliği ve gevşemesi arasındaki denge, onun li-derlik vasfına işaret.

Bazı kaynaklarda Atatürk’ün imzasının kendisine ait olmadığı, ve-rilen pek çok imza örnegi arasından onun seçim yaptığı söylenir.

Atatürk’ün çesitli imzalarına da rastlamışsınızdır belki.

Kendine ait olduğu bilinen imzalardan biri, Mustafa Kemal Ata-türk olarak atılmıştır. Orada M harfi çok miniciktir, Kemal ve Atatürk ise daha iridir. Kemal ismini kendisine hocası vermiştir, Atatürk soyadını ise milletinden almıştır. Mustafa ise öz be öz do-ğuştan beri kullandığı ismidir ve Atatürk’ün gerçek kişiliğini sim-geler.

Atatürk’ün yazı stiline bakıldığında uzmanlar sezgisel alanı ve kontrol mekanizmalarının çok yüksek olduğunu belirtir.

T çizgileri, otoriter bir tarzı, iddialı bir denetleyici ve planlayıcı ki-şiliği yansıtıyor. I noktaları, yoğun bir zihinsel ve fiziksel çabanın habercisi. Bu gayret, yer yer yazı hızını azaltıyor.

Kalem vuruşlarındaki koyulaşmalar; yüksek enerji potansiyelinin ve duygusal enginliğin, beyin yanı korteks ile olağanüstü şekilde kontrol edildiğini gösteriyor. Harfler arasındaki bağlantı noktala-rının çelenkvari (u seklinde) oluşuysa özgür, teklifsiz, açık ve alıcı bir karakterin işareti. Kendisi de “Bağımsızlık benim karakterim-dir” dememiş mi zaten?

Bu yazıda elbette tüm karakterlere yer vermek imkansız. Ama emi-nim siz de yazı stilinize ve iç dünyanıza dair bir takım izlere rast-lamışsınızdır.

Dr. D. Deniz Nergiz

Page 29: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

Berlin’in Hükümet Eden Belediye Başkanı Klaus Wowereit’ın istifa etmesinin ardından, Michael Mül-ler döneminde Senato’yu ne tarz değişikliklerin bekledi-ği merak konusuydu. Berlintürk mikrofonlarına konu-şan Berlin Sağlık Senatörlüğü Müsteşarı ve Eyalet Meclisi Milletvekili CDU’lu Emine Demirbüken-Wegner, yeni ku-rulacak Senato’da, koalisyon anlaşmasının devam edece-ğini ve bu nedenle yaşanan değişimin, SPD’nin bir iç dö-nüşümü olarak algılanması gerektiğini belirtti.

Senato’da kendisi de dâhil olmak üzere, CDU’lu siyaset-çelerin bu değişiklikten etkilenmeyeceğini belirten De-mirbüken-Wegner, 11 Aralık sonrası süreçte koalisyonun aynı kalacağının, ancak çalışma stratejileri ve progra-mın uygulanmasındaki öncelikler konusunda bazı ye-niliklerle karşılaşabileceklerinin altını çizdi. Michael Müller’in çok başarılı bir siyasetçi ve Senatör olduğunu söyleyen CDU’lu siyasetçi, bu başarının yeni hükümete de yansıyacağını umduğunu dile getirdi.

Sağlık Senatörlüğü’nün çalışmaları hakkında da bilgi ve-ren Emine Demirbüken-Wegner, şu ifadeleri kullandı;

“Bu görevde üçüncü yılımızı geride bırakıyoruz. Geride kalan iki sene, büyük değişiklikler yapmamız için aslın-da çok kısa bir süre. Yine de, geride kalan üç yılda çok önemli adımlar attık. Örneğin, son dönemde yeni bir hastane yasası geçti ve bu yasa sayesinde, 10 yıl sonra ilk defa hastane bütçelerinde bir artış sağlayabildik. Bu Berlin’deki hastaneler için çok önemli bir başarı. Bunun-la beraber, özellikle yaşlılara ve akut hastalara yönelik, hastanelerin ilk yardım sistemindeki oluşumlarda bazı değişiklikler yapıldı ve yapılmaya devam edecek.”

Senatörlük olarak, önleyici sağlık hizmetlerine büyük önem verdiklerini söyleyen Demirbüken-Wegner, ço-cukluktan yaşlılığa kadar oluşturulan yaş kategorilerin-de insanları bilgilendirmeye çalıştıklarını ve bu amaçla sürekli güncellenen bir web sitesi kurduklarını sözleri-ne ekledi.

Emine Demirbüken-Wegner, ayrıca “2015 yılı ‘Göç ve Sağ-lık’ yılı olacak. Bu sebeple biz de büyük bir sağlık kong-resinin hazırlıkları içerisindeyiz” dedi. Türkçeyi de Ber-lin’deki sağlık sisteminin önemli bir parçası yapmaya çalıştıklarını belirten müsteşar, bu sebeple Türkçe el ilanları hazırladıklarını belirtti ve Berlin’de Türkçe yayın yapan medya kuruluşlarına verdikleri destek için teşek-kür etti.

Sağlık’ta Senato’yu neler bekliyor?

Emine Demirbüken-Wegner (CDU)

Page 30: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

30

Dergimizin önceki sayısında Almanya`da yapılabilecek Yasal Sağlık Öntedbirleri nelerdir, nasıl yapılabilir konularına değinmiştik. Bu sa-yımızda ise alınabilecek bu Yasal Sağlık Öntedbirlerinin Türkiye`de geçerli mi, nasıl geçerli yapılabilir bu konulara değineceğiz.

Türkiye`de de Hasta Onamı, Kayyımlık Talimatnamesi ve Tedbir Vekaletnamesi ile ilgili yasal hükümler olmakla beraber, Federal Alman-ya yasal düzenlemelerinden farklılık gösterir. Buna rağmen vatanlarına dönmeyi düşünen Türkiyeli göçmenlerin ciddi durumlarda ha-zırlıklı olmaları için talimatname ve vekaletnamelerin Türkçe versiyonlarını doldurmaları faydalarına olur.

Türkiye´de esas itibariyle tıbbi müdahaleler bakımından hayati tehlike söz konusu olan bir durumda, doktorların ne gibi tedbirler alma-ları gerektiğine hemen kara verebilmeleri gerekir. Hastanın bilinci yerinde ise, hasta durumu ile ilgili kendisi karar verir. Şayet hastanın bilinci ara sıra gelip gidiyorsa, bu durumda doktorlar tarafından, hastanın bilinci tekrar yerine geldiğinde, hastadan yapılacak işlemler için yazılı talimatname talep edilir. Eğer hastanın genel olarak karar verebilme yetisi yoksa, bu durumda yapılacak işlemlere aile birey-leri veya vekili karar verir. Aşağıda Almanya`da alınabilecek Yasal Sağlık Öntedbirlerinin Türkiye`de ki geçerliliklerini ve nasıl geçerli ya-pılabileceğini ele alacağız.

Hasta Onamı (Patientenverfügung)

Türkiye`de Almanya`da olduğu gibi „Hasta Onamı“ bulunmamaktadır. Fakat Almanya`da yazmış olduğunuz Hasta Onamının Türkçe ya-zılmış ya da tercüme edilmiş olanını Almanya`da bulunan Türk Konsolosluğu`na giderek onaylatabilirsiniz. Bu şekilde vekil tayin ettiği-niz kişi de, isteklerinizde Türkiye`de geçerli olur. Bu bağlamda Türkiye`de ötenazinin yasak olduğunu da belirtmekte fayda var. Organ ba-ğışı ise 18 yaşından itibaren mümkündür.

Tedbir Vekaletnamesi (Vorsorgevollmacht)

Türkiye`de de gerekli durumlarda başka kişileri görevlendirmek ve kişi adına faliyette bulunabilmelerini sağlamak için Almanya`da ki Tedbir Vekaletnamesi`ne benzer yazılı vekaletname bulunmaktadır. Böyle bir vekaletname hayatın tüm alanını yani tıbbi müdehalele-ri de kapsayabilir. Vekaletnamenin verilmek istendiği alanların vekaletnamede tek tek belirtilmesi ve noter tasdikinin olması gerekir.

Almanya`da yazılmış daha doğrusu onaylatılmış vekaletnamelerin Türkiye`de de geçerli olması için Türk Konsolosluğu´nda onaylatılmış olması gerekiyor. Burada gerekli şart, vekaletnamenin Türkçe yazılmış olmasıdır.

Kayyımlık Talimatnamesi (Betreuungsverfügung)

Mahkeme kararıyla yapılan kayyımlıkta Türkiye tarafından tanınmaktadır. Kayyım ya da vekil olarak aile bireylerinin önceliği vardır. Türkiye`ye geri dönmüş olan göçmenlerin, Almanya yasalarınca atanmış kayyımları varsa, Türkiye`de bu durumun mahkemeye gidip onaylatılması gerekir. Bunun içinde Alman Mahkemesi`nin vermiş olduğu kararı Türk Mahkemesine sunmak gerekir.

Türk Hukukuna göre Almanya`da yapılmış olan talimatname ve vekaletnamelerin geçerliliği olduğu için, Hasta Onamı, Kayyımlık Tali-matnamesi ve Tedbir Vekaletnamesi`nin Türkçe yapılması yararlı ve mantıklı olur.

Konu ile ilgili daha ayrıntılı bilgiyi VdK`nın „GÖZ AÇIP KAPAYANA KADAR HERŞEY DEĞİŞEBİLİR“ broşüründe bulabilirsiniz. Ayrıca aşağıda-ki adresimizde ücretsiz danışmanlık hizmetimizden yararlanabilirsiniz.

Danışma Adresi: Sozialverband VdK Berlin-Brandenburg e.V., Rubensstr.84/12157 Berlin

Telefon: 030 78 00 66 68 veya 030 85 62 918 30

Almanya`da yapılmış olan Yasal Sağlık Öntedbirleri Türkiye`de de geçerli mi?

Page 31: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

31

Sağlık sorunlarınız mı var? Biz yardım ediyoruz!

Danışma hizmetimiz: bağımsız, tarafsız ve ücretsizdir.

UPD Berlin` deTel. 030.856 29 18-30c/o Sozialverband VdKRubensstr.8412157 Berlin

Almanya genelinde telefon hattı (ücretsizdir):

0800 0 11 77 23Pazartesi ve Çarşamba saat 10 – 12 ve 15 –17 arası

Soğuk algınlığı sezonunda boğaz ağrısına genellikle virüsler sebep olmaktadır. Bu durumda yapılacak en iyi işlem: Almanların deyimi ile Beklemek ve çay içmektir, yani oturup sabırla beklemek. Zira antibiyotikler sadece bakterilere karşı etkilidirler ve ayrıca yan etkile-ri vardır.

Üniversite öğrencisi Mehmet L. soğuk algınlığına yakalanmış ve boğazı ağrımaktadır. Fakat önemli bir üniversite sınavı yaklaştığı için çabucak iyileşmesi gerekmektedir. 23 yaşındaki genç ev doktorundan bir antibiyotik ister. Ancak bir reçete yerine kendisine dinlenme-si ve bol sıvı tüketmesi tavsiye edirilir.

Almanya Bağımsız Hasta Danışmanlığı`ndan (UPD) Havva Arik “Gerçekten de böyle bir durumda antibiyotikler pek işe yaramazlar”, diyor. “Üşütmeye bağlı boğaz ağrılarında sebep genellikle virüslerdir ve bunlara karşı bu maddeler etkisizdir.”

Antibiyotikler bakteriyel iltihaplanmalarda, örneğin bademciklerde rahatlama sağlayabilirler. Ancak burada da etki sınırlıdır. Sağlık Hiz-metlerinde Kalite ve Verimlilik (IQWiG) Kurumu’nun verdiği bilgilere göre araştırmalar şunu göstermiştir: Antibiyotik kullansın veya kul-lanmasın hastaların hepsinin şikayetleri bir hafta sonra sona ermektedir.

Aynı şekilde antibiyotikleri boğaz enfeksiyonlarında orta kulak iltihabı gibi olası komplikasyonları önlemek amacıyla kullanmak da zor-dur: Bunlar başka bir hastalığı bulunmayan kişilerde oldukça nadirdir ve sorunların ortaya çıkacağı vakalar önceden kolaylıkla tespit edilememektedir.

“Bu sebeple genel olarak ne zaman antibiyotik kullanılacağı doktorla birlikte iyice düşünülmelidir”, şeklinde açıklıyor Hasta Danışma-nı Havva Arik. Zira sınırlı faydaya karşı belli riskler mevcuttur: İshal ve deri döküntüsü olası yan etkilerdir. Ayrıca antibiyotikler çok sık kullanıldığında bakteriler etken maddeye karşı duyarsızlaşabilirler. Solak: “Bu durumda gerçekten ağır hastalıklarda maddeler etki ede-memektedir.”

+ + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + +

UPD önerisi: İster virüslerden, ister bakterilerden kaynaklanan, boğaz ağrısını hafifletmek isteyenler boğaz pastili, çay veya boğaz sar-gıları gibi geleneksel yöntemlere başvurabilirler. Akut bademcik iltihabında ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlar şikayetleri azaltabilirler.

Boğaz ağrısında antibiyotik kullanılmalı mı?

Page 32: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

32

KİTAP KULÜBÜ

Berlintürk Kitap Kulübü’nde bu ay tanıtacağımız kitaplar Galli yazar Ken Follett’in yazdığı tarih-sel roman üçlemesi Century. 2010 yılında Sturz der Titanen (Fall of Giants) ile başlayan serinin ikinci kitabı ise 2012 senesinde yayımlanan Winter der Welt (Winter of the World) oldu. Geçti-ğimiz ay yayımlanan Kinder der Freiheit (Edge of Eternity) ise serinin meraklıları için yepye-ni bir soluk ve heyecan oldu. Ken Follett’in geniş tarih bilgisi, her üç romana da yansıdığı gibi, insanların hayatlarına yaptığı samimi dokunuşlar, okuyucuları 20. yüzyıl boyunca bir yolculu-ğa çıkartıyor.

Serinin ilk kitabı olan Sturz der Titanen, 20. yüzyılın başlarında, I. Dünya Savaşı’nın başlama-sından kısa bir süre önce başlıyor. Galler’in bir maden şehrinde yaşayan Billy Williams; sevgi-lisinden yeni ayrılmış olan ve henüz Woodrow Wilson’un başkan olduğu Beyaz Saray’da bir iş bulmuş olan Amerikalı hukuk öğrencisi Gus Dewar; Amerika’ya gitme hayalleri kuran, ancak dönemin zor koşullarından ötürü bu hayalleri sekteye uğrayan iki Rus yetim kardeş olan Grigo-ri ve Lev Peshkov; Billy’nin aristokrat bir ailenin evinde çalışan ablası Ethel; ve Ethel’in çalıştığı evin hanımı olan ve Londra’da Almanya için casusluk yapan Walter von Ulrich ile yasak aşk ya-şayan alımlı bayan Maud Fitzherberts... Bütün bu hikayeleri bir araya getiren ise, dünyanın için-de bulunduğu durumdur. 1. Dünya Savaşı, Rus Devrimi ve kadın mücadelesinin yoğun yaşandığı bu dönemdeki mücadeleler ve sıkıntılar, dünyanın farklı yerlerindeki bu insanları ve daha nice-lerini büyük oranda etkilemiştir.

Century üçlemesi - Ken Follett

Hikayenin başlangıç noktası ise, Galler’de Follett tarafından kurgulanmış olan Aberoween. 1911 yılında, İngiltere Kralı V. George’nin tahta çıktığı gün, esas adı Billy Williams olan, 13 yaşındaki “Çifte Billy”nin Aberoween’deki bir madende ilk kez işe gitmesiyle başlıyoruz seriye. Sturz der Titanen, okurları bir anda Washington’dan St.Petersburg’a götürebilen, bir tarafta gösterişli hayatların arasına sokarken, diğer yanda bir kömür mağdeninin en altında hayat mücadelesi sokabilen önemli bir roman.

Century serisinin ikinci kitabı olan Winter der Welt, Sturz der Titanen’in kaldığı yerden devam edi-yor. İlk kitap boyunca birbirleriyle bağlantılı beş ailenin yaşadıkları mücadeleli dönemlerin so-nunda, bu romanda karşımıza çıkan manzara çok daha zor bir süreci yansıtıyor. Dünya’da hızla yayılmakta olan ekonomik krizin etkileri ve krizle beraber gelen siyasi problemler, beş ailenin ha-yatını derinden etkilemeye devam ediyor.

Ailevi kökeni İngiliz ve Alman olan Carla von Urich, Almanya’da Üçüncü İmparatorluk’un (Drittes Reich) yükseldiği bu dönemde, kendisini Nazi Partisi’nin içerisinde bulmuştur. Amerikalı kardeş-ler Woody ve Chuck Dewar, sırlarıyla beraber birer yana savrulmuş, birisi Washington diğeri Pa-sifik kıyısında, başlarına gelen olaylarla mücadele etmektedir. İngiliz öğrenci Lloyd Williams’ın hayatı ise, İspanya İç Savaşı ile başka bir noktaya ulaşmıştır. Komünizmin de en az, faşizm ka-dar savaşılması gerektiğine inanan Williams’ın hayatı bu mücadele içinde savrulmaktadır. Lev Peshkov’un büyük kızı olan Daisy, Amerika’da sosyeteye girmeye çalışmakta, bu sebeple sadece popüler olmayı ve hızlı bir hayat yaşamayı hedeflemektedir. Buna karşın, savaş ortamı Daisy’nin hayatını pek çok kez etkilemiştir. Öte yandan, Grigori Peshkov’un oğlu olan ve herkes tarafın-dan Vlodya olarak çağırılan Vladimir Peshkov, Sovyet Gizli Servisi’nde önemli bir rol edinmiştir ve onun edindiği bu rol, hem mevcut hem de gelecek savaşların kaderini etkileyecek ölçüdedir.

20. yüzyılın bu en kanlı dönemini yaşayan karakterlerimiz, en zirveden en aşağıya kadar hayatın her tecrübesini yaşamaktadır. Kanın ve savaşın dumanlarının her tarafı sardığı bu dönemde, bu beş ailenin üyelerinin hayatları yeni dramlarla daha büyük bir karmaşa içine sürüklenmektedir.

Serinin üçüncü ve son kitabı olan Kinder der Freiheit, ilk iki romanın başarısından ötürü çok yüksek bir beklentiyle piyasaya çıkmanın tehlikesini yaşadı. Ancak, Follett’in üstün becerisi ve geniş tecrübesi, bu endişeleri gidermiş görünüyor. Zirâ, karşımıza çıkan bu son eser de, aynı ilk iki romandaki gibi seyirci de bir an önce bir sonraki sayfaya geçme merakını uyandırıyor.Kinder der Freiheit, 1961 yılında Doğu Berlin’de öğretmen olan Rebecca Hoffman’ın Stasi tarafın-dan takip edildiğini anlaması üzerine yaptığı düşüncesiz ve bütün ailesini paramparça eden bir eylemle başlıyor. 20. yüzyılın ikinci yarısına geldiğimiz bu romanda, hikayenin kahramanı beş ailenin hemen hemen hepsinde artık üçüncü jenerasyonlar ön plana çıkıyor. Kremlin’deki siyasi kavgalardan, Vietnam’daki savaşa, Küba’daki nükleer krizden, Amerikan Başkanı Richard Nixon’u koltuğundan eden Watergate skandalına kadar pek çok siyasi olay ön plana çıksa da, John F. Kennedy’nin skandallarla dolu aşk hayatının, rock’n rollun yükselişine kadar yüzyıla damgasına pek çok olay bu beş ailenin hayatları vesilesiyle okuyucunun önüne sunuluyor.

Century üçlemesi, hem tarih hem de roman severler için mutlaka okunması gereken çok önem-li bir eser. 1911 yılında başlayıp, binlerce sayfanın sonunda bizleri yüzyılın sonuna getiren seri-nin Berlin Duvarı’nın düşmesiyle son bulması ise, hiç de tesadüfi seçilmiş bir son olarak görün-müyor. Zira, Ken Follett’in sonuna eklediği ek yazıda, bir anda 2008 yılına atlamış olması ve Lev Peshkov’un hayatı boyuncu renk ayrımcılığına karşı siyasi mücadele yürütmüş siyah torunu Ge-orge Jakes’in Obama’nın Beyaz Saray’daki yemin törenini izlerkenki görüntüsünü, Follett’in siya-si anlamda bir tarihin bitişi ve bir diğerinin başlangıcı şeklinde algılanabilecek yorumu olarak de-ğerlendirmek mümkün.

Serinin üç kitabını da, Dietmar Schmidt ve Rainer Schumacher’in çevirileriyle Almanca olarak bul-mak mümkün.

Page 33: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

3435

S E I T E

S E I T E

Mauerfall 2.0: Die andere Perspektive von Murat Ham

Dilek Kolat und Dr. Eric Schweitzer zu Besuch bei Pfizer

37S E I T E

38S E I T E

berlintürk zu Gast bei Via Nova von Michael Groys

NACHRICHTEN IN DEUTSCH

40S E I T E

Die “City-West” erlebt beispiellosen Bau-Boom

“berlintürk” zu Gast in der exklusiven Weinhandlung“Vinothek“ von Michael Groys

43S E I T E

8 Mio. Euro zusätzlich für die Migrationsberatung erwachsener Zuwanderer

Kurfürstendamm 96, 10709 Berlin Tel. 030 - 323 40 27 | Fax 030 - 324 21 93

[email protected] | www.restaurant-tugra.de

das Tugra entführt Sie in die Welt der SultaneTürkische Spezialitäten und Köstlichkeiten

Page 34: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

34

Alle Welt schaut auf Deutschland, als 1989 die Mauer fällt. Ein ge-trenntes Volk findet wieder zueinander. „Was meine eigenen Au-gen zu sehen glauben und hören, kann doch nur ein Traum sein“, erzählt meine Geschichtslehrerin im Unterricht. „Mein Mann und ich haben im Fernsehen Menschen auf der Mauer – vor dem Bran-denburger Tor – feiern sehen. Das ist unser Symbol der Einheit. Un-glaublich – wie in der Nacht vom 9. zum 10. November 1989 mitten in Berlin der Kalte Krieg zwischen Ost und West mit einer riesigen Straßenfeier zu Ende geht. Menschen stehen zwischen den Säulen. Darüber ist die angestrahlte Quadriga zu sehen. Von 1961-1989 ist dieses Symbol deutscher Geschichte von der Mauer für uns Braun-schweiger versperrt geblieben. 28 lange Jahre. Die Einheit zwischen Ost und West ist irgendwie trotzdem noch unvollständig. Denn die nächste Einheit, zwischen Bürgern deutscher und ausländischer Herkunft, steht noch an.“

Im November 1989 bin ich 14 Jahre alt gewesen. Ich habe meiner en-gagierten Geschichtslehrerin gerne zugehört, weil sie authentisch ihre Erlebnisse mit ihren Verwandten aus Ost-Berlin uns Schülern damals erzählt hat. „Geschichtsunterricht muss hautnah sein“, er-innere ich mich an ihre Worte.

Deshalb hat sie im Oktober 1989, kurz vor dem Mauerfall, eine Rundfahrt am damaligen Grenzübergang Helmstedt–Marienborn organisiert, was ein wichtiger Grenzübergang an der innerdeut-schen Grenze gewesen ist. „Murat, du schreibst den Bericht für die Schülerzeitung. Deshalb führst du das Interview mit einem Poli-zisten dort. Braunschweig und Helmstedt sind nah beieinander, so dass du für ein Zweitgespräch von Braunschweig problemlos jeder-zeit wieder mit dem Zug dort hinfahren kannst.“

Ich sollte ebenso neben den Stationen das Zusammenprallen der verschiedenen Staats- und Wirtschaftssysteme dokumentieren. Vor meinem Interview habe ich recherchiert, dass 1945 die Panzer der Roten Armee am Brandenburger Tor vorbeigerollt sind. Im Jahr 1953 haben die Machthaber in Ostberlin den Aufstand des 17. Juni dort blutig niedergeschlagen. In Büchern habe ich gelesen, dass die Berliner Mauer während der Teilung Deutschlands ein hermetisch abriegelndes Grenzbefestigungssystem der Deutschen Demokrati-

schen Republik gewesen ist und seit dem 13. August 1961 bestanden hat. Die 160 Kilometer lange Grenze um West-Berlin hat die Stadt gespalten und Familien, Freunde, Nachbarn voneinander getrennt.

Als wir Mitte Oktober 1989 morgens um 8:30 Uhr am Braunschwei-ger Bahnhof gestanden haben, ist es ein wenig später losgegan-gen. Der Zug ist langsam angerollt, und wir sind kurze Zeit danach eingestiegen. Wir haben aus Braunschweig keine halbe Stunde Fahrtzeit gehabt und sind in Helmstedt angekommen. Ich habe die Grenzschützer dort noch gut im Kopf. Ihre unbewegten Gesichter haben eine sehr ernste Miene gehabt. „Murat, ich stell dich mal dem Polizisten vor. Besonders spannend finde ich, dass du eine tür-kische Herkunft und nicht – wie die meisten anderen Schüler – Verwandte in Ost-Deutschland hast. Ich freue mich auf deinen Ar-tikel.“

Bevor ich den Polizisten angesprochen habe, hat mir der Blick auf meinen Fragebogen geholfen. „Finden Sie es nicht ungerecht, dass DDR-Bürger einen Pass mit Visum brauchen? Wie unterscheiden sich die Pässe von einem Braunschweiger und einem beispielswei-se Ost-Berliner? Ich habe im Osten keine Verwandten, aber die Er-zählungen meiner Geschichtslehrerin verursachen tiefe, emotio-nale Empfindungen, eine gefühlt merkwürdige Solidarisierung, die fast meine Kehle eingeschnürt hat. Die trennende Mauer löst Trau-er bei mir aus.“ Die Antworten vom Polizisten kommen prompt: „Meine Eltern leben in Ost-Berlin und haben einen anderen Pass. Wenn sie mich in Helmstedt besuchen wollen, beantragen sie ein Visum. Ich wünsche mir nichts mehr, als dass die Mauer schnell abgerissen wird. Grenzübergänge ermöglichen und keine weiteren Passkontrollen. Das wünsche ich mir zutiefst.“

Ein paar Stunden später sind wir nach Braunschweig zurückgefah-ren. Ende Oktober 1989 habe ich den Polizisten für ein zweites Ge-spräch wieder getroffen. Ich erinnere mich an meine Notizen für die Schülerzeitung noch heute ganz gut. Als ich Mitte November 1989 den fertigen Bericht an meine Lehrerin gegeben habe, hat sie Tränen in den Augen gehabt. „Wir gehören alle zusammen. Deinen Bericht werde ich mir einrahmen“, hat sie noch über ihre Lippen gebracht und mich für ein paar Sekunden umarmt.

Mauerfall 2.0: Die andere PerspektiveVon Murat Ham

Page 35: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

35 35

Im Rahmen der gemeinsamen Kampagne „Frauen an die Spit-ze!“ der Senatsverwaltung für Arbeit, Integration und Frauen und der IHK Berlin besuchten Senatorin Dilek Kolat und der Präsident der IHK Berlin, Dr. Eric Schweitzer, die Berliner Zentrale der Pfi-zer Deutschland GmbH. Das weltweit tätige Pharmaunternehmen zeichnet sich durch besonderes Engagement im betrieblichen Di-versity-Management aus und ermöglicht dadurch insbesondere weiblichen Nachwuchsführungskräften den beruflichen Aufstieg.

Mit dem zweiten Unternehmensbesuch der Reihe „Unternehmen mit Frauen an die Spitze“ haben sich Senatorin Dilek Kolat und IHK-Präsident Dr. Eric Schweitzer über gute Beispiele betrieblicher Praxis informiert, sich über Handlungsoptionen ausgetauscht und diese diskutiert. Der Besuch fand bei der Pfizer Deutschland GmbH statt. Das weltweit tätige Pharmaunternehmen beschäftigt in Ber-lin 550 Mitarbeiter, deutschlandweit sind es knapp 2.000 an drei Standorten.

Chancengerechtigkeit beim beruflichen Aufstieg verankert Pfizer in einer ausgeprägten Diversity-Strategie - dazu sagt Annett Ender-le, Mitglied der Geschäftsführung und Personalleiterin für Zentra-leuropa: „Vielfalt im Unternehmen ist für uns eine große Bereiche-rung. Wir arbeiten intensiv daran, eine Unternehmenskultur zu schaffen, in der sich alle offen und vertrauensvoll begegnen und unterschiedliche Persönlichkeiten wertgeschätzt werden. Alle Kol-legen sollen ihr volles Potenzial entfalten können, um Pfizer in Deutschland zu einem attraktiven Arbeitgeber und so erfolgreich wie möglich zu machen. Wir unterstützen unsere Mitarbeiter bei der Vereinbarkeit von Beruf und Familie, wollen die Karrierechan-cen für Frauen weiter verbessern und bestehende – teilweise unbe-

wusste – Vorurteile abbauen.“

Dilek Kolat, Senatorin für Arbeit, Integration und Frauen, stellte fest: „Es ist der richtige Weg, das Konzept Diversity Management und Frauenförderung zu unternehmerischen Stärken auszubauen. Vielfalt, Chancengleichheit sowie Frauenförderung sind immer wichtigere Erfolgsfaktoren für zukunftsorientierte Unternehmen. Wer diese Entwicklung mitgestaltet, hat einen Wettbewerbsvor-teil.“

IHK-Präsident Dr. Eric Schweitzer lobte das Engagement von Pfizer: „Vielfalt erfolgreich managen bedeutet: Unterschiede zu Stärken machen und Diskriminierung vermeiden. Der Einsatz des firme-neigenen Fair Play Teams ist dabei beispielgebend für eine moder-ne mitarbeiterorientierte Personalführung – ein Engagement, von dem nicht nur der weibliche Nachwuchs, sondern alle Mitarbei-ter profitieren.“

Mit der Unterzeichnung der gemeinsamen Erklärung „Frauen an die Spitze!“ im März 2012 haben sich Arbeitssenatorin Dilek Kolat und IHK-Präsident Dr. Eric Schweitzer dazu bekannt, die Förde-rung von Frauen in Führungspositionen in Berliner Betrieben stär-ker in das Licht der Öffentlichkeit zu rücken. Mittlerweile haben 66 Unternehmen die Erklärung unterzeichnet und sich dadurch öf-fentlich zum Thema bekannt. In Veranstaltungen, Workshops und Netzwerktreffen wurde kontinuierlich der Austausch zwischen den Betrieben ermöglicht. Handlungsempfehlungen, eindrucksvol-le Beispiele und Porträts von Berliner Frauen in Führung werden fortlaufend auf der Plattform der Kampagne www.frauen-an-die-spitze.berlin veröffentlicht.

Dilek Kolat und Dr. Eric Schweitzer zu Besuch bei Pfizer

Page 36: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

36

zu Gast im Restaurant ViaNovavon Michael Groys

Anlässlich des 25. Jahrestages des Mau-erfalls besuchte ich das italienische Re-staurant Via Nova auf Deutsch ,,Neues Leben“, welches kurz nach dem Fall der Mauer in den 90er Jahren diesen prä-genden Namen erhielt. Das in Familien-betrieb geführte Restaurant existiert seit 2004 im hippen Universitätskiez in Mit-te. Das erste Stammhaus befindet sich in der Revalerstraße in Friedrichshain. Zu Beginn beeindruckt Via Nova mit seiner Location. Hohe Decken, warme orange Wandfarben und vor allem sehr starke Betonung von Kunst durch Skulp-turen. Das Personal ist freundlich und vor allem sehr locker, was eine heimi-sche Atmosphäre herstellt. Via Nova ist ein Restaurant, welches sehr geschickt alle drei Teile des Restaurantalltages möglichst professionell manged : Früh-stück, Lunch und Abendessen. Ich hat-te das Vergnügen den dritten Teil zu be-werten.

Als Einführung, bestellte ich eine typische italienische Vorspeise: Carpaccio di Manzo und Vitelo Tonato. Für mich ist es immer besonders wichtig eine reguläre Speise zu bestellen um den Vergleich zu anderen Restaurants herzustellen. Besonders interessant war der Vitello Ton-nato mit gebratenen Pilzen, was der feinen Tuhnfischsoße noch eine besonders schmackhafte Note gab. Hinzu probierte ich einen hervorra-genden Büffelmozzarella aus Norditalien mit Tomaten und selbstgemachten Pesto. Insgesamt waren die Vorspeisen durchaus positiv zu be-werten, jedoch wurd eich vor allem von der Hauptspeise überwältigt. Ich bestellte weder Pizza noch Nudeln als Hauptspeise sondern meine Leidenschaft: Fleisch! Das argentinische Rumpsteak mit Barolorotweinjus und schwarzem Pfeffer war ein geschmackliches Erlebnis. Hier ist besonders die Sauce hervorzuheben, die das eher durchschnittliche Fleisch zum Leben erweckte. Eine derart leidenschaftliche, würzige Sauce habe ich selten gegessen. Der Preis von 19,90€ ist eindeutig gerechtfertigt und fair. Zum Hauptgericht gab es einen wunderbaren italienischen Merlot ,,Calanica“ Jahrgang 2011. Dieser starke trockene Wein verstärkte den Geschmack und war perfekt. Anschließend teste ich noch einen türkischen Rotwein von der Beere Syrah Viognier präsentiert durch den ersten türkischen Sommelier Ahmet Tosun.

Abschließend überraschte mich der Chefgastronom mit seinem Dessert: Frische Feigen mit Vanilleeis, Orangenbalsamicocreme und grünem Pfeffer. Die Kombination aus süß und würzig war ein Spiel mit den eigenen Geschmackssinnen. Auf jeden Fall war das der krönende Ab-schluss meines Besuches.

Zusammengefasst ist Via Nova ein empfehlenswertes Restaurant für größere Gruppen und Business Meetings. Es ist entspricht dem Geist von Mitte und ist ein wunderbarer Ort um einen anstrengenden Abend ausklingen zu lassen.

Page 37: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

37 37

* ungenügend ** mangelhaft *** befriedigend **** sehr gut ***** hervorragend

Essen *** Atmospähre *** Preis/Leistung *****

Page 38: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

38

In vino veritas- die Wahrheit liegt im Wein vor allem, wenn man den Wein versteht. Ja, nach dem Besuch bei Herrn Tosun habe ich ge-lernt, dass Weine verstanden werden müssen. Es gibt keinen guten oder schlechten Wein, es gibt einen der einem schmeckt oder nicht schmeckt. Dieser Grundsatz mag im Kern richtig sein, jedoch findet man in der Weinhandlung in der Bambergerstr. weitaus mehr In-formationen und Hintergründe zu den edlen Produkten aus allen Ländern der Welt. Angefangen von hier in Deutschland wenig bekann-ten hervorragenden georgischen Weinen bis hin zum deutschen Riesling, der nach den Worten des Sommeliers seinen Höhepunkt in der deutschen Weinherstellung erreicht hat.

Ahmet Tosun ist nicht nur ein Mensch mit großem Herz sondern ein Sommelier der höchsten Klasse. Über 20 Jahre Erfahrung in der Weinbranche, Teilnehmer und selbst Jury Mitglied von großen Weinwettbewerben und vor allem verzeichnet im bekannten Weinatlas, der die auserlesensten Weine der Welt zeigt. Er ist ein vieltalentierter Mann, der Prototyp eines Hedonisten und Gastronomen in einer Person. Tosuns Rat und die klaren Anweisungen bei meinem Tasting haben mir ein großes Wissen mitgegeben, welches ich noch Jah-re später verwenden werde. Ich bitte euch nun mit mir gemeinsam in die Welt der Weine zu tauchen und vor allem der Kunst der Wein-verkostung.

zu Gast in der Vinothek von Ahmet Tosunvon Michael Groys

Page 39: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

39 39

Als einer der wichtigsten Organe beim Degustieren von Weinen ist die Nase. Nach dem der Wein auf Sauberkeit, Abfluss und Durchsich-tigkeit mit dem Auge kontrolliert wurde, kann man durch die Nase die wesentlichen Töne eines Weines heraus riechen. Anschließend nimmt man einen kleinen Schluck und versucht den Wein im ganzen Mund zu verbreiten um die Vielfalt der Aromen zu spüren. Herr To-sun legt einen großen Wert auf die Meinung des Kunden und fragt jedes Mal von Neuem nach seinem Geschmacksempfinden. Geschmä-cker sind so unterschiedlich wie die Menschen, sodass jede Weinverkostung ein zwischenmenschliches Erlebnis ist. Nach dem ersten Schluck soll man im zweiten größeren Schluck schon ganz andere Noten raus schmecken. Wichtig sind bei den Weinen die Böden, die Lage, Sonnentage, die Beeren und natürlich auch der Hersteller. Alle diese Kompontene ergeben ein Strauß von Genuss, den Herr Tosun immer wieder betont.

An diesem Tag habe ich vier verschiedene Weine probiert, die nach Preisklasse und Anbaugebiet unterschiedlich geschmeckt haben. Be-sonders ist mir aber der Riesling Reichsgraf von Kesselstatt,,Sommerpalais“ aus dem Jahr 2013. Dieser fruchtige besondere Charakter mit Elementen von grünen Äpfeln und Birnen ist mir im Gedächtnis geblieben. Sehr zu empfehlen sind die westtürkischen Weine. Diese Wei-ne können locker mit Weltklasseweinen aus Spanien und Frankreich mithalten. Der mineralische Boden und die sorgfältige Produktion machen die Türkei zu einem neuen Hit unter Kennern.

Die Reak Weinfachhandlung ist mehr als ein Laden, es ist ein Show Room in dem Weine präsentiert werden, wie ein Hochzeitskleid. Dort wird das Gefühl vermittelt, dass der Kunde gleichzeitig ein Sommerlier ist. Die Offenheit im Dialog und die Kopetenz zeichnen diese Wein-fachhandlung in Berlin Wilmersdorf aus!

Wer Weine liebt, wer das Leben liebt, der darf sich diesen Laden und seinen charismatischen Sommerlier nicht entgehen lassen!

Page 40: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

40

Die "City-West" erlebt beispiellosen Bau-Boom

Endlich verschwindet das hässliche Aschingerhaus am Zoo.Nach dem erfolgreichem Bau des “Waldorf Astoria” und der Fort-führung der “City-West” Erweiterung, nach der Erneuerung des “Zoo Palastes” und des “Amerika Haus’es”, die Eröffnung des “Biki-ni-Haus” und der laufende Bau der “Upper West” war es eine logi-sche Konsequenz auch dieses Grundstück neu zu planen. Der Sex-Laden, die Wechselstuben und die vielen schnell Imbisse hatten schon lange gewirkt. “Es wird Zeit für einen Neubau, das ist für die Zukunft des Bezirkes von hoher Bedeutung sagt: Marc Schul-te (CDU), Baustadtrat von Charlottenburg-Wilmersdorf. Im Frühjahr 2015 beginnen die Bauarbeiten. Nach bisherigen Plä-nen sollen die Neubauten bis 2017 fertig sein.Die aus Schwaben stammenden Brüder August und Karl Aschinger hatten 1892 in der Nähe des Spittelmarktes ihre erste “Aschingers Bierquelle” eröffnet, eine Stehbierhalle nach dem Prinzip “billig und schnell”. Bald machten die Aschingers eine Reihe von Filialen auf, meist im Umfeld der großen Bahnhöfe, unter anderem auch in der Joachimstaler Straße gegenüber dem Bahnhof Zoo. Diese wur-de 1943 bei einem Luftangriff zerstört, am 15.2.1950 wieder eröffnet.1969 verkauften die Aschinger-Erben das Grundstück an die Firma Protos, die nach Entwürfen des Architekten Dietrich Garski bis 1973 für 26 Mio DM das neue Aschinger-Haus errichten ließ. Mieter wur-den zunächst unter anderem Dietrich Garski, ein Aschinger-Res-taurant und das Bekleidungshaus Leineweber, das bereits 1955 im Nebengebäude eine Filiale eröffnet hatte. Bis Ende 2010 befand sich in dem Haus auch das legendäre Restaurant Holst am Zoo.Wegen Zahlungsunfähigkeit der Protos KG wurde das Haus 1976 zwangsversteigert. Auch Aschinger schloss am 1.10.1976. Dietrich Garski kaufte das Haus für 12,8 Mio DM und verkaufte es noch im gleichen Jahr an die Freiherr von Hardenberg Grundstücksgesell-schaft, die den Architekten Hinrich Baller mit dem Umbau beauf-tragte. Schließlich übernahm die IVG-Tochter Botag das Gebäude.Den Zuschlag für den neuen Entwurf bekam das Architekturbüro Hascher Jehle.Im Untergeschoss, Erdgeschoss, im ersten Stock und im zweiten ziehen Geschäfte ein. Der obere Teil werden Büroräume. Vor allem wird die offene 150 Meter lange Schaufensterfront wieder Licht in diesen dunklen Gang bringen hoffen Anwohner.2014 wurde bekannt, dass die US-Amerikanische Investorenfirma Hines das Gebäude abreißen und auf den Grundstücken ein neues

Geschäftshaus bauen will.Der US-Investor Hines, das unter anderem am Alexanderplatz ein 150-Meter-Hochhaus plant,ist sehr zufrieden mit der Planung und freut sich die positive Ent-wicklung der “City-West” mitzugestalten.Auch der Blockplatz zwischen Bahnhof Zoo und Zoologischem Gar-ten, Hardenbergstraße und Hertzallee wird erneuert.Der Platz wird vor allem als PKW- und Reisebus-Parkplatz genutzt. Hier starten und enden wichtige Buslinien der BVG, so der legen-däre “Hunderter”, der dank seiner Sightseeing-Route bei Touristen sehr beliebt ist.Zur 750-Jahr-Feier Berlins 1987 wurde der Platz umgestaltet. Hin-ter dem BVG-Informationspavillon wurde der Bronzenachguss ein-erBüste Karl August Fürst von Hardenbergs von Christian Daniel Rauch aufgestellt.Im Zusammenhang mit den Planungen für ein riesiges Aussichts-rad hinter dem Bahnhof Zoo wird seit 2006 über eine Neugestal-tung des Hardenbergplatzes und seiner Umgebung diskutiert. So unter dem Platz eine privat finanzierte Tiefgarage errichtet wer-den. Seit August diesen Jahres wird er für ein Pfandpflaschenpro-jekt genutzt.Der große Wurf, wird mit der Grundsteinlegung des höchsten Wol-kenkratzers, das “Hardenberg” erreicht. Auf der Nordseite des Har-denbergplatzes soll ein 209 Meter hoher Turm gebaut werden und das “Waldorf Astoria” um das doppelte überragen. Entsprechende Pläne wurden von der “AG City”, ein Zusammen-schluss von Geschäftsleuten und Hauseigentümern in der City West, sowie dem Architekten Christoph Langhof vorgestellt. Man bezweckt hiermit am Ende der Joachimsthaler Strasse ein städtebauliches Ausrufezeichen zu setzen. Der Turm wird 52 Stock-werke hoch sein und wäre damit das höchste Haus Berlins. Einzelhandel und Gastronomie wird es im Erdgeschoss geben. vom 1. bis zum 12. Stock wird ein Hotel mit 230 Zimmern entstehen. Ab der 13. bis zur 30sten Etage werden Büros einziehen. Dann kommt die Techniketage und ab dem 32. ten Stockwerk bis zum 48. Stock Wohnungen und dann schließlich von der 49. bis zum 50. Stock wird es eine “Sky-Bar” mit einer Aussichtsplattform geben. Die letz-ten 2 Etagen sind wieder für die Technik vorgesehen. Im Moment wird der “Hardenbergplatz” als Abstellplatz für PKW genutzt.

Page 41: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

41 41

Page 42: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

Künye

Editör/HerausgeberGörsel Yönetmen / Layout: Özgür Ö[email protected]

Basım Evi / Druckerei:MOTIV OFFSET DRUCKEREIPrinzessinnenstraße 2610969 Berlin

İmtiyaz Sahibi / Inhaberin:Sevim Ercan

berlinturkBundespressekonferenzRaum: 5315Schiffbauerdamm 4010117 BerlinMobil: 0176 228 505 74Büro:+49(0) 30 / 537 933 90E-Mail:[email protected] Steuernummer: 24/279/61277

Danışma Kurulu:Dr. Attila Doğan, PD Dr. med. Meryam Schouler-Ocak, Mustafa Öztürk, Sey-han Yiğit, Cihan Sendan, Hüseyin Yıl-maz, Mehmet Can Özer ve Ali Özçelik

Baskı / Auflage: 10.000 / Sonderausgabe

Fotoğraflar / Fotos:123rf.com, fotolia.de, photodune.net, Anadolu Ajansı, Cihan Haber Ajansı

Reklam için:Mobil: +49 176 228 505 74E- Mail: [email protected]

Redaktör / RedaktionGörsel Yönetmen / Layout: Çağdaş Özbakan

Yazı İşleri Müdürü / Redaktion:

Kapak / Potre Fotos by Metin Yılmaz

Bütün Dergiler

Berlinturk.com

Facebook

Twitter

Vor 80 Jahren gründete ein Zusammenschluss emigrierter deutsch-sprachiger Autorinnen und Autoren den deutschen PEN-Club im Exil (Exil-PEN) in London. Aus diesem Anlass hat Kulturstaatsministerin Monika Grütters ein Symposium mit dem Thema „Sprache ist Frei-heit – Freiheit ist Sprache“ in Berlin eröffnet.

Monika Grütters erklärte: „Die Gründungsautoren waren fest entschlossen, das geistige Erbe Deutschlands und die Werte einer humanen Gesellschaft in der Fremde zu bewahren und zu verteidigen, während in Deutschland die Freiheit der Künste zu Grabe getragen und die Grundfeste der Demokratie in Schutt und Asche gelegt wurden. Gerade mit Blick auf diese, unsere Geschichte stehen wir besonders in der Pflicht, der künstlerischen Freiheit und der Freiheit der Sprache heute Zuflucht zu bieten. Der Exil-PEN hat die lebendige Kraft des freien Wortes im Ausland erhalten können – zu einer Zeit, als Sprache in Deutschland als Werkzeug für Ideologie und Propaganda missbraucht und ihrer Vielfalt an Ausdrucksmöglichkeiten be-raubt wurde. Wir haben aus zwei Diktaturen gelernt: Die Freiheit des Wortes, die Freiheit der Kunst sind Gradmesser für eine Demokratie. Wir brauchen die mutigen Dichter, die Vorden-ker einer Gesellschaft, denn sie sind es, die uns vor neuerlichen totalitären Anwandlungen zu schützen imstande sind. Sie sind der Stachel im Fleisch unserer Gesellschaft, der verhin-dert, dass intellektuelle Trägheit oder politische Bequemlichkeit die Demokratie einschlä-fern. Die Freiheiten der Kunst zu schützen, ist deshalb heute oberster Grundsatz verantwor-tungsvoller Kulturpolitik.“

Die zweitägige Veranstaltung hat sich zur Aufgabe gemacht die Bedeutung von Sprache im Hinblick auf Heimat, Identität und Freiheit in all ihren Facetten zu beleuchten– ein The-ma, mit dem sich viele zur Emigration gezwungene Autorinnen und Autoren aus Deutsch-land während der NS-Diktatur beschäftigten. Vor diesem Hintergrund bauten sie 1934 den deutschen PEN-Club im Exil auf. Zu ihnen gehörten etwa Heinrich und Thomas Mann, Lion Feuchtwanger und Bertolt Brecht. 1948 benannte sich der Exil-PEN um in PEN-Zent-rum deutschsprachiger Autoren im Ausland. Als selbständiger Verband besteht er neben dem PEN-Zentrum Deutschland bis heute fort. Ausrichter des Symposiums ist das Moses Men-delssohn Zentrum.

Die Bundesregierung engagiert sich aktuell in verschiedenen Projekten zum Thema Exil. Aus dem Etat der Kulturstaatsministerin fördert sie z.B. das 1999 ins Leben gerufene Programm „Writers in Exile“ des PEN-Zentrums Deutschland. Die Initiative bietet bis zu sieben Exilauto-ren über zwei Jahre einen sicheren Aufenthalt in Deutschland. Zudem fördert der Bund die Auseinandersetzung mit Exilkunst und dem Schicksal exilierter Künstler mit dem 2012 ge-gründeten virtuellen Museum „Künste im Exil“ unter Federführung der Deutschen Natio-nalbibliothek. Die digitale Ausstellung greift auf Bestände zahlreicher renommierter Kultur- und Forschungseinrichtungen zurück.

Kulturstaatsministerin Grütters: Freiheit des Wortes ist Gradmesser für Demokratie

Mit Freude wurde der Beschluss des Haushaltsausschusses des Deutschen Bundestages, die Haushaltsmittel für die Migrationsberatung um acht Millionen Euro zu erhöhen aufgenom-men. Hierzu erklärt die Beauftragte der Bundesregierung für Migration, Flüchtlinge und Inte-gration, Staatsministerin Aydan Özoguz: "Mehr Geld für Integrationsberatung für Einwande-rinnen und Einwanderer. Die Erhöhung der Haushaltsmittel um zusätzliche acht Millionen Euro für die Migrationsberatung für erwachsene Zuwanderer (MBE) ist ein großartiges Sig-nal für alle in der Integrationsarbeit Engagierten. Denn mit den zusätzlichen Mitteln stär-ken wir die Arbeit der Spitzenverbände der Freien Wohlfahrtspflege und des Bundes der Ver-triebenen. Für die Migrationsberatung stehen nunmehr insgesamt 34 Millionen Euro bereit.

Zur Migrationsberatung kommen viele Menschen, die Hilfe und Unterstützung brauchen, um in unserem Land zurechtzukommen. Viele Beraterinnen und Berater machen Über-stunden, weil sie helfen möchten, aber nur wenige Stunden bezahlt bekommen und immer mehr Menschen zur Beratung kommen. In Zeiten hoher Einwanderungszahlen sind die zu-sätzlichen 8 Millionen ein wichtiges Signal des Bundes.

Mit der MBE erreichen wir auch, dass die Menschen, die in unser Land gekommen sind, die für sie passenden Integrationskursangebote finden besuchen. Wir helfen ihnen mit der Be-ratung, dass sie die Kurse auch erfolgreich zu Ende bringen. Und wir helfen mit der MBE, dass es die Absolventen hiernach einfacher bei ihrer Integration in die Gesellschaft haben. Ich freue mich sehr, dass es gelungen ist, diesem Thema mehr Aufmerksamkeit und Unter-stützung zukommen zu lassen.“

8 Mio. Euro zusätzlich für die Migrations-beratung erwachsener Zuwanderer

Page 43: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014

Türk - Alman Hasta Bakım Servisi

dtp GmbH

„Leben, unbeschwert in den eigenen vier Wänden“

DTP - ZentraleLützowstr.2110785 Berlin

DTP Frankfurt Königsteinerstr. 83

65929 Frankfurt am Main

Tel: 030 25 79 79 51 www.dtp-p�ege.de

24 saat yoğun bakım merkezleri

Page 44: Jörg Zimmermann berlintürk kasım november 2014