Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein...

23

Transcript of Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein...

Page 1: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument
Page 2: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

Das Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass -kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monumentder Weltbürgerlichkeit, des Konsums und der Trink-

freude: ein 25 Meter langes und bis an die Decke reichendesRiesenregal mit Gin, Wodka und Whisky, mit Weinen ausFrankreich, Italien und der Neuen Welt. Die Duty-free-Malldes Atatürk-Flughafens ist eine der umsatzstärksten in Europa.

Den Namensgeber des Flughafens hätte das gefreut. MustafaKemal Pascha, genannt Atatürk, der Gründer der modernenTürkei, genoss den Raki, den türkischen Anisschnaps, auchzu islamischen Feiertagen.

Der gegenwärtige Ministerpräsident der Türkei, Recep TayyipErdogan, hält das Trinken für Sünde. Schon als Oberbürger-meister von Istanbul kujonierte er Barbesitzer, ließ auf städti-schen Grundstücken den Alkoholausschank verbieten. Vorgut vier Wochen setzte er ein Alkoholgesetz durch, das denAusschank nach 22 Uhr ebenso untersagt wie die Werbungfür Bier und Wein. „Das alte Alkoholgesetz“, begründete erdie Novelle im Parlament, „wurde von zwei Säufern durch-gesetzt, sollen wir nicht lieber das Gesetz Gottes vorzie-hen?“ Mit dem einen Säufer war Atatürk gemeint, mitdem anderen angeblich dessen Nachfolger Ismet Inönü.

Die Türken haben kein besonderes Alkoholismus-Pro-blem. Und dennoch berührt die scheinbar nebensächlicheAlkoholgesetzgebung in der Türkei eine viel grundsätzlichereFrage als anderswo in Europa. Es geht um die Identität desLandes, wie auch bei sozialen Normen für Bekleidung, Bart-tracht und Familienplanung.

DIE PROTESTE, die vor vier Wochen wegen eines umstrittenenBauprojekts am Istanbuler Gezi-Park begannen, haben einerverblüfften Führung in Ankara und einer überraschten Welt-öffentlichkeit vor Augen geführt, wie offen die Identität dermodernen Türkei nach wie vor ist. Ein Land, das seit seiner

İstanbul havalimanında pasaport kontrolünden geçen herturist, kendisini, dünya yurttaşlığının, tüketimin ve içkikeyfinin bir abidesi karşısında bulur: 25 metre uzunluğun-

da, tavana kadar yükselen, cin, votka ve viski şişeleriyle,Fransız, İtalyan ve Yeni Dünya şaraplarıyla donatılmış devasabir raftır gördüğü. Atatürk Havalimanı’nda işletilen DutyFree zinciri, Avrupa’da en fazla ciro yapanlar arasında yeralıyor.

Havalimanının isim babası görse, herhalde sevinirdi.Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve daha sonra Atatürkünvanını alan Mustafa Kemal Paşa dînî bayramlarda dahirakı keyfi yapardı.

TÜRKİYE’NİN BUGÜNKÜ başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’agöre içki içmek günah. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıolduğu dönemlerde bar sahiplerine yaka silktirir, belediyeyeait alanlarda alkol satışlarını yasaklatırdı. Yaklaşık dört haftaönce kabul ettirdiği alkol yasasıyla, bira ve şarap reklamı yap-

mak ve saat 22’den itibaren alkol satmak yasaklandı. Mecliskonuşmasında, yasayı "İki ayyaşın yaptığı yasa muteberde dinin emri neden reddediliyor?" sözleriyle savundu.İddia o ki, iki ayyaştan biriyle Atatürk’ü, diğeriyle, halefiİsmet İnönü’yü kastediyordu.Türklerin özel bir alkolizm sorunu yok. Yine de, önem-

siz gibi görünen alkol mevzuatı Türkiye’de, öteki Avrupa ülkelerine göre çok daha temel bir meseleye temas ediyor. Burada ülkenin kimliği sözkonusu, tıpkı giyim kuşama, sakalave aile planlamasına dair toplumsal normlarda olduğu gibi.

Yaklaşık dört hafta önce İstanbul Gezi Parkı’nda hayatageçirilmesi öngörülen tartışmalı bir inşaat projesi yüzündenbaşlayan protesto gösterileri, modern Türkiye’nin kimliğininhalen ne kadar müphem olduğunu, Ankara’da neye uğra-dığını şaşıran yönetimin de, hayretler içinde kalan dünya

Titel

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 378

Weiße Türken, schwarze Türken

Der wirtschaftliche Aufstieg hat die Gegensätze in der türkischen

Gesellschaft verdeckt, anstatt sie aufzuheben. Der EU-Beitritts-

kandidat am Bosporus steht vor einem historischen Neubeginn.

Ekonomik kalkınma Türk toplumundaki çelişkileri gidermedi,

sadece üzerlerini örttü. AB aday üyesi Türkiye’yi tarihi önemde bir yeniden

başlangıç bekliyor.

►►

Beyaz Türkler, siyah Türkler

ZUM ERSTEN MAL erscheint eine SPIEGEL-Titelgeschichteauch auf Türkisch – nicht weil es den fast drei MillionenDeutschtürken an Deutschkenntnissen fehlen würde, son-dern um ein Zeichen zu setzen. Denn die Ereignisse in derTürkei gehen alle an – Deutsche, Türken, Europäer.

İLK KEZ SPİEGEL’in bir kapak konusu aynı zamanda Türkçeyayınlanıyor. Üç milyona yakın Türkiye kökenli Almanya-lı’nın Almanca bilgisinden kuşku duyduğumuz için değil,bir sinyal verebilmek için. Çünkü Türkiye’de olup bitenlerherkesi ilgilendiriyor – Almanları, Türkleri, Avrupalıları.

Page 3: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

KY

OD

O /

SIP

A U

SA

/ D

DP

IM

AG

ES

Auseinandersetzung beim Taksim-Platz am 15. Juni

15 Haziranda Taksim Meydanı'na müdahale

Page 4: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

Gründung vor 90 Jahren, seinem Nato-Beitritt vor mehrals 60 Jahren, seinem Antrag zur Aufnahme in die EuropäischeGemeinschaft vor 25 Jahren immer fest den Westen im Blickhatte. Dieses Land, das zehn Jahre lang einen bemerkenswer-ten wirtschaftlichen Aufschwung erlebte, steht erneut vor derFrage, die es schon vor 90 Jahren umtrieb: Wer wollen wirsein? Wohin will diese Türkei?

Bei den Demonstrationen und den Gegendemonstrationendieser Tage treten die zwei Grundströmungen hervor, welchedie türkische Gesellschaft treiben: die progressive, urbane, aufEuropa ausgerichtete auf der einen Seite und die konservative,ländliche, tief vom Islam geprägte auf der anderen Seite.

SIE ERTRÜGEN ES NICHT MEHR, sagen die Aktivisten in derTürkei nun, dass ihnen ihr Ministerpräsident und seine Gesin-nungsbrüder vorschreiben wollten, wie sie sich anziehen, wieviele Kinder sie bekommen und dass sie in der Öffentlichkeitkeine Zärtlichkeiten austauschen sollen. Sie seien es leid, sagendie Anhänger von Erdogans islamisch-konservativer Parteifür Gerechtigkeit und Entwicklung (AKP), von einer verwest-lichten Elite bevormundet und zu provinziellen Simpeln er-klärt zu werden.

Beide Seiten behaupten, für die Mehrheit der Türken zusprechen. Das geht, weil die Türkei heute ein viel komplexeresGefüge ist als der rückständige Soldaten-und-Bauern-Staat,den Atatürk unter den Ruinen des untergegangenen Osmani-schen Reichs vorfand.

kamuoyunun da gözleri önüne serdi. Kuruluşundan buyana geçen 90 yıldır, NATO üyeliğini izleyen 60 küsur yıldırve Avrupa Topluluğu’na üyelik başvurusunun ardından geridebıraktığı 25 yıldır yüzünü daima kararlılıkla Batı’ya çevirmiş,on yıl boyunca dikkat çekici bir iktisadi gelişme yaşamışolan bu ülke, bir kez daha, 90 yıl önce cevaplamaya çalıştığısoruyla karşı karşıya: Kim olmak istiyoruz? Türkiye´nin ol-mak istediği yer neresidir?

BUGÜNLERDE YAPILAN gösteriler ve karşı gösterilerde Türk top-lumunda belirleyici olan iki ana yönelim netleşiyor: bir taraftailerici, kentli, Avrupa’ya odaklı olan, diğer tarafta ise muhafa-zakâr, kırsal alanda yaşayan ve İslamiyetin derinlemesine et-kilediği kesim.

Türkiye’de eylemciler, nasıl giyineceklerinin, kaç çocuksahibi olacaklarının ve kamusal alanda öpüşüp öpüşmeye-ceklerinin, başbakanları ve onun yandaşları tarafından dikteedilmek istenmesini artık kaldıramadıklarını söylüyorlar. Er-doğan’ın İslami-muhafazakâr Adalet ve Kalkınma Partisi’nin(AKP) taraftarları ise, Batılı bir elitin kendilerine yukarıdanbakmasından ve onlar tarafından taşralı cahiller olarak tabiredilmekten bıktıklarını söylüyorlar.

Her iki taraf, Türklerin çoğunluğu adına konuştuğunu iddiaediyor. Bu mümkün, çünkü bugünün Türkiye’si, Atatürk’ünçöken Osmanlı İmparatorluğu’nun harabeleri altındakarşılaştığı geri kalmış asker ve çiftçi devletinden çok dahakarmaşık bir oluşum.

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 380

JOH

AN

N R

OU

SS

ELO

T /

LA

IF

►►

Demonstranten am Istanbuler Gezi-Park: Immer den Westen fest im Blick İstanbul Gezi Parkı’nda direnişçiler: Gözler hep Batı’da

Page 5: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

Die Landflucht des 20. und der ökonomische Aufschwungdes frühen 21. Jahrhunderts haben die traditionellen Frontenaufgeweicht, ja zum Teil durcheinandergebracht. Während derersten Amtszeit Erdogans, in der dieser von einer überwälti-genden proeuropäischen Mehrheit getragen wurde, schien es,als entstehe da eine pluralistische Demokratie. 2005 eröffnetedie Europäische Union Beitrittsgespräche mit der Türkei.

Die Auseinandersetzungen der vergangenen Wochen wider-legen die Zuversicht jener Jahre. Der Konflikt zeigt, dass sichdie politischen Widersprüche in der Türkei verschärft haben,vom wirtschaftlichen Aufschwung verdeckt, dass die Sprachlo-sigkeit zugenommen hat und dass der Graben, der durch dietürkische Gesellschaft läuft, viel tiefer ist als angenommen.

Es gibt zwei gesellschaftliche Gruppen: Die urbanen „weißenTürken“ („beyaz türkler“) schauen herab auf die ländlichen„schwarzen Türken“ („kara türkler“) – beide Gruppen habenin den vergangenen zehn Jahren ihren Einfluss vergrößert.Während sich das Pro-Kopf-Einkommen der Türken real umdas Eineinhalbfache erhöhte, ist die Türkei zugleich weltlicherund frommer, progressiver und konservativer, städtischer undprovinzieller geworden.

AN KEINEM ANDEREN ORT FÄLLT DAS SO AUF wie in der 14-Mil-lionen-Metropole Istanbul. Die Stadt ist heute eines der be-liebtesten Reiseziele junger Leute aus ganz Europa. Istanbulzieht internationale DJs, Filmemacher und Aktionskünstleran, in den Museen und Galerien der Stadt werden Werke

20. yüzyılda yaşanan kentlere göç ve 21. yüzyılın başların-daki ekonomik kalkınma, geleneksel ayrımları yumuşattı,hatta kısmen altüst etti. Erdoğan’ın, Avrupa yanlısı ezici bir çoğunluğun da desteğini alan birinci görev döneminde,çoğulcu bir demokrasinin geliştiği izlenimi doğmuştu. 2005yılında Avrupa Birliği, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinibaşlattı.

Geçtiğimiz haftalarda yaşanan olaylar, o yılların iyimser-liğinin yersiz olduğunu ortaya koydu. Yaşanan olaylar, Tür-kiye’de siyasal çelişkilerin, ekonomik yükselişin gölgesindekeskinleştiğini, dilsizleşmenin arttığını ve Türkiye toplumunuayrıştıran uçurumun sanıldığından çok daha derin olduğunugösteriyor.

İKİ TOPLUMSAL GRUP VAR: Kentli „beyaz Türkler“ ve onlarıntepeden baktıkları, kırsal kesimin „siyah Türkleri“. Son onyılda her iki grubun da etkisi arttı. Türklerin kişi başına milligelirleri reel olarak birbuçuk katına yükselirken Türkiye aynızamanda hem daha dünyevi hem daha dindar, hem daha ilericihem daha muhafazakâr, hem daha kentli hem daha taşralıoldu.

Bunun en belirgin olarak görüldüğü yer, 14 milyon nüfuslumetropol İstanbul. Bu şehir, Avrupa’nın dört bir yanındangenç insanların en fazla akın ettiği yerlerden biri. İstanbul,uluslararası üne sahip DJleri, sinemacıları ve performans sa-natçılarını cezbediyor, şehrin müzelerinde ve sanat galerile-rinde, seksenlerin ve doksanlı yılların laik hükümetleri

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 3 81

SIP

A /

DD

P I

MA

GE

S /

DE

PO

PH

OTO

S

►►

Premier Erdogan bei einer Rede vor Anhängern am 16. Juni in Istanbul: „Wir sind die stille Mehrheit“ Başbakan Erdoğan İstanbul’da 16 Haziranda taraftarlarına hitap ediyor: „Biz sessiz çoğunluğuz“

Page 6: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

gezeigt, die unter den säkularen Regierungen der achtzigerund neunziger Jahre nie zu sehen waren. 2006 strömten Hun-derttausende in eine Picasso-Ausstellung; Plakate mit den dortgezeigten Akten hingen noch vier Jahre später in der europäi-schen Kulturhauptstadt Istanbul an den Wänden.

Mäzene wie die Erben der türkischen Industriellen-Dynas-tien Koç und Sabanci fördern eine lokale Kulturszene, die mitder drögen kemalistischen Staatskunst vergangener Jahrzehntenichts mehr gemein hat. Viele ihrer kreativsten Köpfe warenunter den Demonstranten der vergangenen Wochen – zuletztder Aktionskünstler Erdem Gündüz, der nach der Räumungdes Gezi-Parks Anfang voriger Woche stundenlang wort- undregungslos vor einem Atatürk-Porträt verharrte, so die Poli-zisten in Verwirrung stürzte und binnen Stunden HunderteNachahmer fand.

DEM IM GEZI-PARK demonstrierten Selbstbewusstsein der Op-position steht ein Selbstbewusstsein gegenüber, das sich ananderen Orten und auf andere Weise ausdrückt: Die vom ke-malistischen Establishment lange ignorierten Türken, die sichbei den Demonstrationen der AKP versammeln, sprechen mitentwaffnender Offenheit aus, dass nun sie an der Macht seien:„Wir sind die stille Mehrheit, nicht das Gesindel, das versucht,uns Angst einzujagen“, so die Erdogan-Unterstützerin Ruvey-da Alkan auf einer Pro-AKP-Demo am vorigen Montag. MuratArslan, ein Händler aus dem Islamistenviertel Fatih, sagte:„Die Opposition versucht, die Leute zu provozieren, Ärger zu

döneminde hiçbir zaman görülememiş yapıtlar sergileni-yor. 2006 yılında açılan Picasso sergisine yüzbinlerce ziyaretçiakın etmişti; sergilenen nülerin afişleri, aradan dört yıl geçtik-ten sonra, Avrupa Kültür Başkenti İstanbul duvarlarında ası-lıydı.

Koç ve Sabancı gibi Türkiye’nin önde gelen sanayici aile-lerinin mirasçılarından oluşan sanat hamilerince desteklenenyerel kültür çevrelerinin, geçmiş onyıllardaki kasvetli Kema-list devlet sanatı ile hiç bir ortak yönü yok. Bu çevrelerin enyaratıcı temsilcileri, geçtiğimiz haftalarda göstericilerin ara-sında yer aldı. Son olarak geçtiğimiz hafta başında Gezi Par-kı’nın zorla boşaltılmasından sonra, performans sanatçısı Er-dem Gündüz bir Atatürk resminin karşısında saatlerce hare-ketsiz biçimde ve hiç konuşmadan durarak polisleri şaşkınaçevirmiş ve birkaç saat içinde yüzlerce duran adam ortayaçıkmıştı.

MUHALİF DÜŞÜNCENİN GEZİ PARKI’NDA sergilediği özgüveninkarşısında, kendisini başka ortamlarda ve başka biçimlerdegösteren farklı bir özgüven de var: Kemalist seçkinlerinuzun süre hiçe saydığı ve AKP mitinglerinde bir araya gelenTürkler, iktidar sırasının artık kendilerinde olduğunu büyükbir açık yüreklilikle ifade ediyorlar. Geçtiğimiz Pazartesidüzenlenen AKP yanlısı bir gösteriye katılan Erdoğan des-tekçisi Ruveyda Alkan şöyle diyor: „Asıl sessiz çoğunlukbiziz, bizi sindirmeye çalışan o güruh değil.“ İslamcılarınsemti Fatih’te çalışan Murat Arslan isimli esnaf ise „Muha-

Titel

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 382

Türkische Parlamentswahl 2011

2011 Türkiye Genel Seçimleri

Wahlergebnis nach Provinzenİllere göre seçim sonuçları

Q AKP Erdogans islamisch-konservative Partei

Q CHP kemalistisch, sozialdemokratisch

Q BDP Block aus prokurdischen und linken Parteien

Q MHP rechtsextrem, nationalistisch

Ankara

Istanbul

Sonntagsfrage Türkei

Türkiye´de Pazar günü sorusu„Wen würden Sie wählen, wenn am kommenden Sonntag Parlamentswahl wäre?““Bu Pazar genel seçim olsa hangi partiyeoy verirsiniz?“

AKP MHPCHP

Metropoll-Umfrage vom 3. bis 12. Juni 2013; 2818 Befragte; Angaben in Prozent; an 100 fehlende Prozent: unentschieden/ keine Angabe

Araştırma, Metropoll tarafından 3-12 Haziran 2013 tarihleri arasındatoplam 2818 kişi ile gerçekleştirilmiştir; sonuçlar yüzde olarak verildi;yüzde 100 için eksik kalan oran: fikrim yok / cevap yok şıkları.

35

15

23

Veränderung zum Wahlergebnis 20112011 seçim sonuçlarına göresaptanan değişiklikler

–15

–3

BDP

6

+2

FA

TM

A C

ELIK

/ N

AR

PH

OTO

S /

LA

IF

►►

SIN

AN

CA

KM

AK

/ A

NZ

EN

BE

RG

ER

Barbesucher in Istanbul

İstanbull’da bir barda

Betende Frauen in der Provinz Diyarbakir

Diyarbakır’da dua eden kadınlar

Page 7: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

machen und Stimmen zu gewinnen. Sie will die Regierungstürzen, aber das wird ihr nicht gelingen.“

Genauso deutlich wies Ankaras Europaminister Egemen Ba-giş vergangenen Donnerstag Kritik der Bundesregierung zurück:„Wenn Frau Merkel sich die Sache anschaut, wird sie sehen,dass diejenigen, die sich in die Angelegenheiten der Türkei ein-mischen, kein glückliches Ende nehmen.“ BundesaußenministerGuido Westerwelle konterte: „Die Reaktion auf die Protestewar leider nicht sehr europäisch, insbesondere die überzogene,scharfe Rhetorik. Wer sich als Teil unserer Wertegemeinschaftsieht, sollte friedlichen Protest schützen und nicht als Bedrohungempfinden. Dennoch: Ich werbe dafür, den Gesprächsfaden mitder Türkei nicht auszudünnen, sondern an einer Festigung be-sonders beim Thema Rechtsstaatlichkeit zu arbeiten.“

Wenig später legte Bagiş nach: Merkel solle ihre Bedenkengegen einen EU-Beitritt der so ruppig agierenden Türkei zu-rückziehen. Bis zu diesem Montag. Sonst werde das Folgenhaben.

Das Selbstbewusstsein der AKP-Anhänger zeigt sich auchim Habitus jener Anatolier und Schwarzmeertürken, die, wirt-schaftlich erfolgreich und konservativ, in Istanbul angekom-men sind. In ihren Vierteln haben sie eine Zone der Moscheenund Minarette errichtet. Das ist ein anderes Istanbul, eineStadt, in der Bikini-Werbung übermalt wird und Ladenbesitzeraufgefordert werden, keinen Alkohol mehr zu verkaufen, eineStadt, in der sich Angehörige der neuen muslimischen Bour-geoisie Paläste im neoosmanischen Stil bauen, weil ihr Reich-tum nicht europäisch aussehen soll. In Bezirken wie Fatih undSultanbeyli wächst der Druck, sich so zu verhalten, wie es re-ligiösen Normen entspricht. „Von einem Tag auf den anderenwaren alle Kindergärtnerinnen verschleiert“, erzählt eine Mut-ter, die ihre Kinder in einem Hort in Istanbul abgab. „Sie be-schimpfen uns als dreckige Nutten, weil wir kurze Ärmel undkurze Röcke tragen“, berichteten vergangene Woche zweiSchülerinnen aus Pendik, einem Außenbezirk von Istanbul.

MODERNE TÜRKEN fühlen sich in diesen Stadtteilen so deplat-ziert wie die Konservativen in den Künstler- und Journalis-tenvierteln im Westen der Stadt. Als vor wenigen Tagen ander Bootsanlegestelle Kabataş unterhalb des Taksim-Platzeseine ausländische Fernsehcrew ihre Kamera auf eine bäuerlicheFamilie richtete, pflaumte eine modern angezogene junge Tür-kin die Journalisten auf Englisch an: „Filmt nicht dauernddiese Leute. Das ist nicht die wirkliche Türkei.“

Die Kontraste in Istanbul sind härter, als die Tourismusbro-schüren glauben machen, welche die Stadt als eine „Brückeder Zivilisationen“ preisen. Und diese Gegensätze entstandenbereits vor Jahrzehnten.

Die Revolution, die Atatürk dem Rumpfstaat des Osmani-schen Reichs aufdrückte, war einer der radikalen Kulturbrüchedes 20. Jahrhunderts. Er ersetzte die arabische Schrift durchdie lateinische, das islamische Gesetz und das Sultanat durchwestliche Ideen: Er führte das Wahlrecht für Frauen und Män-

ner ein, schuf ein säkulares Bildungswesen und verbot denTürken in Ämtern und an Universitäten, Pluderhosen, Kopf-tücher und den traditionellen Fes zu tragen. So verdächtig derautoritäre Staatsmann den Nachkriegsdeutschen immer ge-blieben ist, so unbestritten ist seine Modernisierungsleistung.

Die strittige Frage, die Atatürk seiner Republik hinterließ,war jene nach dem Verhältnis von Religion und Staat. Drei-mal – 1960, 1971 und 1980 – schritt die Armee gegen Politikerein, unter denen auch Religiös-Konservative waren. Nach demvierten, direkt gegen die Islamisten gerichteten kalten

lefet insanları tahrik etmeye, huzursuzluk çıkarmaya ve oykazanmaya çalışıyor. Hükümeti devirmek istiyorlar, amabaşaramayacaklar.“

Geçtiğimiz Perşembe günü Ankara’nın Avrupa Bakanı Ege-men Bağış da, Almanya Federal Hükümeti’nin eleştirileriniaynı  açıklıkla geri çevirdi: „Sayın Merkel de eğer bir kezdaha gözden geçirirse, Türkiye ile uğraşanların sonunun pekhayırlı olmadığını kendisi görür.“ Cevap, Federal Dışişleri

Bakanı Guido Westerwelle’den geldi: „Protestolara verilencevap, ne yazık ki pek Avrupai olmadı, özellikle, aşırıya ka-çan keskin üslup. Kendini değerler birliğimizin parçası olarakgörenler, barışçı protestoları tehdit olarak algılamak yerine,savunmalıdır. Yine de, ben Türkiye ile diyaloğun zayıflatıl-maması, özellikle hukuk devleti konusunda daha sıkı kurul-ması çağrısında bulunuyorum.“

Kısa bir süre sonra Bağış bir hamle daha yaptı: Merkel,başına buyruk hareket eden Türkiye’nin AB üyeliği konu-sundaki tereddütlerinden vazgeçmeliydi. Pazartesi gününekadar. Yoksa bunun bazı sonuçları olacaktı.

AKP taraftarlarının özgüveni, Anadolu’dan ve Karadenizbölgesinden İstanbul’a göç etmiş, ekonomik başarıyı yakala-mış muhafazakâr kesimlerin tavrında da görülüyor. Bu in-sanlar, kendi semtlerinde cami ve minarelerden, kıraathane-lerden ve dindar kadınların, önce saçlarını yaptırıp, ardındanbaşörtüsüyle kapattıkları „tesettür“ kuaför salonlarındanoluşan bölgeler yaratmışlar.

Başka bir İstanbul bu; bikinili reklam panolarının üzerininboyandığı, dükkan sahiplerinden alkol satmamalarının is-tendiği bir şehir, yeni Müslüman burjuvazisinin, zenginlik-leri Avrupai görünmesin diye Neo-Osmanlı tarzında köşklerinşa ettikleri bir şehir. Fatih ve Sultanbeyli gibi semtlerdedini değerlere uyma konusunda mahalle baskısı artıyor.„Aniden bütün yuva öğretmenleri başörtüsü takmaya başla-dı“, diyor, çocuklarını İstanbul’da bir yuvaya bırakan biranne. „Kısa kollu ve kısa etek giydiğimiz için bize pis oros-pular diye hakaret ediyorlar“, diyordu geçtiğimiz hafta İs-tanbul’un kenar semtlerinden biri olan Pendik’ten iki kızöğrenci.

MODERN TÜRKLER BU SEMTLERDE yerlerinin olmadığını his-sediyor, aynen muhafazakarların, şehrin batısındaki gazetecive sanatçı semtlerinde kendilerini yanlış yerde hissetmelerigibi. Birkaç gün önce, Taksim Meydanı’nın hemen altındakiKabataş iskelesinde bir yabancı televizyon ekibi, kamerala-rını bir köylü aileye yönelttiğinde, modern giyimli genç birkadın gazetecileri İngilizce azarladı: „Çekmeyin sürekli şun-ları. Gerçek Türkiye bu değil.“

İstanbul’daki farklılıklar, İstanbul’u „uygarlıklar arasındabir köprü“ olarak sunan turizm broşürlerinde görülenler-den çok daha sert. Ve bu çelişkiler onyıllar öncesindeoluştu.

Atatürk’ün Osmanlı İmparatorluğu’ndan arta kalan devlet-te yaptığı devrim, 20. yüzyılın radikal kültürel kopuşlarındanbiri. Atatürk, Arap alfabesinin yerine Latin alfabesini, İslamihukukun ve saltanatın yerine Batılı fikirleri getirdi: Erkeklerve kadınları seçme ve seçilme hakkına kavuşturdu, laik bireğitim sistemi kurdu ve resmi dairelerde ve üniversitelerdeşalvarı, başörtüsünü ve fesi yasakladı. Bu otoriter devletadamına, savaş sonrasında Almanlar ne kadar kuşkuyla bak-mış olursa olsun, modernleşme konusundaki başarıları tar-tışmasız.

Atatürk’ün, kurduğu cumhuriyete miras bıraktığı tartışma-lı konu, dinle devlet arasındaki ilişkiydi. Ordu, üç kez –

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 3 83

►►

46%

der Befragten halten

die Demonstrationen

für nicht gerechtfertigt.

Ankete katılanların % 46´sı

yapılan gösterileri haklı

bulmuyor.

62%der Befragten meinen, dass

die Medien die Ereignisse

nicht richtig wiedergeben.

Ankete katılanların % 62´si

olayların medya tarafından

doğru yansıtılmadığına inanıyor.

Page 8: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

50

36

Ja Evet

Nein Hayır

„Wird die Regierung zunehmend repressiv und autoritär?““Hükümetin giderek daha baskıcı ve otoriterbir tavır takındığını düşünüyor musunuz?“

54

40

Ja Evet

Nein Hayır

„Mischt sich die Regierung in das Privatleben der Menschen ein?““Hükümet insanların özel hayatınamüdahale ediyor mu?“

31

43

Ja Evet

Nein Hayır

„Soll das Präsidialsystem eingeführt werden?“*

“Başkanlık sistemine geçilmeli midir?“*

* Da Erdogan als Ministerpräsident nicht wiedergewählt werden darf, strebt er nach dem Amt des Präsidenten. Dieses soll nach seinen Vorstellungen mehr Befugnisse erhalten.* Siyasi partiler mevzuatı gereğince yeniden seçilemeyen Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı olmayı hedefliyor. Erdoğan Cumhurbaşkanlığının yetkilerini genişletmek istiyor.

Putsch der Militärs wurde der Istanbuler Oberbürgermeis-ter Erdogan zu einer zehnmonatigen Haftstrafe verurteilt.

Es war ein Einschnitt, ohne den der Aufstieg des charisma-tischen Politikers, aber auch seine derzeitige Krise nicht zuverstehen sind. Erdogan löste sich nach dem Urteil von seinemradikalen Mentor, dem gestürzten Ministerpräsidenten Necmet-tin Erbakan, und begab sich auf den Weg in die politischeMitte. Nur so war es ihm möglich, in den folgenden Jahrenderart dauerhafte Mehrheiten zu erzielen, wie es sie in dertürkischen Politik zuvor nie gegeben hatte.

Erdogans Verdienste sind unbestritten. Hatte Atatürk dasLand modernisiert, so hat Erdogan es zu einer respektiertenRegionalmacht ausgebaut. Hatte Atatürk die Türkei säkulari-siert, so hat Erdogan sie demokratisiert. An keinem seinerWahlsiege hat je ein ausländischer Beobachter Zweifel geäu-ßert. Seine nachhaltigen Erfolge aber – die Befreiung der Tür-

kei aus dem Griff des Militärs, die Beteiligung breiter Schichtenam Wohlstand und die Beitrittsverhandlungen mit der EU –liegen in seiner ersten Amtszeit.

Journalisten und ehemalige Weggefährten, die ihn über Jah-re und aus der Nähe beobachtet haben, datieren den Um-schwung in seiner Karriere auf die Zeit des zweiten Wahlsiegs2007. Damals traten erste Anzeichen von Selbstherrlichkeitauf: Er zerrte Karikaturisten vor Gericht, die ihn als Katze,Pferd oder Kuh darstellten, er verfolgte den ihm missliebig ge-wordenen Pressekonzern Dogan, seine Justiz ließ Militärs zuHunderten wegsperren. Zwei private Schicksalsschläge – derTod seiner Mutter im Oktober 2011 und eine schwere Erkran-kung – scheinen ihn zusätzlich verhärtet zu haben.

DER MINISTERPRÄSIDENT ist nicht mehr der begnadete Politiker,der vor zehn Jahren die Türkei aus den Angeln hob. Er istnicht mehr jener taktisch kluge, seine Gegner erst messendeund dann souverän in die Schranken weisende Machiavellist,als der er 1999 aus der politischen Haft kam.

Es war eine bemerkenswerte Rede, die Erdogan vergangeneWoche vor seiner Parlamentsfraktion hielt. Hatte er die An-hänger der Protestbewegung zuvor als „Lumpen“ und „Ex-tremisten“ bezeichnet, so beschimpfte er sie nun als „Verräter“und machte „ihre Partner im Ausland“ für die Unruhen ver-antwortlich. „So eine Sprache haben wir hier lange nicht mehrgehört“, wundert sich ein Parlamentsjournalist in Ankara. „Sohat man zuletzt zu Zeiten der Militärdiktatur gesprochen.“

„Er redet wie ein Diktator“, sagt Veli Agbaba, ein Abgeord-neter der kemalistischen Oppositionspartei CHP, über Erdogan.„Er betrachtet die Hälfte des türkischen Volkes offenbar alsseine Feinde. Er wiegelt die Menschen gegeneinander auf.“

Auch der Parlamentarier Altan Tan, Mitglied einer prokur-dischen Oppositionspartei, ist beunruhigt – obwohl ErdogansAKP als erste Regierungspartei einen Friedensprozess mit denKurden eingeleitet und mit dem inhaftierten PKK-Führer Ab-dullah Öcalan einen Waffenstillstand ausgehandelt hat. Esgebe zurzeit keine wirkliche Gewaltenteilung in der Türkei,

1960, 1971 ve 1980’de – aralarında dindar-muhafazakarla-rın da yeraldığı siyasilere müdahalede bulundu. Askerlerin,doğrudan doğruya İslamcılara yönelik soğuk darbesinin ar-dından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Erdoğan onay hapis cezasına çarptırıldı.

Bu karizmatik siyasetçinin yükselişinin de, şu andaki kri-zinin de anlaşılması, ancak bu müdahalenin hatırda tutul-masıyla mümkün. Erdoğan, bu hükümden sonra radikal reh-beri, devrilen başbakan Necmettin Erbakan’dan yolunu ayır-dı ve siyasi merkeze doğru yola çıktı. İzleyen yıllar içinde,Türkiye siyasetinde görülmemiş çoğunlukları böylesine ka-lıcı olarak kendisine bağlayabilmesi, ancak bu sayede müm-kün oldu.

Erdoğan’ın başarıları  herkes tarafından kabul ediliyor.Atatürk ülkeyi modernleştirdiyse, Erdoğan da saygı görenbir bölgesel güce dönüştürdü. Atatürk Türkiye’yi laikleştir-

diyse, Erdoğan da demokratikleştir-di. Hiçbir seçim zaferinde tek biryabancı gözlemci dahi herhangi birkuşku dile getirmedi. Ancak kalıcıbaşarıları – Türkiye’nin asker pen-çesinden kurtarılması, geniş kesim-

lerin refaha katılması ve AB ile üyelik müzakereleri – ilkbaşbakanlık dönemlerine ait.

Kendisini yıllar boyunca yakından gözlemlemiş olan ga-zetecilere ve eski yol arkadaşlarına göre, Erdoğan’ın kariye-rindeki yön değişimi 2007 yılındaki ikinci seçim zaferi döne-mine rastlıyor. Tavizsiz bir tutumun ilk işaretleri o dönemdeortaya çıktı: Kendisini kedi, at ya da inek olarak çizen kari-katüristleri mahkemeye verdi, arasının açıldığı Doğan yayıngrubuna karşı harekete geçti, yüzlerce ordu mensubu tutuk-landı. Kaderin özel hayatında vurduğu iki darbenin de – an-nesinin 2011 Ekiminde ölümü ve birkaç hafta sonra tutulduğuağır hastalık – onu daha da sertleştirmiş görünüyor.

BAŞBAKAN, on yıl önce Türkiye’yi köklü olarak değiştirmişolan o yetenekli siyasetçi değil artık. Siyasi tutukluluğununardından 1999’da cezaevinden çıkan akıllı taktikçi, karşıtlarınıönce tartan, sonra kendinden emin bir tavırla onlara hadlerinibildiren, Makyavelist değil.

Erdoğan’ın geçen hafta partisinin meclis grubunda yaptığıkonuşma dikkat çekiciydi. Daha önce direniş hareketinin ta-raftarlarını „çapulcu“ ve „aşırı uç“ olarak tanımlamışken,şimdi „hain“ diyordu onlara ve olayların sorumluluğunu„yurt dışında onlarla işbirliği içinde olanlara“ yüklüyordu.„Böyle bir üslupla burada çoktandır karşılaşmadık“, diyorAnkara’da bir meclis muhabiri hayretler içinde: „En son as-keri diktatörlük döneminde böyle konuşuluyordu.“

„Diktatör gibi konuşuyor“, diyor Kemalist muhalefet partisiCHP’nin milletvekillerinden Veli Ağbaba, Erdoğan hakkında.„Türk halkının yarısını düşman olarak gördüğü anlaşılıyor.İnsanları birbirine karşı kışkırtıyor.“

Kürtlere yakın bir muhalefet partisinin milletvekili AltanTan da endişeli – her ne kadar Erdoğan’ın AKP’si ilk hükümetpartisi olarak Kürtlerle bir barış süreci başlattıysa ve ceza-evindeki PKK yöneticisi Abdullah Öcalan’la umut vaadedenbir ateşkes konusunda uzlaşmaya vardıysa da. Tan, Tür-kiye’de şu anda, tüm kurumların – adalet, ordu, polis ve bü-rokrasi – zirvelerindeki kişilerin AKP’nin adamları olmasın-

Titel

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 384

►►

52%der Befragten glauben, dass die Ereignisse

vom Gezi-Park ihr Verhalten bei der nächsten

Wahl beeinflussen werden.

Ankete katılanların % 52´si Gezi Parkı

olaylarının bir sonraki seçim tercihlerine

yansıyacağını düşünüyor.

Page 9: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

47

50

Ja Evet

Nein Hayır

„Haben Sie Angst, öffentlich Ihre politische Meinung zu sagen?““Siyasi düşüncenizi açıklarken endişeduyuyor musunuz?“

41

53

Ja Evet

Nein Hayır

„Sind die Medien in der Türkei frei?““Türkiye´de medyaözgür müdür?“

23Anhänger der AKP/AKP´li seçmenlerde: 38%

Anhänger der AKP/AKP´li seçmenlerde: 42% 63

Ja Evet

Nein Hayır

„Soll der Gezi-Park durch das geplante Bauprojekt verdrängt werden?“ “Gezi Parkı halen gündemdeki projekapsamında dönüştürülsün mü?“

dan dolayı gerçek bir kuvvetler ayrılığının olmadığını  söy-lüyor. „Erdoğan da, devleti kendi malları gibi gören Kema-listlerden farklı davranmıyor.“

Tan’ın tanısı doğru. Türkiye’nin taşlaşmış hakimiyet devle-tinin zincirini kıran Erdoğan, şimdi, bir zamanlar kendisinicezalandırmış olanların araçlarıyla sürdürüyor iktidarını. Ke-malistlerin onyıllar boyunca demokratikleşmeyi engelleme-sinin gerisinde yatan, her şeyi tek başına belirleme iddiasınasahip.

ŞİMDİLİK GEZİ PARKI’NDAN çıkarılmış olan direnişçiler için,Türkiye toplumunun büyük bir kesiminin, hedeflerini paylaşmıyor olması acı bir bilgi olabilir. Ama Erdoğan için,meşru bir önder olabilmek için meclis çoğunluğunun kendisine yetmediğini farketmek daha da acı verici olacak-tır.

Türkiye’nin kimliği için verilen mücadelede ne kazananlarolacak, ne kaybedenler. „Siyah“ ve „beyaz“ Türkler artıkbirbirleriyle konuşmak zorunda.

DANIEL STEINVORTH, BERNHARD ZAND

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 3 85

FO

TO

S:

AG

ATA

SK

OW

RO

NE

K /

DE

R S

PIE

GE

L

Taksim Meydanı’nda duran adam direnişi: dünyayı şaşırttı Stand-Protest auf dem Taksim-Platz am 20. Juni: Die Welt überrascht

sagt Tan, weil die Spitzen aller Institutionen – Justiz, Militär,Polizei und Bürokratie – mit AKP-Leuten besetzt seien. „Er-dogan verhält sich nicht anders als die Kemalisten, die denStaat als ihr Eigentum betrachten.“

Tans Befund trifft zu. Erdogan, der den versteinerten türki-schen Machtstaat aufgebrochen hat, regiert inzwischen mitden Mitteln derer, die ihn einst verfolgten. Er erhebt den glei-chen Alleinvertretungsanspruch, mit dem die Kemalisten jahr-zehntelang die Demokratisierung verhindert haben.

ES MAG FÜR DIE DEMONSTRANTEN, die fürs Erste aus demGezi-Park vertrieben wurden, eine schmerzhafte Einsicht sein,dass ein großer Teil der türkischen Gesellschaft ihre Zielenicht teilt. Doch für Erdogan wird es noch schmerzhafter seinzu erkennen, dass es mehr braucht als parlamentarische Mehr-heiten, um ein legitimer Anführer zu sein.

Es wird im Ringen um die Identität der Türkei keine Siegerund keine Verlierer geben. Die „schwarzen“ und die „weißen“Türken werden miteinander reden müssen.

DANIEL STEINVORTH, BERNHARD ZAND

Page 10: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

Ich hocke in einer osmanischen Sitzecke in Istanbul undtrinke Tee, seit Stunden höre ich Sahmi zu. „Erdogan hatgewonnen“, das sagt er immer wieder, manchmal hebt er

dabei die Hand, manchmal haut er auf den Tisch. Sahmi ist64, er ist Rentner, er lebt in Istanbul. Und er ist mein Onkel.

In den vergangenen Wochen hat Sahmi oft in der kleinenMoschee in seiner Straße für Premier Recep Tayyip Erdogangebetet, damit Gott ihn schützen und ihm Kraft geben mögegegen die Angreifer. Erdogan hat Sahmi noch nie enttäuscht,auch jetzt sieht mein Onkel ihn als Sieger.Erdogan habe die Schlacht um den Tak-sim-Platz gewonnen, jetzt müssten dieSchuldigen nur noch bestraft werden.Dann, sagt Sahmi, sei er zufrieden.

Schließlich hätten die Demonstrantenalles zerstört, den schönen Rasen unddie Blumen, sie hätten städtische Busseangezündet und Polizeiwagen gestohlen.Noch schlimmer, sie hätten seinen Pre-mier und die AKP beleidigt, die Partei,die Sahmi wählt und von der er glaubt,in ihren Händen sei sein Land am bestenaufgehoben.

Mein Onkel hat sich das Protestdorfim Gezi-Park nicht angesehen, dabeiliegt es keine 15 Kilometer von seinerWohnung entfernt. Aber er hat gehört,was Erdogan über das Zeltcamp gesagthat, das genügte ihm, um zu wissen: Esstinkt dort nach Pisse, es wurden Kon-dome gelagert, und die Demonstrantenwaren allesamt Terroristen. Er glaubt,dass finstere Kräfte hinter dem Proteststecken, aus dem Inland wie dem Aus-land.

REDET ER ÜBER EINEN ANDEREN ORT? Ichhabe mit den Menschen im Gezi-Parkviel Zeit verbracht in den vergangenenWochen, war tagelang dort und habe mitihnen geredet. Wir wurden angegriffen,ich habe Reizgas eingeatmet, bin vor derPolizei geflohen, wurde beinahe festge-nommen. Und jetzt sagt mein Onkel, die-se Menschen seien alle Terroristen?

İstanbul’da bir Şark Köşesinde oturmuş, çay içiyorum. Saat-lerdir Sahmi’yi dinliyorum. “Erdoğan kazandı” deyimini-sürekli tekrar ediyor. Bazen elini kaldırıyor, bazen masaya

vuruyor. Sahmi 64 yaşında, emekli, İstanbul’da yaşıyor. Vebenim eniştem.

Geçtiğimiz haftalar boyunca Sahmi eniştem oturduğu so-kaktaki küçük camide, Allah Başbakan Recep Tayyip Er-doğan’ı korusun ve ona saldıranlara karşı güç versin diye de-falarca dua etti. Erdoğan, Sahmi eniştemi hiç hayal kırıklığına

Titel

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 386

Sahmi und die alte TürkeiSahmi ve eski Türkiye

Der Onkel in Istanbul liebt Erdogan, der Cousin schläft im Protestcamp,

und in Deutschland streiten die Eltern.Eine ganz normale türkische

Familie in Zeiten des Aufruhrs. Von Özlem Gezer

İstanbul’daki eniştem Erdoğan hayranı; ku-zenim direnişçilerle birlikte çadırda kalıyorve Almanya’da annem ile babam aralarındakavga ediyor. Türkiye’de ayaklanma devamederken, sıradan bir Türk ailesinin son dere-

ce normal tablosu. Yazar: Özlem Gezer

RE

NA

EF

FE

ND

I /

INS

TIT

UT

E

Erdogan-Anhänger Onkel Sahmi: Stolz auf die Stillen

Erdoğan destekçisi Sahmi Enişte: sessizlerle gurur duyuyor

Page 11: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

Ausgerechnet Sahmi, verheiratet mit der Schwester meinerMutter, Sandkastenfreund meines Vaters, der Mensch, mitdem ich das erste Mal im Zoo war. Er ist mir so fremd wie niezuvor.

Ich war in Berlin, als die Proteste in Istanbul begannen. Aufmeinem Computer lief der Livestream eines norwegischenSenders, der vom Taksim-Platz berichtete. Es flogen Gas -granaten, es sah aus wie ein Schlachtfeld. Ich versuchte zuverstehen, was in dieser Stadt los war, in der ich als Kindjeden Sommer verbrachte. Also rief ich meinen Vateran, er sagte: „Das ist eine Revolution gegen den Sultan,endlich.“ Meine Mutter schrie ins Telefon, das seien Pro-vokateure, die das Land spalten wollten.

Dann rief ich meinen besten Freund Ümit in Istanbul an, erwar gerade vom Taksim in eine Seitengasse geflohen, hatteReizgas geatmet, das mit Chemikalien versetzte Wasser derPolizei brannte auf seiner Haut. Er sagte: „Hier ist Krieg. Unddie Presse schläft.“ Ich buchte einen Flug nach Istanbul.

Seitdem versuchen mir alle in meiner Familie zu erklären,was in der Türkei gerade passiert.

MEIN ONKEL SAGT, ich dürfe mich nicht von den Protestlernbeeinflussen lassen. Das seien die „Lauten“, aber das sei nichtdie Türkei. Die „Stillen“, das seien er und die Mehrheit derTürken, die hinter Erdogan stehen. Jene 50 Prozent, die treuenWähler der AKP. Für Sahmi gibt es keine Alternative zu Er-dogan. Der sei charismatisch, sehe gut aus, erst mit ihm seidieses Land stark geworden, wirtschaftlich wie außenpolitisch.Er sei einer, der sich sogar mit der Europäischen Union anlegt,wie vor einigen Tagen, als man aus Brüssel sein Vorgehen ge-gen die Protestler kritisierte – und Erdogan sagte: „Kümmerteuch lieber um Griechenland, wir sind noch nicht in der EU.Wer seid ihr, dass ihr über uns urteilt?“

uğratmamıştı. Eniştem onun bu mücadeleden zaferle çıktığınıdüşünüyordu. Ona göre Taksim meydan muharebesinin kesingalibi Erdoğan’dı. Artık sıra, suçluların cezalandırılmasına gel-mişti. Sahmi Eniştem ancak o zaman memnun olacaktı.

Sonuçta göstericiler her yeri talan etmişlerdi, çimenleri, çi-çekleri harap etmişlerdi, belediye otobüslerini ateşe verip,polis araçlarını çalmışlardı. Ama daha da kötüsü, onun başba-

kanına ve AKP’ye hakaret etmişlerdi; yani kendisininseçtiği partiye, ona göre ülkenin en iyi emanet edilebile-ceği partiye.

Eniştem Gezi Parkındaki direnişçi kampını gidip gör-memiştir. Oysa oturduğu eve olan mesafe, on beş kilome-

tre bile değil. Yine de oradaki kamp hakkında fikir edinmesiiçin Erdoğan’ın açıklamalarını dinlemek ona yetmişti: Bunagöre kampın her tarafı sidik kokuyor, prezervatif stoklarıoluşturulmuş ve göstericilerin tamamı zaten teröristti. Protes-tonun arkasında karanlık güçlerin olduğuna da inanıyor – yurt-dışından ve yurtiçinden.

ACABA BAŞKA BİR YERDEN Mİ BAHSEDİYOR? Gezi Parkındakiinsanlarla çok vakit geçirdim, geçtiğimiz haftalar boyunca,günlerce orada bulundum ve göstericilerle sohbet ettim. Bizesaldırıldı, üzerimize göz yaşartıcı gaz sıkıldı, polisten kaçtım,az kalsın tutuklanıyordum. Peki nasıl olur da eniştem oradabulunan herkesin terörist olduğunu iddia edebilirdi?

Annemin kızkardeşiyle evli, babamın çocukluk arkadaşı,hayatımda ilk kez hayvanat bahçesine gittiğim Sahmi eniştem,o an bana hiç olmadığı kadar yabancı geliyordu.

İstanbul’daki protestolar başladığında Berlin’deydim. Bilgi-sayarımda Taksim Meydanından yayın yapan Norveçli bir te-levizyon kanalının canlı yayınını izliyordum. Gaz bombalarıhavada uçuşuyordu, manzara bir savaş alanını andırıyordu.Çocukken her yaz tatilini geçirdiğim bu şehirde olup bitenleri

anlamaya çalışıyordum. Bunun için ba-bamı aradım, o da dedi ki: “Padişahakarşı devrim bu! Nihayet!” Annem isefondan bağırarak ülkeyi bölmek isteyenprovokatörlerin olduğunu haykırıyordu.

Sonra İstanbul’da yaşayan en iyi arka-daşım Ümit’i aradım. Aradığımda o dahayeni Taksim Meydanından bir ara sokağakaçmış, göz yaşartıcı gazdan nasibini al-mıştı. Cildinde ise içine kimyasal karıştı-rılan TOMA suyu yanıyordu. Arkadaşımbana “Burada savaş var. Ama medyauyuyor” deyince hemen İstanbul’a uçakbiletimi aldım.

O günden beri ailemdeki herkes Tür-kiye’de olup bitenleri bana anlatmaya ça-lışıyor.

Enişteme göre protestocuların beni et-kilemelerine izin vermemeliymişim. Bun-lar sadece “gürültü” yapanlarmış, halbu-ki Türkiye bu değilmiş. “Sessiz” olanlarise, kendisi gibi Erdoğan’ın arkasında du-ran Türklerin çoğunluğuymuş. AKP’ninsadık seçmenleri, halkın yüzde ellisi. Sah-mi eniştem Erdoğan'ın alternatifsiz ol-duğuna inanıyor. Ona göre Erdoğan ka-rizmatik ve yakışıklı. Üstelik onunla bir-likte ülke güçlü bir konuma gelmişti, hemekonomide, hem de dış politikada. Er-doğan, Avrupa Birliğine bile kafa tutuy-ordu; geçtiğimiz günlerde çıkıştığı gibi;Brüksel’den protestoculara karşı müda-haleler yüzünden eleştiri geldiğinde, “Av-rupa Parlamentosu haddini bilsin. Tür-kiye AB üyesi değil. Eğer samimi isenizYunanistan'la uğraşın” demişti.

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 3 87

►R

EN

A E

FF

EN

DI

/ IN

ST

ITU

TE

Cousin Murat (l.), Freunde: „Ich habe schon einen Vater“ Kuzen Murat (solda) ve arkadaşları: ”Benim babam var zaten“

Page 12: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

Mein Onkel mag solche Sätze, sie lassen ihnstolz durchs Leben gehen. Erdogan ist für ihn derMann, der die Türkei zur Supermacht ausbaut: Auto-bahnen in Anatolien. Das erste Kernkraftwerk. Ei-ne weitere Bosporus-Brücke, noch ein Flughafen fürIstanbul, ein neuer Kanal zum Marmara-Meer. Fort-schritt! Aufschwung! Ob ich nicht sehe, wie die Wirt-schaft boomt?

Und dabei vergesse Erdogan nie den kleinen Mann.Unterstützung für Familien, die Kranke und Alte pfle-gen. Kostenlose Schulbücher. Keine Gebühren mehran staatlichen Universitäten. Nicht mehr stundenlangfür ein Röntgenbild anstehen. Inflation unter zehnProzent, zum ersten Mal. Noch wichtiger ist meinemOnkel, der erst mit 50 Jahren den frommen Muslim insich entdeckte, dass man endlich stolz auf seine Reli-gion sein könne: „Erdogan ist ein Premier, der in dieMoschee kommt, zu seinem Volk.“ In der Türkei wur-den die religiösen Muslime jahrzehntelang latent un-terdrückt von den Kemalisten. Das sei mit Erdoganendlich vorbei, religiös zu sein ist wieder in. „Warumsehen die Leute im Gezi-Park das bloß nicht?“, fragter mich. Ich habe das Gefühl, in einer Erdogan-End-losschleife festzustecken.

Als Erdogan sich am vorvergangenen Wochenendein Istanbul von seinen Anhängern feiern ließ, drängtesich mein Onkel durch die Menschenmasse, um seinenPremier zu sehen: „Die Menschen dort waren vollerLiebe.“ Warum habe niemand darüber berichtet? War -um sei ich, seine Nichte, nicht dort gewesen, statt im-mer auf dem Taksim?

Die Kluft, die sich derzeit durch die Türkei zieht, verläuftauch mitten durch meine Familie. Im Moment scheint es keineBrücke zwischen uns zu geben.

MEIN COUSIN MURAT, Sahmis Sohn, studiert in Eskişehir. Dort,knapp 200 Kilometer von Istanbul entfernt, campiert er seitTagen vor einem Einkaufszentrum. Nachts marschiert Muratvor die AKP-Zentrale in Eskişehir und demonstriert dort gegenErdogan, den Helden seines Vaters. Er trägt ein Halstuch gegenTränengas und eine Regenjacke gegen die Wasserwerfer. Aufseiner Gitarre spielt er die Hymne der Çapulcular, der Plün-derer, wie Erdogan die Demonstranten genannt hat.

Murat ist die Generation Gezi, er gehört zu denen, die wäh-rend Erdogans Amtszeit aufgewachsen sind – und die jetztzum ersten Mal in ihrem Leben demonstrieren. Gegen einenPremier und seine Partei, die Homosexuelle als „krank“ be-zeichnen. Gegen einen Erdogan, der seine politischen Entschei-dungen immer mit dem Zusatz „Wenn Gott will“ versieht. Mu-rat sagt: „Und was, wenn ich nicht an Gott glaube, gelten dannErdogans Entscheidungen für mich nicht?“ Dann sagt er: „Ichhabe schon einen Vater, ich brauche nicht noch einen zweiten.“

Murat ist wütend, er hat im Fernsehen gesehen, wie Polizis-ten in Izmir auf Demonstranten einschlugen. Er rief seinenVater an und schrie ins Telefon: Das ist dein Erdogan! Sahmibrüllte zurück: Vielleicht hatten sie keine andere Wahl!

Mein Onkel zeigt mir ein Video im Internet. Ein Polizistschreit in die Kamera: „Hört endlich auf, uns zu filmen, filmtdie Demonstranten.“ Der Polizist zeigt auf kaputte Straßen-absperrungen, auf herausgerissene Backsteine, voller Wutschmettert der Polizist seine Wasserflasche auf den Boden:„Was soll ich machen, wenn nicht Tränengas sprühen, soll ichauf sie pupsen?“, ruft er. Die Polizisten sind auch nur Men-schen, erklärt mir mein Onkel.

In meinem Hotel direkt am Gezi-Park begegne ich solchenjungen Polizisten jeden Tag. Erdogan hat sie aus dem ganzenLand einfliegen lassen. Sie sitzen auf Plastikstühlen und trin-ken Tee, übermalen mit Farbe die Protestsprüche auf demAsphalt und sogar auf den Autos am Straßenrand. Ansonsten

Eniştem bu gibi açıklamalara bayılıyor, gururlanıyor.Kendisi için Erdoğan, Türkiye’yi süper güç haline getirenadam: Anadolu’da otobanlar, ilk nükleer santral. Yeni birBoğaz köprüsü. İstanbul’a üçüncü Havalimanı, MarmaraDenizine yeni bir kanal. Gelişim! Kalkınma! Ekonomininnasıl patlama yaptığını görmüyor musun, diye soruyor banaeniştem.

Tüm bu hamlelerde Erdoğan sıradan vatandaşı asla unut-muyormuş. Hasta veya yaşlı akrabalarına bakan ailelere maddidestek. Ücretsiz ders kitapları. Devlet üniversitelerinde kaldı-rılan harçlar. Artık röntgen çektirmek için saatlerce kuyrukbeklemek yok. Enflasyon ilk defa yüzde onun altında. Amaiçindeki dindar Müslümanı 50’sinden sonra keşfetmiş olaneniştem için en önemlisi, insanların artık dinlerinden gururduyabiliyor olmaları: “Erdoğan, camiye, halkının yanına gelenbir başbakan.” Türkiye’de dindar Müslümanlar onlarca yılAtatürkçüler tarafından hep gizlice eziliyormuş. Bu durumErdoğan’la birlikte tamamen ortadan kalkmış; artık dindar ol-mak yeniden rağbet edilen bir durum haline gelmiş. “GeziParkındaki insanlar bunu neden görmezler?” diye bana so-ruyor. Bense sürekli başa dönen bir bant kaydına takılı kalmışgibi hissediyorum kendimi.

Erdoğan iki hafta önce, haftasonunda, İstanbul’da taraftar-larını toplayarak kendine tezahürat gösterisi yaptırdığında,eniştem başbakanını görebilmek için insan kalabalığın arasınadalmıştı: “İnsanlar sevgi doluydu”, diyor. “Neden kimse bun-ları anlatmıyor?” diye soruyor bana, sürekli Taksim’de olmakyerine neden oraya gelmediğimi bilmek istiyor.

Bu günlerde Türk toplumunu ayıran uçurum, ailemin detam ortasından geçiyor. ve bu uçurumun üzerinden geçen birköprü yokmuş gibi görünüyor.

SAHMİ ENİŞTEMİN OĞLU, kuzenim Murat, Eskişehir’de okuyor.Orada, İstanbul’a yaklaşık 200 kilometre uzaklıkta, günlerdirbir AVM’nin önünde kamp kurmuşlar. Geceleri Murat AKPparti binasının önüne yürüyor, Erdoğan’a karşı – babasınınkahramanına karşı. Biber gazına karşı bir şal takmış ve su yakarşı yağmurluk giymış. Gitarında, Erdoğan’ın göstericiler için

Titel

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 388

AG

ATA

SK

OW

RO

NE

K /

DE

R S

PIE

GE

L

Autorin Gezer vor dem abgesperrten Gezi-Park: Beinahe festgenommen Gezer, kapatılan Gezi Parkı’nda: neredeyse tutuklanacaktım

Page 13: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

warten sie auf ihren Einsatz, posieren mit Reizgas-Waffen undfotografieren sich mit ihren Smartphones.

Ich weiß, dass es vielleicht nicht richtig war, auf dem TaksimBarrikaden zu errichten oder Banken mit Slogans vollzu-schmieren. Aber darf man Demonstranten deshalb mit Gas-granaten beschießen? Ich habe in den vergangenen Wochengesehen, wie eine junge Frau mit blutendem Kopf an mir vor-bei in ein Notlazarett getragen wurde. Wie verletzte Kinderschreiend herumirrten.

Onkel Sahmi habe ich das alles nicht erzählt. Ich spüre, dasser das nicht wissen will. Vielleicht täusche ich mich auch, aberich habe keine Kraft mehr für eine weitere Diskussion.

IM GEZI-PARK lässt Erdogan jetzt 150000 Blumen pflanzen,neue Bäume werden angeliefert. Aber was sind ein paar Blu-men gegen diese neue, schöne Türkei, die ich im Protestlagererlebt habe? Sei nicht traurig, sagt mein Vater am Telefon:„Das ist erst der Anfang, der Widerstand wird weitergehen.“

Ich habe seit Tagen nicht mit meinen Eltern ge-sprochen. Sie sitzen in ihrer Wohnung in einemHochhaus auf St. Pauli in Hamburg und reden übernichts anderes als den Gezi-Aufstand. Auch inDeutschland hat sich etwas verändert. Mein BruderÖzgür erzählt, dass sie eine Gezi-Dependance ineinem Park an den Hamburger Landungsbrückengegründet haben.

Dann überrascht er mich, weil er sagt, die Poli-zeigewalt habe ihn gar nicht so erschreckt. Schließ-lich gebe es Wasserwerfer und Tränengas auch malbei uns in Deutschland, bei den Protesten gegenStuttgart 21 etwa. Was ihn wirklich schockiert habe: Wie dietürkische Regierung mit den Anwälten umgehe, sie festnehmenlässt, nur weil sie ihre Meinung äußern. Dass sie Twittererverhaften lässt und gegen Ärzte ermittelt wird, die Verletztengeholfen haben. Gegen Journalisten, die berichtet haben. MeinBruder fragt: Was ist das nur für ein Land?

Ich stelle mir vor, wie es wäre, wenn sich Angela Merkelvor die Fernsehkameras stellen und sagen würde: „Auf

kullandığı ifadeye dayanarak Çapulcular Marşını adını verdik-leri parçayı çalıyor.

Murat, Erdoğan’ın hükümet dönemi boyunca yetişen, gü-nümüzde ilk kez sokakta protesto gösterileri yapan, Gezi nes-lindendir. Homoseksüellere “hasta” diyen bir başbakana vepartisine karşı. Tüm siyasi kararlarına, “Allah izin veririse”ilave etmeyi ihmal etmeyen bir Erdoğan’a karşı. Murat diyorki: “Peki ben Allaha inanmazsam, o zaman ne olacak? O za-man Erdoğan’ın kararları benim için geçerli olmayacak mı?”ve ekliyor: “Benim zaten babam var, ikincisine ihtiyacımyok.”

Murat öfkeli; televizyonda polislerin göstericilere nasıl vur-duğunu izlemiş. Babasını telefonla arayıp bağırmış: “İşte seninErdoğan’ın bu!” Sahmi aynı ses tonuyla yanıt vermiş: “Belkibaşka seçenekleri yoktu!”

Eniştem bana internette bir video gösteriyor. Bir polis me-muru kameraya bağırıyor: “Bizi çekmeyi bırakın artık, göste-ricileri çekin”, diye. Memur harap edilmiş bariyerlere, yerindensökülen kaldırım taşlarına işaret ediyor. Öfke dolu elindekisu şişesini yere çarpıyor: “Gaz sıkmayıp da ne yapayım? Yüz-lerine mi osurayım?”, diye bağırıyor. Polisler de sadece insan-dır, diye açıklama yapıyor eniştem.

Doğrudan Gezi Parkının yanında bulunan otelimde bu gençpolis memurlarıyla her gün karşılaşıyorum. Erdoğan onlarıtüm ülkeden uçaklarla getirmiş. Plastik sandalyelerde oturuyor,çay içiyorlar, asfaltın, hatta yol kenarına park edilmiş araçlarınüzerinde yazılı sloganların üzerini boyuyorlar. Bunun dışındahareket emrini bekliyorlar, biber gazı silahlarıyla poz veriptelefonlariyla fotoğraf çekiyorlar.

Taksim Meydanına barikatlar kurmanın veya banklaraboyayla slogan yazmanın belki de doğru olmadığını biliyorum.Ama göstericilere sırf bu yüzden gaz bombalarının atılmasımeşru mu? Geçtiğimiz haftalarda gözü olmayan bir kadınınbaşı kanlar içinde yanımda acil servise götürülmesine, yaralıçocukların bağırarak etrafta koşmalarına şahit oldum.

Sahmi enişteme bunlardan bahsetmedim. Bunları bilmekistemediğini hissediyorum. Belki de yanılıyorumdur, ama dahafazla tartışmaya takatim kalmadı.

GEZI PARKINDA ERDOĞAN şimdi 150 bin adet çiçek ektiriyor,yeni ağaçlar dikiliyor. Ancak protestocuların kampındayaşadığım bu yeni, güzel Türkiye’nin yanında, birkaç çiçeğindeğeri ne ki? “Üzülme”, diyor babam telefonda: “Bu sadecebaşlangıc, direniş devam edecektir.”

Günlerden beri annem ve babamla konuşmadım. OnlarHamburg’un Sankt Pauli semtinde, yüksek bir apartman bi-nasındaki dairelerinde oturuyor ve Gezi isyanından başkahiçbir şeyi konuşmuyorlar artık. Almanya’da da hareketlen-meler oldu. Kardeşim bana, Hamburg Landungsbrücken’de

bir Gezi Parkinin kurul-duğunu anlattı.

Sonra da beni şaşırttı.Polisin uyguladığı gücünkendisini çok fazla ürküt-mediğini söyledi. Su ve bi-ber gazı bizlerde, Alman-ya’da da sıkılıyor, sonuçtadedi. Stuttgart’ta yeni istas-yon binası projesine karşıgösterilen protestolarda,örneğin. Onu gerçekten

şok eden şey ise, Türk hükümetinin avukatlara nasıl dav-randığı, sırf fikirlerini beyan ettikleri için. Twitter’da iletileryayınlayanları tutuklattırması ve yaralılara yardım etmişolan doktorlar ve olayların haberini yapan muhabirler hak-kında soruşturma başlatması. Kardeşim soruyor: ”Bu nasılbir ülkedir?”

Düşünüyorum da, Angela Merkel kameraların önüne geçipdese ki; “Stuttgart protestocularının toplandığı meydanda

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 3 89

►►

Video: Özlem Gezer über diePolizisten am Taksim-Platz

spiegel.de/app262013tuerkeioder in der App DER SPIEGEL

Video: Özlem Gezer Türkiye´dekiöfkenin nedenlerini deðerlendiriyor

spiegel.de/app262013tuerkiye veya "DER SPIEGEL" uygulamasında

Bruder Özgür in einer Bar: Gezi-Park auf St. PauliKardeşi Özgür barda: St. Pauli’de Gezi Parkı

Page 14: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

dem Gelände von Stuttgart 21 stinkt es nach Pisse.“ Oder:„Wenn Gott will, werden wir den Hauptstadtflughafen balderöffnen.“ Es wäre einfach absurd.

Meine Eltern streiten sich unterdessen am Telefon, währendwir miteinander sprechen. Mein Vater beschimpft Erdogan,meine Mutter unterbricht ihn. „Hört auf, merkt ihr nicht, dassihr dem Ansehen der Türkei schadet?“

Meine Mutter stammt aus einer linken Arbeiterfamilie, ihrVater war Gewerkschaftsführer bei der türkischen Eisenbahn.In unserem Wohnzimmer in Hamburg hängt noch immer dasBild des Staatsgründers Atatürk. Sie ist hin und her gerissenzwischen Verständnis für die Proteste und Angst um ihre Hei-mat. Sie fürchtet, dass die Wirtschaft leiden könnte, dass keine

sidik kokuyor” Veya: “Başkentteki yeni havalimanını, –inşallah – pek yakında açacağız”, nasıl olurdu? Çok saçma.

Annem ile babam ise, ben onlarla telefonda konuşurkenbile kavga ediyorlar. Babam Erdoğan’a kızıyor, annem sözünükesiyor. “Bırakın şu konuşmaları, Türkiye’yi zarar verdiğinizinfarkında değil misiniz?’, diye.

Annem solcu bir işçi ailesinin kızı. Babası, Türkiye DevletDemir Yollarında sendika başkanıydı. Hamburg’daki salonu-muzun duvarında hala Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ünresmi asılıdır. Annem kararsız. Bir yandan protestolara anlayışgösteriyor, diğer yandan vatanı için endişe duyuyor. Ekono-minin zarar görebileceğinden korkuyor, turist akınlarının ke-silebileceğinden. Aynı zamanda bu günlerde canım Türkiye’sini

Titel

Was in der Türkei passiert, hat nichts mehr mit Politik zu tun. Es geht um Moral. Da stehen Menschen auf und sagen: Es reicht mir, und ich

äußere meine Meinung. Und die Reaktion des Staates istabsolut unmenschlich. Ich bin nicht aus Prinzip gegen dieRegierung, aber als Humanist sind meine Sympathien bei den Demonstranten. Man muss sehen, wie die Regie-rung mit Leuten umgeht, die eine andere Meinung ver -treten. Der Unterschied zu Protesten in anderen Ländernist, dass die türkische Regie-rung Bürger als Terroristenund Plünderer bezeichnet undalte Menschen und Kinder angreift.

Das geht mir nahe, obwohles nicht „meine“ Regierung ist,ich bin in Deutschland geboren.Aber natürlich betrifft es unsalle. Freunde von mir sind inIstanbul; einer schrieb, er trauesich nicht mehr auf die Straße.Es gab Momente, in denen ichgern in der Türkei gewesen wäre. Ich hätte gern versucht, eines jener Kinder zu beschützen, die jetzt verletzt wurden.

Mindestens fünf Menschen sind schon gestorben bei denUnruhen, doch es gab bisher keine Beileidsbekundung von Erdogan. Das zeigt, dass es auch keine echte Reue gibt. Unddas ist für mich moralisch nicht zu vertreten.

Wenn ich jetzt in der Türkei leben würde, würde michdie Intoleranz der Regierung stören, zum Beispiel wenn sichErdogan gegen Abtreibungen, Kaiserschnitte oder Alkoholausspricht. Niemand hat das Recht, sich so in das Leben an-derer einzumischen. Es wundert mich nicht, dass mancheErdogan als Diktator ansehen. Deshalb gibt es auch so einHin und Her bei der Frage, ob die Türkei in die EU gehört.Viele Türken sind demokratisch eingestellt. Aber ich verste-he, dass manche deutsche Politiker sagen, unter diesen Um-ständen könne man das Land nicht aufnehmen. Zudemhatte die Türkei die Todesstrafe schon abgeschafft, und jetztdenkt Erdogan wieder darüber nach, sie einzuführen.

Von der deutschen Regierung wünsche ich mir, dass sieweiter Druck auf Erdogan ausübt. Ich wünsche mir, dassman Erdogan fragt, was denn seiner Meinung nach Demo-kratie sei. Und ich will, dass Gerichtsverfahren stattfindengegen die Leute, die den Befehl zur Polizeigewalt gaben.

„Keine echte Reue“Der Filmregisseur Özgür Yildirim, 33, über

die Arroganz der Staatsgewalt

Türkiye´de yaşananlar siyaseti çoktan aşmış durumda.Artık ahlaktan söz ediyoruz. İnsanlar ayağa kalkıyor,bıktım artık, ne olursa olsun görüşlerimin arkasın-

dayım, diyor. Devletin tepkisi ise her yönüyle insanlık dışı.İlkesel olarak bu hükümete karşı olmasam da, bir hümanistolarak sempatim elbette göstericilerden yana. Hükümetinkendisinden farklı görüşte olan insanlara karşı sergilediğitutumunu görmezden gelemeyiz. Başka ülkelerdeki göste-rilerden farklı olarak Türk hükümeti kendi vatandaşlarını

terörist ve talancı olarak tabir ediyor, yaşlı insan-lara ve çocuklara saldırıyor.

Her ne kadar bu hükümet “benim“ hükümetimolmasa da ve Almanya´da dünyaya gelmiş olsamda etkiliyor beni olaylar. Yaşananlar hepimizi il-gilendiriyor. İstanbul´da yaşayan dostlarım var veonlardan birisi, sokağa çıkmaya bile cesaret ede-mediğini yazıyor. Türkiye´de olmayı çok istediğimanlar oldu. Belki çocuklardan birini yaralanmak-tan kurtarabilirdim.

Olaylarda bugüne kadar beş insan yaşamını yi-tirdi, fakat Erdoğan´dan hâlâ bir başsağlığı mesajıbile yok. Dolayısıyla samimi bir üzüntü ve pişman-

lığın duyulmadığını görüyoruz. Ahlaken doğru bulmadığımbir tutum bu.

Bugün Türkiye´de yaşıyor olsaydım eğer, hükümetinhoşgörüsüz tavrından rahatsızlık duyardım. Örneğin Er-doğan kürtaja, sezaryene ve alkol tüketimine karşı açıkla-malarda bulunuyor.

Oysa hiç kimse başkalarının hayatına bu denli yoğun bi-çimde müdahale etme hakkına sahip değildir. Türkiye´debazılarının Erdoğan´ı diktatör olarak görmesi şaşırtmıyorbeni doğrusu.

Türkiye´nin Avrupa Birliği’ne ait olup olmadığı konusuişte tam da bu yüzden çok çekişmeli bir konu. Demokratbir dünya görüşüne sahip olan bir çok Türk var. Öte yandanbazı Alman siyasetçilerinin, Türkiye´nin bu şartlar altındaüye olamayacağı yönündeki yaklaşımlarını da anlayabi-liyorum. Üstelik Türkiye´de idam cezasının kaldırılmış ol-masına rağmen Erdoğan konuyu yeniden gündeme getir-meyi düşünüyor.

Alman hükümetinden beklentim, Erdoğan üzerinde bas-kı yapmaya devam etmesidir. Erdoğan´a, sizce demokrasinedir, sorusunun sorulmasını istiyorum. Ayrıca polisin şiddet kullanması emrini verenlerin de yargılanmalarını istiyorum.

“Samimi bir pişmanlık yok“Yönetmen Özgür Yıldırım, 33, devlet iradesinin

tahammülsüzlüğünü değerlendiriyor

Yildirim

►►

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 390

Page 15: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

Als ich Anfang zwanzig war, gerieten mein Vater undich oft aneinander. Irgendwann brach es aus ihmheraus: „Seit 20 Jahren arbeiten deine Mutter und

ich von morgens bis abends. Wir schuften wie die Ochsen,damit ihr es einmal besser habt. Du hast alle Möglichkeiten,die ich nie hatte. Du kannst studieren, was du willst, unddir fehlt es an nichts. Also was zum Teufel willst du noch?“Ich hatte darauf keine Antwort, aber eines wusste ich genau:Ich wollte so ziemlich alles anders machen als mein Vater.

Auch der türkische Ministerpräsident Recep Tayyip Er-dogan begreift sich als Vater, als Patriarch. Er hat dem Landeinen beispiellosen wirtschaft lichen Boom beschert, undvielen geht es besser denn je. Also, was wollen die Protes-tierenden eigentlich?

Die mehrheitlich jungen Demonstranten haben längst ge-antwortet. Es geht ihnen um persönliche Freiheiten, umUmweltschutz und kulturelle Förderung. Mit diesen Wertenkann Erdogan so viel anfangen wie Putin mit dem Adopti-onsrecht für Homosexuelle.

Es sind zwar grundlegende Konflikte, die jetzt auf meh-reren Ebenen in der Türkei ausgetragen werden, aber sielassen sich auf das Verhältnis vom Patriarchen zu seinenKindern runterbrechen: Der Vater sorgt für das leiblicheWohl, trägt die Verantwortung und bestimmt die Richtlini-en. Das ist die gottgegebene Ordnung. Nichts geht ohneseine Zustimmung. Widerspruch, Diskussion und Eigen-ständigkeit sind nicht vorgesehen.

Das Problem ist, dass Erdogan genau dieses anachronis-tische Familienmodell seit rund zehn Jahren einem ganzenLand überstülpt. Nur er weiß, was für die Menschengut ist, nur er weiß, wie sie zu leben, was sie zu den-ken, was sie zu tun und vor allem was sie zu unter-lassen haben. Ich beobachte die Entwicklung mitgroßer Sorge, wie der deutsche Außenminister auch.Nur fürchte ich, dass es bei ihm und der Kanzlerinzu mehr nicht reichen wird. Die deutsche Regierungverpasst eine Gelegenheit, den Sonntagsreden überMenschenrechte Taten folgen zu lassen.

Mein Vater hat mich damals schon ernst genom-men, sonst hätte er seinen Sohn verloren. Viele Jahreund Streitereien später haben wir einander wesent-lich besser verstanden. Ich habe mich bewegt, undvor allem er hat sich bewegt. Der Patriarch vom Bos-porus wird sich nicht bewegen. Und es ist ihm gleich-gültig, wie viele Kinder er verliert.

91

Touristen mehr kommen. Und gleichzeitig stört sie, dass sienun ständig ihre geliebte Türkei verteidigen muss. Meine Mut-ter ist Putzfrau in einem Krankenhaus, die Ärzte fragen sie je-den Tag: Haben die Islamisten euch so terrorisiert? Sie sagen:In die EU kommt ihr jetzt aber nicht mehr.

MEIN VATER dagegen ist stolz auf die Gezi-Jugend, auf die Tür-kei, die endlich erwacht ist. Mit den Fahrgästen in seinemTaxi und mit seinen Kollegen redet er über nichts anderes.

Er freut sich auf seine nächste Begegnung mit Onkel Sahmi,er will ihm dann persönlich sagen, dass Erdogan, sein Erdogan,verloren hat. Er hat gerade einen Flug gebucht. Ende Juli wirder nach Istanbul reisen. In die neue Türkei. �

sürekli savunmak zorunda olması onu rahatsız ediyor. Annembir hastanede temizlik yapıyor, hekimler ise ona her gün so-ruyorlarmış: “İslamcılar mı size bu şekilde terör uyguluyor-lar?”, ve “Siz, AB’ye artık hiç giremezsiniz”, diye.

BABAMSA, Gezi gençliğinden dolayı gurur duyuyor nihayetuyanan Türkiye ile. Taksisine binen yolcular ve mesai arka-daşlarıyla neredeyse başka hiçbir konu hakkında konuşamazhale gelmiş.

Sahmi eniştemle bir dahaki buluşmasını iple çekiyor. Onunlakarşılaştığında ona, Erdoğan’ın, onun sevdiği Erdoğan’ın, kay-bettiğini şahsen söylemek istiyor. Birkaç gün önce uçak biletialdı. Temmuzda İstanbul’a uçacak; yeni Türkiye’ye. �

Gottgegebene OrdnungDer Hamburger Kabarettist Kerim Pamuk, 42,

über den Patriarchen Erdogan

Yirmili yaşlarımın başında babamla sık sık birbirimizegirerdik. Babam bir gün patladı: “Yirmi yıldan beriannen ve ben sabahtan akşama kadar çalışıyoruz.

Daha iyi olabilmeniz için ölesiye çabalıyoruz. Benim hiçbirzaman sahip olmadığım her türlü olanağa sahipsin. İstediğineğitimi görebilirsin, hiçbir şeyin eksik değil. Daha ne isti-yorsun?“ Ona cevap vermedim, ama bir şeyi iyi biliyordum:Babamdan oldukça farklı şeyler yapacaktım.

Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da kendisini baba,aile reisi olarak görüyor. Ülkesine benzeri görülmemiş birekonomik patlama yaşattı, birçok kişinin durumu hiç olmadığı kadar iyi. Peki, bu protestocular o zaman ne istiyor?

Çoğu genç olan protestocular bunu çoktandır yanıtladılar.Onların istediği kişisel özgürlükler, çevre koruması ve kül-türel ilerleme. Erdoğan bu değerlerle Putin’in eşcinsellerinevlat edinme hakları konusunda yaptığı kadarını yapabilir.

Halen Türkiye’nin birçok bölgesine yayılan temel konu-lardaki çatışmalar var, fakat bunlar aile reisi baba ile ço-cukları arasındaki ilişki çerçevesinde dağılıp gidiyor: Babaailenin geçimini sağlıyor, sorumluluk taşıyor ve kurallarıkoyuyor. Bu Allah’ın kurduğu düzen. Onun izni olmadanhiçbir şey olmuyor. İtiraz, tartışma ve bağımsızlık söz ko-nusu değil.

Sorun, Erdoğan’ın günümüze uymayan bu aile modeliniyaklaşık on yıldır bütün bir ülkeye benimsetmek isteme-sinde. İnsanlar için neyin iyi olduğunu sadece o biliyor,insanların nasıl yaşaması, nasıl düşünmesi, ne yapması veözellikle nelerden kaçınması gerektiğini sadece o biliyor.

Gelişmeleri ben de Almanya DışişleriBakanı gibi endişeyle izliyorum. Ancakkorkarım ne kendisinden, ne de Şan-sölye’den daha fazlasını beklemekmümkün değil. İnsan hakları konusun-da sıkça kulağa hoş gelen demeçler ve-ren Federal Hükümet, söylemlerine biriçerik kazandırma fırsatını kaçırıyor.

Babam beni o zamanlar ciddiye al-mıştı, aksi takdirde oğlunu kaybedecek-ti. Uzun yıllar ve tartışmalardan sonrabirbirimizi daha iyi anladık. Bendeğiştim ve özellikle de babam değişti.Fakat Boğaz’ın babası değişmeyecek.Ve kaç çocuk kaybedeceği hiç umurun-da değil.

Allah’ın emriHamburglu kabare sanatçısı Kerim Pamuk’un, 42,

kaleminden hükmeden Erdoğan Baba

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 3

Pamuk

KO

LJA

VO

N D

ER

LIP

PE

Page 16: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

Kiliç, 37, ist in Siegen geboren und aufge -wachsen. Seit 2004 ist er ein enger Berater vonPremier Erdogan, seit zwei Jahren sitzt er fürdie AKP im Parlament.

SPIEGEL: Herr Kiliç, Ihr Ministerpräsident hatausländischen Medien vorgeworfen, falschüber die Proteste zu berichten. Wie kommt erzu diesem Vorwurf? Kiliç: Wir haben ja gesehen, wie die großenFernsehsender CNN, BBC und al-Dschasira,aber auch deutsche Medien über die Lage inder Türkei berichten. Da wurde zum Beispielder Eindruck erweckt, die Proteste würden in ganz Istanbulstattfinden, obwohl nur einige Bezirke betroffen waren. EineDemonstration von AKP-Anhängern wurde als Anti-Erdogan-Demonstration bezeichnet. SPIEGEL: Ihrer Meinung nach bewusste Desinformation?Kiliç: Wenn eine große europäische Zeitung schreibt, dass derMinisterpräsident seine eigene Bevölkerung nicht mehr kenne,ist das ein übler Vorwurf. Oder wenn es heißt, dass die Regie-rung Menschen aus ihren Häusern werfe, weil da etwas Neuesgebaut wird. Das ist eine verzerrte Darstellung. Wir wissennicht, was hinter solchen Aussagen steckt, aber sie sind nichthilfreich. Und warum zeigt man immer nur die Gewalt einigerPolizisten? Was ist mit der Gewalt jener Demonstranten, diegegen das Gesetz verstoßen haben? Am meisten stört uns dieanklagende und negative Sprache der Korrespondenten.SPIEGEL: Und was ist mit Erdogans Sprache? Er hat die De-monstranten als Lumpen und Plünderer bezeichnet. Kiliç: Auch das muss man richtig darstellen: Der Ministerprä-sident hat deutlich gesagt, dass es unter den Demonstrantenauch ehrliche und friedfertige Menschen gibt. Aber niemandkann leugnen, dass etliche Gewalttäter darunter sind. Ich habegesehen, wie im Stadtteil Beşiktas Pflastersteine aus der Straßegerissen und Barrikaden gebaut wurden.SPIEGEL: Trotzdem wirkt es, als würde Erdogan die Demon -stranten allesamt beschimpfen. Warum ist er so aggressiv?Kiliç: Ich empfinde ihn nicht als aggressiv. Sie kennen die Spra-che des Ministerpräsidenten, Sie kennen seine Art zu re-den. Er redet als Mensch, direkt und persönlich. Aberich möchte Sie an 2007 erinnern, auch damals gab esProteste gegen die AKP-Regierung. Einige haben sogargefordert, dass das Militär putschen sollte. Trotzdem hatniemand diese Leute am Demonstrieren gehindert. SPIEGEL: Damals demonstrierten Kemalisten und Nationalisten.Heute scheint es eine echte Massenbewegung zu sein. Hat derMinisterpräsident davor Angst?Kiliç: Auch die, die heute demonstrieren, waren schon immergegen die AKP. Damals wurde allerdings weniger zur Gewaltaufgerufen. Ich möchte Ihnen ein Beispiel geben: Ein Abge-

Siegen’de doğup büyüyen Kılıç, 37, 2004 yılın-dan beri Başbakan Erdoğan’ın yakın danışma-nıdır ve iki yıldan beri Türkiye Büyük MilletMeclisi’nde AKP milletvekilidir.

SPIEGEL: Sayın Kılıç, Başbakanınız yabancı me-dyayı protestolar hakkında yanlış haber yap-makla suçladı. Bu suçlamasını acaba hangi ge-rekçeye dayandırıyor? Kılıç: CNN, BBC ve El Cezire gibi büyük tele-vizyon kanallarının ve Alman medyasının Tür-kiye’deki durum hakkında nasıl haber yaptı-klarını gördük. Örneğin bu haberlerde, sadece

birkaç bölgede olmasına rağmen sanki İstanbul’un her yerindeprotestolar varmış gibi bir izlenim yaratıldı. AKP destekçileri-nin bir gösterileri Erdoğan karşıtı bir gösteriymiş gibi sunuldu. SPIEGEL: Kasıtlı bir dezenformasyon mu sizce?Kılıç: Avrupa’da yayınlanan büyük bir gazete Başbakanın kendihalkını artık tanımadığını yazıyorsa ya da yeni yapılar yüzün-den hükümetin insanları evlerinden attığı iddia ediliyorsa, bu-rada kötü karalamalar söz konusu. Çarpıtılmış haberciliktirbu. Bu gibi ifadelerin arkasında nelerin yattığını bilemiyoruz,ancak yapıcı olmadığı kesin. Ve niçin sadece ve ısrarla birkaçpolisin uyguladığı şiddet gösteriliyor? Yasaları çiğneyen göste-ricilerin uyguladığı şiddet neden gündeme gelmiyor? Bizi ençok rahatsız eden muhabirlerin sürekli kullandıkları suçlayıcıve negatif dilidir.SPIEGEL: Peki Erdoğan’ın kullandığı dil için ne düşünüyorsunuz?Sonuçta göstericileri çapulcu olarak nitelendirdi. Kılıç: Bunun da doğru sunulması gerekir: Başbakan çok açıkbiçimde göstericilerin arasında samimi ve barışçıl insanlarınolduğunu söyledi. Bununla beraber aralarında çok sayıda şid-det yanlılarının bulunduğunu da kimse inkâr edemez. Beşiktaşsemtinde kaldırım taşlarının barikat kurmak için nasıl sökül-düklerini bizzat gördüm.SPIEGEL: Buna rağmen Erdoğan göstericilerin tamamına hakaretediyor gibi bir izlenim doğdu. Başbakan neden bu kadar agresifacaba?Kılıç: Ben kendisinin agresif olduğunu düşünmüyorum. Başba-

kanın kullandığı dili ve üslubunu bilirsiniz. İnsan olarak,doğrudan ve içten konuşuyor. Fakat size 2007 yılını anım-satmak isterim, o dönemlerde de AKP hükümetine karşıprotestolar vardı. Hatta askeri göreve çağırarak darbe is-teyenler vardı. Buna rağmen kimse bu insanların gösteri

yapmasını engellememişti. SPIEGEL: O dönem gösteri yapan Kemalistler ve Ulusalcılar var-dı. Bugünkü gösterilerse gerçek bir kitle hareketi gibi görü-nüyor. Başbakan bundan endişe duyuyor mu?Kılıç: Bugün gösteri yapanlar da zaten en başından itibarenAKP’ye karşı olanlardır. Ancak o dönem insanları şiddeteteşvik etme çabası daha azdı. Bir örnek vereyim: Muhalefete

Titel

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 392

Der AKP-Abgeordnete Akif Çagatay Kiliçkritisiert die Berichterstattung über

die Proteste als verzerrt und einseitig – undverteidigt den Kurs von Premier Erdogan.

AKP milletvekili Akif Çağatay Kılıç protestolarla ilgili haberleri çarpıtılmış ve tek

yanlı olmakla eleştiriyor. Ve Başbakan Erdoğan’ın görüşlerini destekliyor.

„Gezi ist unserStuttgart 21“

“Gezi bizim Stuttgart21’imizdir“

Kiliç

Page 17: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

ordneter der Opposition hat auf Twitter behauptet, dass diePolizei bewusst Leute getötet habe. Er nannte Erdogan einenfaschistischen Diktator. Wenn ein Abgeordneter das sagt, wasglauben Sie, was kann das auslösen? SPIEGEL: Kann die AKP aus den Protesten denn etwas lernen?Kiliç: Unsere Partei hat in den vergangenen elf Jahren siebenWahlen gewonnen, darunter drei für das Parlament. Nachjeder Wahl haben wir uns die Frage gestellt, warum wir nichtmehr Stimmen bekommen haben. Eine Partei, die so etwasmacht, wird auch jetzt hinschauen und sich mit den Motivender Protestierenden beschäftigen. Wir lernen immer dazu.SPIEGEL: Das autoritäre Demokratieverständnis Ihres Premiersist nicht ermutigend. Warum setzt er nur auf die Macht derMehrheit, statt den Ausgleich mit der Minderheit zu suchen?Kiliç: Da liegen Sie komplett falsch. Ich habe acht Jahre langfast täglich mit Erdogan zusammengearbeitet. Ich weiß, wieer diskutiert, wie lange er sich andere Meinungen anhört undabwägt. Der Parteirat der AKP hat sich durchaus schon gegenIdeen entschieden, die von ihm geäußert wurden. Herr Erdo-gan ist alles andere als autoritär, er sucht immer den Dialog.SPIEGEL: Die konservative Zeitung „Zaman“ gehörte bislangzu den größten Unterstützern Ihrer Regierung. Jetzt werdendort Kurs und Rhetorik Erdogans kritisiert. Woran liegt das?Kiliç: Das ist doch ein schönes Beispiel für Pressefreiheit. Eswird ja immer wieder behauptet, dass die Medien in der Türkeiunterdrückt würden, aber hier erleben Sie das Gegenteil. Wäredie Presse wirklich unfrei, würde der Premier dann nicht sei-nen Kritikern den Mund verbieten? Aber er tut es nicht, errespektiert Kritik.SPIEGEL: Kritik aus dem konservativen Lager, ja. Aber gegenHalk-TV, einen regierungskritischen Fernsehsender, der 24Stunden lang vom Taksim-Platz gesendet hat, gehen die Be-hörden mittlerweile gerichtlich vor.Kiliç: Das ist eine Angelegenheit der türkischen Justiz, ich kannmich da nicht einmischen. Belangt wird der Sender aber mei-nes Erachtens nicht deshalb, weil er über die Proteste berichtethat, sondern weil er unerlaubte Zigarettenwerbung ausge-strahlt hat.SPIEGEL: Auch das Europaparlament hat das harte Vorgehender Polizei kritisiert. Können Sie das nachvollziehen?Kiliç: Ich finde es heuchlerisch, wie hier mit zweierlei Maß ge-messen wird. Bundeskanzlerin Angela Merkel hat ja gesagt,sie sei schockiert gewesen über die Bilder aus der Türkei. Aberwas ist mit der Polizeigewalt bei euch? Was ist mit Stuttgart21? Auch dort sind Polizisten brutal vorgegangen. Was hat dasEuropaparlament da gesagt? Für mich sind die Gezi-Protestewie die Demonstrationen gegen Stuttgart 21. Aber die auslän-dische Presse macht gleich einen Volksaufstand daraus.

INTERVIEW: DANIEL STEINVORTH

mensup bir milletvekili Twitter üzerinden polisin insanları ka-sıtlı olarak öldürdüğünü iddia etti. Erdoğan’ı faşist bir diktatörolarak nitelendirdi. Bir milletvekilinin böyle bir ifadesi sizcenelere yol açabilir? SPIEGEL: AKP bu protestolardan bazı dersler çıkarabilir mi?Kılıç: Partimiz son onbir yılda yedi seçim kazandı, bunlardanüçü milletvekili genel seçimiydi. Her seçimden sonra nedendaha fazla oy alamadığımızı sorguladık. Bunları yapan birparti bugün de durumu değerlendirecek ve protestocuların neistediklerini anlamaya çalışacaktır. Her geçen gün aslındaöğrenmeye devam ediyoruz.SPIEGEL: Başbakanınızın otoriter demokrasi anlayışı hiç de ce-saret vermiyor. Azınlıkla uzlaşmak yerine niye sadece çoğun-luğun verdiği güce güveniyor?Kılıç: Kesinlikle yanılıyorsunuz. Sekiz yıl boyunca hemenher gün Erdoğan ile birlikte çalıştım. Konuları nasıl müza-kere ettiğini, diğer görüşleri nasıl uzun uzun dinlediğini vedeğerlendirme yaptığını gördüm. AKP Parti Meclisinin onungörüşlerine bütünüyle zıt kararlar aldığı olmuştur. Sayın Er-doğan herşey olabilir, ama otoriter asla. Kendisi daima diya-logdan yanadır.SPIEGEL: Bugüne kadar hükümetinizin en büyük destekçilerin-den biri olan muhafazakâr ‘Zaman’ gazetesinde son dönem-lerde Erdoğan’ın tutum ve söylemleri eleştiriliyor. Neden?Kılıç: İşte bu basın özgürlüğünün en güzel örneğidir. Hep Tür-kiye’de medyanın baskı altına alındığı iddia edilir, fakat buradatersini görüyoruz. Basın gerçekten özgür olmasaydı Başbakankendisini eleştirenlerin sesini kısmaz mıydı? Fakat o böyleyapmıyor, eleştirilere saygı gösteriyor.SPIEGEL: Muhafazakâr kanattan gelen eleştirilere, evet. Fakatbu arada 24 saat Taksim Meydanından yayın yapan, hükümetkarşıtı Halk-TV’ye karşı resmi merciler yasal işlem başlatıy-or.Kılıç: Bu Türk yargısının yetki alanına girer, bu konuda bir şeysöyleyemem. Ancak kanaatime göre bu kanala karşı protesto-lar hakkında haber yaptığı için değil, yasak olan sigara reklamıyayınladığı için yasal işlem başlatıldı.SPIEGEL: Avrupa Parlamentosu da polisin orantısız güç kullanı-mını eleştirdi. Bunu nasıl açıklayacaksınız?Kılıç: Bunu iki yüzlülük olarak görüyorum, çünkü çifte stan-dart uygulanıyor. Almanya Başbakanı Merkel Türkiye’dengelen görüntüler karşısında şok olduğunu söyledi. Fakat si-zin polisinizin uyguladığı şiddete ne diyeceğiz? Stuttgart21 projesine karşı yapılan gösterilerde neler oldu? Buradada polis acımasızca davrandı. Avrupa Parlamentosu bunakarşı ne dedi? Benim için Gezi Parkı protestolarıyla Stutt-gart 21 projesine karşı yapılan protestolar aynı niteliktedir.Fakat dış basın buradan hemen bir halk ayaklanması yara-tıyor. RÖPORTAJ: DANIEL STEINVORTH

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 3 93

BU

LE

NT

KIL

IC /

AF

P

Regierungs-gegner aufdem Taksim-Platz am 11. Juni

Hükümetkarşıtları 11HazirandaTaksim Mey-danı’nda

Lesen Sie bitte weiter zum Thema auf Seite 118. ► Konu hakkında diğer yazılar 118. sayfada►

Page 18: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

Am 31. Mai ruft der Verleger Can Öz zwei seiner Ver-trauten zu sich: die Cheflektorin seines Verlags undden Marketing-Manager. Er will ihnen eine Entschei-

dung verkünden. Einige hundert Meter von seinem Büro entfernt, am Tak-

sim-Platz in Istanbul, protestieren Menschen seit Tagen gegenMinisterpräsident Recep Tayyip Erdogan. Can Öz hat nichtgeschlafen. Er war zusammen mit anderen Demonstrantenauf der Straße, als die Polizei Wasserwerfer auffuhr, Tränengassprühte, Bürger niederknüppelte.

Trotzdem ist er euphorisch. „Ich habe lange geschwiegen“,sagt er. „Damit ist jetzt Schluss.“ In der Türkei stehen dieMenschen für ihre Rechte auf. Can Öz kündigt ein Statementfür den Nachmittag an. Seine Kollegen reagieren besorgt. „Tues nicht!“, warnen sie. Sie fürchten, die Regierung könnte sichrächen und den Verlag schließen.

Ich bin mit Can Öz befreundet. Ich kenne ihn seit dem Stu-dium in Istanbul. Er ist nur wenige Jahre älter als ich, 32, aberleitet bereits seit sechs Jahren den bedeutenden Literatur-verlag Can Yayinlari. Er publiziert Umberto Eco auf Tür-kisch, Daniel Kehlmann, Jane Austen.

In Gesprächen mit Freunden kritisiert er die Politikder Erdogan-Regierung seit langem. Aber er hat seineBedenken nie öffentlich geäußert. Er sorgte sich um seineFamilie und seinen Verlag. Erdogan hat kritische Intellektuelleund Journalisten verhaften lassen. Öz redete nicht mehr amTelefon aus Angst, abgehört zu werden. In den vergangenenJahren erschien er zunächst zunehmend verzweifelt, dannverbittert und resi gniert.

DER TÜRKISCHE AUFRUHR hat ihn all das vergessen lassen. Özergreift zunächst auf Twitter Partei für die Demonstranten. Erschreibt, es sei ihr gutes Recht zu protestieren. In einem Kom-mentar im britischen „Guardian“ erklärt er später, warum erden Despotismus Erdogans nicht länger ertragen will: „Ich habekeine Angst, mein Geschäft zu verlieren, meinen Wohlstandoder gar meine Freiheit. Ich habe keine Angst, verhaftet zuwerden. Ich kann dieses unwürdige Leben nicht weiterführen.“

Öz trägt Dreitagebart, Polohemd, eine randlose Brille. Erhat in Boston studiert, spricht Englisch und Französisch. Pre-mier Erdogan nennt Demonstranten wie ihn „Terroristen“.

Mayıs ayının 31’inde, yayıncı Can Öz güvendiği mesaiarkadaşlarından ikisini yanına çağırır: yayınevinin başeditörünü ve pazarlama müdürünü. Kendilerine ver-

diği kararı bildirmek ister.Ofisinden birkaç yüz metre uzaklıkta, İstanbul’daki Taksim

Meydanında, insanlar günlerdir Başbakan Recep Tayyip Er-doğan’ı protesto etmektedir. Can Öz de o gece uyumamıştır.Polis göstericilere su ve biber gazı sıkarken ve coplarken, oda göstericilerle birlikte sokaklardadır. Buna rağmen umutdolu. “Uzun süre suskun kaldım, ama artık bitti. Türkiye’deinsanlar hakları için ayaklandı.“ Can Öz, öğleden sonra demeçvereceğini bildirdiğinde, mesai arkadaşları bu kararını endişey-le karşılıyorlar.

“Yapma!“, diye kendisini uyarıyorlar. Hükümetin intikamalmak için yayınevini kapatabileceğinden korkuyorlar.

Can Öz ile uzun süren bir dostluğumuz var. Onu İstanbul’dakiüniversite yıllarımdan beri tanırım. Kendisi benden sadece bir-kaç yaş büyük, 32 yaşında. Buna rağmen altı yıldan beri, önemli

bir yayınevi olan Can Yayınlarını yönetiyor. (Can yayınları,Umberto Eco, Daniel Kehlmann, Jane Austen gibi ünlüyazarların eserlerinin Türkçe çevirilerini yayınlıyor.

Can Öz, dost sohbetlerinin yapıldığı ortamlarda uzun za-mandan beri Erdoğan hükümetini eleştiriyordu. Ancak en-

dişelerini hiçbir zaman alenen ifade etmemişti. Ailesi ve yayı-nevi için endişeleniyordu. Zira Erdoğan, daha önce de birçok hü-kümet karşıtı aydını ve gazeteciyi tutuklattırmıştı. Can Öz, din-lenme korkusuyla artık telefonda konuşmaz olmuştu. Geçtiğimizyıllar boyunca önce umudunu kaybetti; sonra bu umutsuzluğunyerini hayata küskünlük ve kaderini kabullenme aldı.

TÜRK AYAKLANMASI ile tüm bunları unuttu. Can Öz önce Twit-ter’da göstericiler lehinde demeçler yayınladı. Protesto yap-manın bir temel hak olduğunu savundu. Daha sonra İngiliz“Guardian” gazetesine verdiği bir demeçte, Erdoğan’ın des-potizmine neden daha fazla tahammül etmeyeceğini anlattı:“İşimi, refah düzeyimi ve hatta özgürlüğümü kaybetmektenkorkmuyorum. Tutuklanmaktan korkmuyorum. İnsan onurunaaykırı olarak böyle yaşamaya devam edemem.”

Can Öz kirli sakallıdır, polo gömlek giyer, çerçevesiz gözlüktakar. ABD’de, Boston’da okumuştur. İngilizce ve Fransızcabilir. İstanbul’un Beyoğlu semtinde, tarihi bir apartman bi-

Kultur

118 D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 3

Aufstand eines UnpolitischenApolitik Adamın Başkaldırısı

Der Verleger Can Öz hat über den Despotismus in seinem Land lange

geschwiegen. Im türkischen Aufruhrvergisst er seine Angst und wird

zu einer der wichtigsten Stimmen der Opposition. Von Maximilian Popp

Yayıncı Can Öz, ülkesindekidespotizm hakkında uzun zaman

sustu. Türk ayaklanmasındakorkularını yenerek muhalefetin en

önemli seslerinden biri oldu.Yazan: Maximilian Popp

►►

Page 19: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

SE

DA

T M

EH

DE

R /

DE

R S

PIE

GE

LG

UIL

LA

UM

E H

ER

BA

UT

/ I

NS

TIT

UT

E

Model bei Fotoshooting, Demonstrierende vor dem Kulturzentrum am Taksim-Platz

Moda çekiminde bir manken, Taksim Meydanı’nda AKM önünde göstericiler

Demonstrant Öz in Istanbul

Direnişçi Öz İstanbul’da

Page 20: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

In seiner Altbauwohnung im Stadtteil Beyoglu läuft aufzwei Rechnern ein Livestream vom Taksim-Platz. Seit er sichöffentlich zur Revolte äußert, erhält er Hass-E-Mails und Mord-drohungen, aber auch Zuspruch. Im Wandschrank lagern Gas-masken und Bauarbeiterhelme. Freunde klopfen an die Tür,ihre Augen tränen, ihre Hemden sind verschwitzt. Öz reichtihnen Wasser, beruhigt sie.

Viele der Demonstranten sind so alt wie Öz oder jünger.Die meisten nehmen zum ersten Mal an Protesten teil. IhreEltern haben die Unruhen der siebziger und achtziger Jahreerlebt. Kurden und Kommunisten begehrten auf. RadikaleGruppen bekriegten sich auf der Straße. Das Militär schrittein, stürzte 1980 die Regierung, ließ Menschen hinrichten. Erstzwei Jahrzehnte später sollten Erdogan und seine konserva-tiv-muslimischen Anhänger die Macht der Generäle brechen.

Auch Öz’ Eltern haben den Putsch erlebt. Seine MutterSamiye ist in einer großbürgerlichen Istanbuler Familie aufge-wachsen. Zu ihren Vorfahren zählen ein Außenminister undder Gründer des Fußballclubs Galatasaray. Als junge Frauging sie in den siebziger Jahren nach Ankara. Sie lernte ErdalÖz kennen, einen Schriftsteller aus Anatolien. Cans Vaterwandte sich in seinen Texten gegen den Militärstaat. Er zitierteMarx, Lenin, Sartre und kam 1971 für acht Monate ins Ge-fängnis. Er wurde gefoltert und misshandelt. Heute nochprangt in Öz’ Büro ein Flugblatt von damals an der Wand.Der Vater schwieg gegenüber der Fami-lie bis wenige Jahre vor seinem Tod2006 über sein Martyrium als Häftling.Aber er gab seinem Sohn einen Rat:Halt dich fern von der Politik.

DIE ERINNERUNG AN DAS CHAOS und dieGrausamkeit der politischen Auseinan-dersetzung haben sich in das Gedächt-nis der Türkei eingegraben. Die Gene-ration, die nach 1980 geboren wurde,galt als unpolitisch. „Wir sind in demBewusstsein aufgewachsen, dass Politikgefährlich sei. Wir glaubten, dass wirohnehin nichts ändern könnten und esdas Beste sei, sich ganz rauszuhalten“,sagt Öz. „Durch Occupy Gezi hat sichdas verändert.“

Auf den hundert Metern von Öz’Wohnung zu seinem Büro in den Gas-sen Beyoglus kommen ihm Polizisten inRüstung und Menschen mit Atemmaskeentgegen. Hubschrauber kreisen über der Stadt. Tränengashängt in der Luft. Er ist mit seiner Mutter verabredet. Sie hältdie Hälfte des Verlags, Can und seine Schwester je ein Viertel.Samiye Öz will mit ihrem Sohn über den Aufstand sprechen.Am Vorabend hat sie zwei Dutzend Demonstranten bei sichin der Wohnung aufgenommen.

Occupy Gezi sei die Geburt einer neuen türkischen Protest-kultur, sagt Öz. „Das ist anders als das, was ihr in den siebzigerJahren erlebt habt, Mutter.“ Hier kämpfen nicht verfeindeteGruppen gegeneinander. Stattdessen findet eine junge Zivil-gesellschaft ihre Stimme. Die Ultras des Fußballclubs Beşiktaşdemonstrierten Seite an Seite mit Transsexuellen und antika-pitalistischen Muslimen, erzählt Öz. „Ich lebe wie in einemTraum.“

Der Publizist und Regisseur Can Dündar kommt hinzu. Erkennt sich aus mit den Kämpfen der Vergangenheit und Ge-genwart. Dündar hat vor einigen Jahren „Mustafa“ gedreht,einen vielbeachteten Film über Staatsgründer Atatürk, in demer ihn als Trinker und Zauderer darstellt. Anhänger Atatürks,die Kemalisten, feindeten ihn an.

Die Front in der türkischen Politik und Gesellschaft wirdoft erklärt durch den Widerstreit zwischen der laizistisch-mi-

nasındaki dairesinde, iki bilgisayardan aynı anda TaksimMeydanı’ndan yayınlanan canlı görüntüleri izlemektedir.Başbakan Erdoğan, onun gibi göstericilere “terörist“ damgasınıvurur. (Kendisi, ayaklanma ile ilgili alenen görüş bildirmeyebaşladığından beri, nefret dolu e-postalar ve ölüm tehditlerialmaktadır. Ancak gelen iletilerin arasında kendisini takdiredenler de bulunuyor.) Duvardaki dolapta gaz maskeleri vekaskı hazırdır. O sırada kapısını çalan arkadaşlarının gözlerin-den yaşlar akıyor, giysileri ter içinde. Öz kendilerine su veriyorve onları sakinleştirmeye çalışıyor.

Göstericilerin büyük bir bölümü Öz ile yaşıt veya daha genç.Çoğu ilk defa bir protesto eylemine katılıyor. Anne-babalarıise yetmişli ve seksenli yıllardaki olayları iyi hatırlayan kuşak.Kürtler ve Komünistlerin isyan ettiği o dönemde sokaklar uçgrupların kanlı çatışmalarına sahne olurdu. Ordunun müda-halesini 1980 yılındaki askeri darbe ve idamlar izledi. Erdoğanve onun muhafazakâr İslamcı yandaşlarının iktidara gelmele-riyle birlikte generallerin iktidarının yıkılması yirmi yıl sürdü.

Can Öz’ün anne ve babası da darbe yıllarının canlı tanıklarıarasında. Annesi Semiha, İstanbullu köklü bir ailenin kızı. Ailedeeski bir Dışişleri Bakanı ve Galatasaray Futbol Kulübünün ku-rucusu gibi önemli isimler var. Yetmişli yıllarda genç bir kadınkenAnkara’ya gitmişti. Orada Anadolulu bir yazar olan Can’ın ba-bası Erdal Öz ile tanışmıştı. Can’ın babası yazılarıyla askeri cun-taya karşı mücadele veriyordu. Marx, Lenin ve Sartre’den alın-

tılar yapardı ve 1971 yılında sekiz ay ce-zaevinde kaldı, işkence ve şiddete maruzkaldı. Can Öz’ün ofisinin duvarında, odöneme ait bir el afişi halen asılı duruyor.Babası, 2006 yılında vefat etmeden birkaçyıl öncesine kadar, tutuklulukta maruzkaldığı işkencelerden hiç bahsetmemişti.Fakat oğluna bir baba tavsiyesi vardı:“Siyasetten uzak dur, oğlum.”

ANARŞİNİN HATIRASI ve siyasi mücade-lenin acımasızlığı, Türkiye’nin belleğin-de derin izler bırakmıştır. 1980’den son-ra doğan kuşağın apolitik olduğu kabulediliyordu. Öz, “Biz siyasetin tehlikelibir şey olduğu bilinci ile yetiştirildik”,diyor. “Hiç bir şeyi değiştiremeyeceğimi-ze göre en iyisinin karışmamak ol-duğuna inanıyorduk. Gezi parkı eylem-leri ile bu bilinç değişti.“

Evinden Beyoğlu’nun dar sokaklarında-ki ofisine giden yüz metrelik yolda,

karşıdan zırh giymiş emniyet güçleri ile yüzleri maskeli vatan-daşlar geliyor. Şehrin semalarında helikopterler tur atıyor. Havadabiber gazı kokusu var. Can Öz, annesiyle buluşacak. (Annesi yayı-nevinin yarısına, Can ve kızkardeşi ise diğer yarısına ortaktır).Semiha Öz, oğluyla protesto hakkında konuşmak istiyor (Öncekiakşam yirmiden fazla göstericiye evinin kapılarını açmış.)

“Gezi parkı eylemleri, yeni bir protesto kültürünün miladı-dır”, diyen Öz devam ediyor: „Bu sizin yetmişli yıllarda yaşadı-klarınızdan bambaşka bir şey anne.“ Burada birbirine düşmangruplar çatışma halinde değil. Burada genç sivil bir toplum se-sini yükseltiyor. “Fanatik Beşiktaş taraftarları, travestiler vekapitalizm karşıtı Müslümanlar yan yana protesto eylemlerigerçekleştiriyor.”, diyen Öz, “Rüyalar aleminde gibiyim.”

O sırada kendilerine katılan yayıncı ve yönetmen Can Dün-dar geçmişin ve bugünün mücadelelerini iyi bilir. (Dündar,birkaç yıl önce Cumhuriyet’in kurucusu olan Mustafa KemalAtatürk’ün hayatını anlatan, çok tepki toplayan “Mustafa” fil-minin de yapımcısıdır. Filmde Atatürk’ü içki içen, tereddütdolu biri olarak göstermişti. Atatürkçüler bu nedenle kendisinekarşı düşmanca tavır içindeler).

Türkiye’nin, siyasi ve toplumsal yaşamındaki kamplaşma,çoğunlukla bir yandan laik ve askeriye yanlısı Atatürkçü elit

Kultur

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 3120

SE

DA

T M

EH

DE

R /

DE

R S

PIE

GE

L

Verleger Öz, Foto des Vaters: Halt dich fern Yayıncı Öz, babasının fotoğrafı: uzak dur

►►

Page 21: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

litaristischen Elite, den Kemalisten, und den konservativen,muslimischen Aufsteigern auf der anderen Seite. Jahrzehnte-lang habe eine säkulare Schicht die Religiösen im Land unter-drückt. Erdogan selbst, der 2003 an die Regierung kam, be-schwört den Gegensatz in seinen Reden. Wir, die Unterdrück-ten, die „wahren“ Türken; sie, die Generäle und Kemalisten,die Unterdrücker. Erdogan hat zwar die Demokratie etabliert,aber er hat sich längst schon die schmutzigen Mittel seinerVorgänger zu eigen gemacht.

Viele Türken sind die Polarisierung leid, vor allem, weil sieselbst keinen Platz in dieser polarisierten Welt haben: CanÖz beispielsweise würde niemals Erdogans AKP wählen. Aberes waren Generäle, die selbsternannten Erben Atatürks, dieseinen Vater verhaften und foltern ließen. Wie ihm geht esden meisten Jüngeren: Die Gezi-Demonstranten richten sichgegen Erdogan, aber sie buhen genauso jeden Oppositions -politiker nieder, der versucht, ihre Kundgebungen zu kapern.

ES IST EINE JUNGE, URBANE MITTELSCHICHT, die in Istanbul,Ankara und vielen anderen Städten der Türkei auf die Straßegeht. Sie kaufen ihre Klamotten bei Zara, sie fliegen mit Bil-lig-Airlines nach London in den Urlaub. Sie sind gut ausgebil-det, und viele von ihnen unideologisch – und vor allem sindsie viele. Allein in Istanbul leben mindestens 13 MillionenMenschen.

Erdogan hat die Generation Gezi selbst geschaffen. Vieleder Demonstranten, die jetzt gegen ihn protestieren, studierenan den Universitäten, die die Regierung aufgebaut hat, oderarbeiten in Firmen, die im Wirtschaftsaufschwung der ver-

toplum ile öte yandan son yıllarda yıldızı yükselen, muhafa-zakar, İslamcı toplum kesim olarak tarif edilmektedir. İddiayagöre toplumun laik kesimleri, onlarca yıl ülkedeki dindar ke-simi ezmiştir. 2003 yılında iktidara gelen Erdoğan’ın konuşma-larında iki kesimin arasındaki bu farkın sürekli altını çizmek-tedir. Yıllarca ezilmiş olan, “gerçek” Türkler, bizler; toplumuezen, generaller ve Atatürkçüler, onlar, şeklinde. Erdoğan herne kadar demokratik bir düzenin yerleşmesini sağlamışsa da,kendisinden önceki iktidar sahiplerinin kirli yöntemlerini çok-tan benimsemiştir.

BIRÇOK TÜRK, bu kutuplaşmadan bıkmıştır, çünkü sadece ikikamptan oluşan bu dünyada kendileri için uygun bir yer bul-mazlar: Can Öz örneğin, hiçbir zaman Erdoğan’ın partisi olanAKP’ye oyunu vermez; ancak babasını tutuklayan ve onaişkence yaptıranlar, yine kendilerini Atatürk’ün varisleri olarakgören generallerdi. Genç kuşağa mensup çoğu kişi de kendisigibi düşünüyor: Gezi eylemcileri, Erdoğan’a karşı duruyor an-cak eylemlerini istismar etmeye çalışan muhalefet liderlerinide aynı şekilde yuhluyorlar.

İstanbul, Ankara ve Türkiye’nin birçok farklı şehrinde so-kaklara inen kesim GENÇ, KENTLİ, ORTA SINIF vatandaşlar-dan oluşuyor. Zara’dan giyinen, ucuza getirdikleri uçak biletleriile tatillerini Londra’da geçiren). Yüksek bir eğitim düzeyinesahip olup genelde ideolojiden uzak olan bu kesimin en önemliözelliği ise çok kalabalık bir grup olmasıdır. Sadece İstanbulen az 13 milyonluk bir nüfusa sahiptir.

Gezi neslini Erdoğan kendi eliyle yarattı. Bugün ona karşıeylemler düzenleyen göstericilerin çoğu, hükümetin kur-

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 3 121

KA

DIR

CA

N

Proteste in Izmir 1980: Heute geht es nicht mehr darum, eine Weltanschauung durchzusetzen 1980 İzmir gösterileri: Bugün artık önemli olan bir dünya görüşünü kabul ettirmek değil

►►

Page 22: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

gangenen Jahre entstanden sind. Auch Öz profitiert davon,dass heute mehr Türken Geld haben, um Bücher zu kaufen,als vor zehn Jahren.

Erdogan wollte den Fortschritt, aber das wachsende Bedürf-nis der Türken nach einem selbstbestimmten Leben will ernicht wahrhaben. Und anders als bei den Generationen zuvorgeht es den Demonstranten diesmal nicht darum, eine Welt-anschauung durchzusetzen – im Gegenteil: Sie wollen die Frei-heit der Weltanschauungen. Can Öz glaubt, dass sich der Wi-derstand auch deshalb im Kampf um den Gezi-Park vereinthat, weil sich Bäume nicht vereinnahmen lassen.

AM 16. JUNI, EINEM SONNTAG, drei Wochen nach Beginn derRevolte, gehen erneut Tausende Bürger auf die Straße. DiePolizei hat den Taksim-Platz in Istanbul abgesperrt. Demon -stranten versuchen, über Seitenstraßen auf den Platz zu ge-langen. Die Sicherheitskräfte schießen mit Gasgranaten. Men-schen taumeln halb blind durch die Gassen. Ein Mann bleibtliegen. Polizisten dreschen auf ihn ein.

Öz verfolgt die Rede Erdogans in Istanbul vor Hunderttau-senden Anhängern zu Hause vor dem Fernseher gemeinsammit seiner Freundin, der Schauspielerin Selma Ergeç. „Istanbul,sind wir vereint?“, ruft Erdogan.

Ergeç ist in Deutschland als Tochter eines Türken und einerDeutschen aufgewachsen. Sie hat in Oxford gelebt. Vor zehnJahren ist sie nach Istanbul gezogen.Sie spielt eine Hauptrolle in der Serie„Muhteşem Yüzyil“ (Das prächtigeJahrhundert), die jede Woche in mehrals 45 Ländern zu sehen ist. Die Regie-rung drohte dennoch mit einem Verbot.Erdogan fand, der Sultan werde in derSerie als frivol verunglimpft.

Ergeç sagt, mit jeder Rede Erdoganswerde die Stimmung im Land aggres-siver. Als die Proteste am Taksim-Platzbegannen, ging auch sie auf die Straße.Inzwischen ist sie vorsichtig geworden.Sie fürchtet, als bekannte Person Zielvon Angriffen zu werden. Einer ihrerKollegen, der sich besonders deutlichgegen Erdogan positioniert hat, kannwegen Morddrohungen seit Tagen seinHaus nicht mehr verlassen.

Diese Tage sind nicht die ersteschwere Prüfung in Can Öz’ Leben. Erwar gerade vom Soziologie-Studium in Boston nach Istanbulzurückgekehrt, als sein Vater 2005 an Lungenkrebs erkrankte.Erdal Öz war ein brillanter Schriftsteller, hochgeschätzt beiseinen Autoren. Er hatte den Verlag nach Ende des Militär-putsches in den achtziger Jahren in Istanbul gegründet und inmehr als zwei Jahrzehnten eine ganze Reihe von jungen Talenten entdeckt, er verlegte auch den späteren Literatur -nobelpreisträger Orhan Pamuk. Doch er interessierte sich nurmäßig für Finanzen. Mit vielen Autoren hatte er lediglichmündliche Vereinbarungen getroffen.

Als Can Öz den Job übernahm, gab er dem Verlag eineStruktur, plötzlich gab es eine Buchhaltung und sogar einenUnternehmensberater, der wöchentlich Bericht erstattete. Özreiste auf Messen ins Ausland und stärkte die Beziehungen zuVerlagen wie Suhrkamp in Deutschland oder Penguin in Groß-britannien.

Öz sagt, er sei darauf vorbereitet, dass die Regierung jetztgegen ihn vorgehe. Er hat das bei Kollegen erlebt, bei AydinDogan etwa, dem mächtigen Besitzer der regierungskritischenTageszeitung „Hürriyet“, den ein Steuerstreit 2009 beinahein den Ruin trieb.

„Sie zerstören deine Glaubwürdigkeit“, erzählt Öz. „Sieverbreiten Lügen in ihren Zeitungen und Fernsehsendern, be-

duğu üniversitelerde okumakta veya geçtiğimiz yıllardayaşanan kalkınma dalgasıyla ortaya çıkan şirketlerde çalışmak-tadır. İnsanların günümüzde kitap almaya daha fazla para ay-ırabiliyor olmaları, Öz’ün de lehinde olan bir durumdur. Er-doğan gelişim istedi ancak Türk halkının özgür yaşam arzusu-nu görmezden geldi. Önceki kuşaklardan farklı olarak, göste-ricilerin amacı bu sefer kendi dünya görüşünü kabul ettirmekdeğil, tam aksine: farklı görüşlerin özgürlüğü için mücadeleveriyorlar. Can Öz’e göre, direnişin Gezi Parkı eylemlerindekanalize olmasının başlıca nedenlerinden biri, ağaçların taraftutmamasıdır.

16 HAZİRAN, PAZAR GÜNÜ, isyanların başlamasından 3 haftasonra, yeniden binlerce vatandaş sokaklara dökülüyor. Polis,İstanbul’daki Taksim Meydanına girişleri kapattı. Göstericilerara sokaklardan meydana girmeye çalışıyor. Emniyet güçlerigaz bombaları atıyor. İnsanlar, sersemleşmiş bir şekilde, gözleriadeta körelmiş halde yürüyüş yapıyor. Ansızın yere düşen biradamı polisler dövmeye başlıyor.

Öz, Erdoğan’ın İstanbul’da yüzbinlerce taraftarı karşısındayaptığı konuşmasını evinde, oyuncu sevgilisi Selma Ergeç ilebirlikte televizyondan takip ediyor. “Beraber miyiz İstanbul?Bir miyiz?” diye halka sesleniyor.

Ergeç, Almanya’da, Türk bir baba ile Alman bir annenin kızıolarak yetişti. İngiltere’de, Oxford’da yaşadı. On yıl önce İstan-

bul’a taşındı. Her hafta 45’i aşkın ülkedeoynayan “Muhteşem Yüzyıl” dizisininbaşrollerinden birinde oynuyor. (Bu ka-dar sevilen bir dizi olmasına rağmen hü-kümet, dizi yapımcılarını diziyi yasakla-makla tehdit etmişti. Erdoğan’a göre, di-zide Osmanlı Padişahları ahlaksız ola-rak gösterilmekteydi.

Ergeç’e göre, Erdoğan’ın her ko-nuşmasıyla ülkedeki tansiyon artıyor.Taksim Meydanı’ndaki protestolarbaşladığında, o da sokaklara düşmüştü.Ancak artık daha temkinli. Tanınan birkişi olarak saldırılara maruz kalmaktankorkuyor. Erdoğan’a karşı çok sert ifa-deler kullanmış olan meslektaşlarındanbiri, ölüm tehditlerinden dolayı birkaçgündür evinden bile çıkamıyormuş.

Bu günler Can Öz’ün hayatında ilkgeçirdiği zor imtihanlar değil. Babası2005 yılında akciğer kanserine yaka-

landığında, Boston’da görmüş olduğu sosyoloji eğitimindendaha yeni dönmüştü. Erdal Öz, yayınevinin yazarları tarafın-dan büyük saygı gören, olağanüstü bir yazardı. Yayınevini, as-keri darbeden sonra 1980’li yıllarda İstanbul’da kurmuştu veyirmi yılı aşkın bir sürede çok sayıda genç yetenekleri keşfet-miş ve desteklemişti. Daha sonra Nobel Edebiyat Ödülünelayık görülmüş olan Orhan Pamuk’un da eserlerini yayınla-mıştı. Ancak mali konularla pek ilgilenmezdi; eserlerini yay-ınladığı çoğu yazarıyla sadece sözlü anlaşması bulunuyordu.

Can Öz, işini babasından devraldığında yayınevini düzenesoktu. Şirketin muhasebe bölümünü oluşturdu ve haftalık ra-porlar düzenleyen bir mali müşaviri görevlendirdi. Öz, yurt-dışında düzenlenen fuarlara katılarak Almanya’daki Suhrkampveya İngiltere’deki Penguin gibi yayınevlerine olan ilişkileripekiştirdi.

Hükümetin bundan sonra kendisine karşı yaptırımlar uygu-lamasına hazır olduğunu söylüyor. Meslektaşlarında bunu dahaönce de gördü. Örneğin hükümet karşıtı “HürriyetGazetesi”nin sahibi Aydın Doğan gibi. 2009 yılında patlak ve-ren bir vergi ihtilafı az kalsın Doğan’ın büsbütün batmasınaneden olacaktı.

“Önce senin itibarını yok ediyorlar”, diyen Öz, “Gazetele-rinde ve televizyon kanallarında senin hakkında yalanlar uy-

Kultur

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 3122

GU

ILLA

UM

E H

ER

BA

UT

/ I

NS

TIT

UT

E

Graffito in Istanbul: „Mach Liebe statt Krieg“İstanbul’da duvar yazısı: “Savaş yapma aşk yap“

►►

Page 23: Titel - ahmetsaltik.netahmetsaltik.net/arsiv/2013/06/SPIEGEL-BOYUN_EGME.pdfD as Erste, was ein Reisender sieht, wenn er die Pass - kontrolle in Istanbul hinter sich hat, ist ein Monument

haupten, du wärst ein Betrüger oder Alkoholiker. Dann wen-den sie sich gegen dein Unternehmen. Sie verhängen phan-tastische Strafen. Rufen Kunden zum Boykott auf.“

Öz sagt, dass er diesen Preis zu zahlen bereit sei. Er hat einNotbudget, falls Aufträge ausbleiben. Schlimmstenfalls geheer auch ins Gefängnis.

AM DIENSTAGABEND VERGANGENER WOCHE versammeln sichim Cihangir-Park nahe des Taksim-Platzes mehrere hundertDemonstranten. Nach der Räumung des Gezi-Parks verabre-den sich jetzt regelmäßig Bürger an verschiedenen Orten inIstanbul zu „offenen Foren“. Sie sitzen zusammen, diskutieren,lernen sich besser kennen.

Als Öz im Park ankommt, hat die Versammlung bereits be-gonnen. Die entscheidende Frage in diesen Tagen ist, wie sichdie Revolte weiterentwickelt: Die wenigsten Demonstrantenkönnen sich vorstellen, eine der etablierten Parteien zu unter-stützen. Die Gründung einer eigenen Partei ist schwierig. Werwürde sie finanzieren? Und wofür würde sie stehen, außerfür die Ablehnung Erdogans? Eine junge Frau schlägt vor, sichzunächst ausschließlich in lokalen Projekten zu engagieren,etwa für den Erhalt historischer Gebäude.

Öz glaubt, es sei zu früh, die Richtung der Bewegung festzulegen. „Ich habe gelernt“, sagt er, „dass wir nicht zumstillen Gehorsam verurteilt sind.“ Über die Gezi-Revolte würden wohl schon bald Bücher geschrieben und Filme ge-dreht. Die Demokratisierung der Türkei, sagt Öz, stehe erstam Anfang. �

dururlar, sahtekar veya alkolik olduğunu iddia ederler. Sonrasenin şirketine karşı kampanya başlatırlar. Astronomik cezalarveriyorlar. Müşterilerini seni boykot etmeye çağırırlar.”, diyeaçıkladı.

Öz, bu bedeli ödemeye hazır olduğunu, işler kesilirse acildurumlar için ayırdığı bir bütçesinin bulunduğunu söylüyor.En kötü ihtimade cezaevine girmeye bile hazır.

GEÇTİĞİMİZ HAFTA, SALI GÜNÜ AKŞAMI, Taksim Meydanı’nayakın olan Cihangir’de yüzlerce direnişçi toplanıyor. Gezi Par-kı boşaltıldıktan sonra, vatandaşlar artık düzenli olarak İstan-bul’un farklı yerlerinde “açık forumlar” için bir araya geliyor.Bir arada oturuyor, tartışıyor ve birbirlerini daha iyi tanımafırsatı buluyorlar.

Öz, Cihangir Parkına vardığında, toplantı daha yeni başla-mıştır. Bu günlerde tartışılan en önemli soru, direnişin bundansonra nasıl gelişeceğidir. Sadece çok az sayıdaki direnişçi, yer-leşik partilerden birine destek vermeyi hayal edebiliyor. Yenibir partinin kurulması ise zor. Kim bunu finanse edebilir ki?Erdoğan karşıtlığının dışında hangi değerleri savunacaklar?Genç bir kadın ilk aşamada, tarihi binaların korunması gibi,sadece yerel düzeydeki projelerde angaje olmayı öneriyor.

Öz, hareketin yönünü belirlemenin henüz vaktinin gelme-diğini düşünüyor. “Şunu öğrendim ki, sessizce her şeyi kabul-lenmeye mahkum değilmişiz.” diyor. Öz, Gezi eylemlerininpek yakında kitaplara ve filmlere konu olacağını düşünüyor.Can Öz, “Türkiye’de demokratikleşmenin daha çok başın-dayız”, diyor. �

D E R S P I E G E L 2 6 / 2 0 1 3 123

SE

DA

T M

EH

DE

R

Protestierende Fußballfans am Taksim-Platz: Seite an Seite mit Transsexuellen Taksim Meydanı’nda göstericiler: transseksüellerle yanyana