TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL...

38

Transcript of TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL...

Page 1: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman
Page 2: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

ŞEFAÂT HAKTIR “Betül SAYGINER” sy.2,3

SIRR-I ATEŞ-İ AŞK “Hamuş” sy.4.5.6

YAVUZ SULTAN SELİM HAN “Aişe HÜMA” sy.7.8.9

RASULULLAH AHLAKI SADAKA “Hilal ARZU” sy.10,11

EY İMAN EDENLER “Karia ECRİN” sy.12.13.14.15

ONLARI TANIYOR MUYUZ? “Talha Ali CÖMERT” sy.16,17

MUSTAFA ÖZBAĞ EFENDİ’DEN GÜL DESTESİ “Nisa YILDIZ” sy.18,19

RASULULLAH (s.a.v) HZ SÜNNETİ OLARAK EDEP “Kenz-i MAHFİ” sy.20.21.22

HAZRETİ MUHAMMED MUSTAFA’NIN (s.a.v) MÜBAREK İSM-İ ŞERİFLERİ

“Dıhye IŞIK” sy.23

ŞAH-I NAKŞİBENDÎ HAZRETLERİ “Erva YAREN” sy.24,25

GELİBOLU MEVLEVİHANESİ “Fatma Meryem AK” sy.26,27

ÖLENİN ARKASINDAN 7’Sİ, 40’I, 52’Sİ YAPILIR MI? “Ömer NAZİF” sy.28,29

ÇOCUK EĞİTİMİ VE AİLE “Bengisu UMMAN” sy.30

TEDAVİDE HARAMLA İZLENEN YOL “Eslem SARIGÜL” sy.31

KAVUN VE KARPUZ “Sare Şüheda BAŞAK” sy.32

HAZIR GIDALARIN

ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ “Hafsa KEVSER” sy.33

YYııll:: 55 SSaayyıı:: 2277

İİrrşşaadd DDeerrggiissii KKuuttlluu DDooğğuumm ÖÖzzeell ssaayyııssıı

EEDDİİTTÖÖRR GGÜÜLLEENNAAYY ZZİİYYAA

GGRRAAFFİİKK TTAASSAARRIIMM

MMUUSSAAVVVVİİBBEE

KKAAPPAAKK MMİİRRAA--İİ PPİİNNHHAANN

Page 3: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman olan Allah'tan izin alandan

başka kimse şefaatte bulunamayacaktır.” (Meryem-87) buyurmuştur. Demek ki bazı şefaatçiler var. Bunu

Kur’an kendisi söylüyor, bunu bile bile yok görmek küfürdür. Derhal tövbe etmeli ve geri dönülmelidir.

Ayrıca Allah Kuran’ını da yine “O gün Rahman olan Allah'ın izin verdiği ve konuşmasına rıza

gösterdiği kimseden başkasının şefaati fayda vermeyecektir.”(Taha-109) buyurarak meselenin mahiyetini

açıklamıştır. Her iki ayet-i kerimede de Allah, kıyamet gününde bütün yaratılmışlar toplandığında

yaşanacak olan sahneleri bildirmiştir. Tabi bu durumda kimlerin şefaatçi olacakları söz konusu olur. Bir

kere bilinmesi gerekli ki kâfirler, Allah'ın huzurunda birbirlerine şefaatçi olamayacaklardır. Ancak

dünyada iken Allah'a iman ederek şefaat etme salahiyetine erişenler; bunların başında Peygamberimiz

(sallallahu aleyhi ve sellem) geçmiş peygamberlerimiz, âlimler, melekler, Kuran, şehitler ve cennetlikler

müstesnadır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmaktadır:

“Kıyamet gününde üç sınıf insan şefaatçi olacaktır. Bunlar; Peygamberler, sonra âlimler, sonra

şehitlerdir.”(İbn-i Mace)

Peygamber efendimiz başka bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmaktadır:

“Kıyamet gününde şefaatçi olmam için insanlar bana gelirler. Ben de kalkar Rabbimden izin

isterim ve bana şefaat etme izni verilir. Ben Rabbimi görünce hemen secdeye kapanırım. O beni dilediği

kadar secdede bırakır. Sonra bana şöyle denir: „Ey Muhammed! Başını kaldır, söyleyeceğini söyle;

sözün dinlenecek. İstediğini dile, istediğin verilecek. Şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecek.‟ Bunun

üzerine ben Rabbime bana öğrettiği şekilde hamd edeceğim. Sonra şefaatçi olacağım. Bana belli bir

sınır tayin edilecek. Ben onların cennete girmesini sağlayacağım.” Peygamber Efendimiz (sallallahu

aleyhi ve sellem) bu sözlerini üç kere tekrarlamış, sonunda da şöyle buyurmuştur: “Sonra „Lâ ilahe

İllallah‟ diyen ve kalbinde zerre kadar hayır bulunanlar cehennem ateşinden çıkarılacaklardır.” (Buhari-Müslim)

Başka bir hadiste Ebu Zer’i Gifari, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet

etmiştir:

”Bana, benden önce herhangi bir Peygambere verilmeyen beş özellik verilmiştir. Ben, kırmızı

renkliye de siyah renkliye de Peygamber olarak gönderildim. Yeryüzü benim için mescit ve temiz

kılındı. Ganimetler bana helal kılındı ki benden önce hiçbir kimseye helal kılınmamıştı. Düşmanın

kalbine korkum salınmakla yardım olundum. Bir aylık mesafedeki düşman benden korkar oldu. Bana

„İste, isteğin verilsin.‟denildi. Ben de isteğimi, ümmetime şefaat etmek için ahirete bıraktım. Sizden,

Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmayan kimseye Allah dilerse şefaatim erişecektir.” (Ahmed b. Hanbel-

Müslim)

Yine başka bir hadiste Hazreti Hüseyin'in oğlu Ali'den, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem),

yeryüzünün uzatılması hakkında şunları buyurduğu rivayet edilmektedir:

ŞŞEEFFAAÂÂTT HHAAKKTTIIRR BETÜL SAYGINER

Page 4: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

“Kıyamet günü geldiğinde Allah yeryüzünü uzatacaktır. Her insan için ancak ayaklarını basacak

kadar bir yer bulunacaktır. Kabirden ilk çağrılacak ben olacağım. Cebrail, Rahman olan Allah‟ın

sağında olacaktır. Allah‟a yemin olsun ki Cebrail kıyamet gününden önce Allah‟ı görmemişti. Ben: „Ey

Rabbim, bu Cebrail bana, senin kendisini elçi olarak gönderdiğini bildirmişti.‟ diyeceğim. Allah Teâlâ:

„Evet, doğru söylemiştir.‟ buyuracaktır. Ben şefaatçi olacağım ve „Ey Rabbim, kulların yeryüzünün

etrafında sana kulluk ettiler.‟ diyeceğim.” Allah (celle celaluhu) diyor ki: “İşte Rasulullah‟a ahirette

verilecek olan ve bütün yaratıklar tarafından övülecek olan Makam-ı Mahmud” budur.”

Peygamberlerin şefaati haktır. Peygamberimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) şefaati, günahkâr müminler

ve onlardan büyük günah işleyip cezayı hak etmiş olanlar için hak ve sabittir ve böyle inanılması gerekir.

Kur’an-ı Kerim’de “(Melekler) ancak Allah'ın razı olduğu kimseye şefaat edebilirler...” (Enbiya

Suresi-28) buyrularak meleklerin de şefaatçi oldukları beyan edilmiştir.

Kuran’ın şefaati ile alakalı bir hadisinde de Ebu Ümame el-Bâhili diyor ki:

“Rasulullah‟ın şöyle buyurduğunu işittim: „Kuran‟ı okuyun. Çünkü o,kıyamet gününde okuyana

şefaatçi olacaktır. Özellikle, iki çiçek olan Bakara ve Al-i İmran Suresi‟ni okuyun. Çünkü onlar

kıyamet gününde adeta iki bulut veya iki gölgelik yahut havada grup halinde uçan iki bölük kuş gibi

gelecekler ve kendilerini okuyanları müdafaa edeceklerdir. (Yani, cehennem ateşine karşı engel

meydana getireceklerdir.) Bakara Suresi‟ni okuyun. Onu almak bereket, bırakmak ise hüsrandır. Onu

okumaya, batıl ile meşgul olanların (Yani sihirbazların) gücü yetmez.‟” (Müslim)

Mülk Suresi için de Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde:

“Kuran‟da otuz ayetten meydana gelen bir sure, bir kişi için şefaatçi oldu ve onun günahları

affedildi. Bu sure Mülk Suresi‟dir.” (Tirmizi) buyurarak mukaddes kitabımızın da şefaatçi olduğunu beyan

etmiştir.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şehitliğin fazileti ile ilgili çeşitli hadis-i şerifler irad

etmiştir. Bu husustaki hadis-i şeriflerinin birinde şöyle buyurmaktadır:

“Şehidin Allah katında altı özelliği vardır. Kanının ilk damlası ile günahları affedilir. Cennetteki

yerini görür. Kabir azabından kurtulmuş olur. Büyük korkudan (Kıyametin dehşetinden) emin olur.

Başına vakar tacı giydirilir. Bu tacın yakutlarından her biri dünyadan ve ondaki şeylerden daha

hayırlıdır. Şehit, yetmiş iki huri ile evlenir ve akrabalarından yetmiş kişiye şefaati kabul edilir.” (Tirmizi-

İbn i Mace) buyurarak şehitlerin de şefaat edeceğini beyan etmiştir.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) başka bir hadis-i şerifinde:

“Şehit, ailesinden yetmiş kişiye şefaatçi olacaktır.” (Ebu Davud) demiştir.

Ayrıca hadis-i şeriflerde, müslümanların küçükken ölen çocuklarının da şefaatçi olacağı

belirtilmiştir.

Şefaate bu ayet ve hadislerin ışığında bakılmalı, şüpheye düşülmemelidir. İnanıyoruz ki Allah (celle

celaluhu) müsaade ederse şefaat gerçekleşecektir.

Page 5: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

SSIIRRRR-- II AATTEEŞŞ-- İİ AAŞŞKK HHAAMMUUŞŞ

Kûn emri ile yaratılan ilk insanın, arşın

kubbelerinde “O”nun adını gördükten sonra

yüreğinde kalan özlem ile doluşunun adıdır aşk.

Havva ki, o aşk- ı derûnun ete kemiğe bürünmüş

halinin Kâl oluşudur. Âdem’in yıllarca

gözyaşlarını dökerek aradığı aşkla sulanmış

topraklar, Âdemoğullarına kalan ebedi mirastır.

Havva’nın aşkı ile yeryüzüne ayak bastıktan

sonra, yıllarca onu arayan Âdem, aşkı emanet

bırakmıştır gözyaşlarıyla suladığı kara toprağa

kendinden sonra basacak olan tüm Âdem

kullarının da basacağını bilerek. Bu topraktan

yaratılmış ve yaratılacak olan her kul aynı

zamanda aşk-ı muhabbetin de varisi olmuştur

bilmeden. Bu mirasın varisleri olan tüm

insanlık, Âdem’in yakarışlarıyla aramışlardır

Havva’larını aynı topraklarda binlerce yıl

bıkmadan iştiyakla.

Havva ise ayrılık ateşini tadan ilk kadın olmaklığını, ancak özlemin ve bekleyişin ayrılmaz

yoldaşlığında aşkın baki kalacağını tecrübe eden iptidailiği ve gözyaşlarıyla beraber tüm kadın ırkına ve

evlatlarına emanet bırakmıştır. Ayrılık, belki de yasak meyvenin kekremsi tadının, yaratılanların aşkla

tanışmaklıklarında damaklarında kalan ebedi tadıdır.

Yeryüzü gecelerinin bitmez tükenmez şafağında Âdem’i özlerken Havva ve Havva’yı ararken

Âdem, kalp ağrılarınının dinmezliğini kavuştuktan sonra da hissettiklerinde bildiler aslında aşkın ne

Havva ne de Âdem olmadığını. Vuslata erdikten sonra hala yürekte kalan o ince sızının adıydı aşk. O’nu

özlemek, O’nu beklemek ve O olmaktı aşk. Âdem’in kulağına fısıldarken bu kelimeyi Cebrail, bildi

Âdem cennetten yeryüzüne getirebildiği tek emanetin ne olduğunu. Aradığında yeryüzünde adım adım

Havva’yı, bildi aradığının ne olduğunu. Ve bulduğunda dahi, hala aranılana vasıl kılınmadığının,

Havva’nın gözlerinde olmadığını. Sonra bildi Âdem aşkı ve duydu bir suyun sesinde, bir bülbülün

nalişinde bir yıldızın kayışında bir gülün kokusunda, güneşin ışıltısında kelebeğin kanadında, Habili’n

gamzesinde, Kabil’in ateşinde, her nesnenin, her canlının ve yeryüzünde her var olanın sesinde aradığının

özlediğinin ve yanmaklığının ne olduğunu. Ve Cebrail tekrar fısıldadı kulağına Adem’in aşkın özlemini

az da olsa teselli eden kelimeyi. Ondan sonra, duydu Adem yeryüzünde aşkın yakan, yaktıkça hem aşka

vuslatı çağıran, hem aşktan vuslatı kaçıran sesi, neyin nağmelerinde. Böylece, duymak kaldı Âdem’in

çocuklarına; neyden notaya, notadan arşa, arşdan meleklere, meleklerden cennete, cennetten sevgiliye,

sevgiliden sonsuzluğa, sonsuzluktan yiten yağmur taneleri gibi yeniden yeryüzüne erişen aşkın sesini.

Zümrüdüanka sonsuzluğuyla kül oldukça ölen, öldükçe küllerinden yeniden var olup, aşkı fısıldayan

sesini neyin . O ses ki aşkın yürekten özge yarenlik edemeyeceği hiçliğine bürünen zerresi oldu,

yeryüzünde ilkten kalan ebedi..Aşk oldu o zerre, Adem’in çocuklarının yüreğinde baki .. Kabil bu

zerrenin uğruna dökerken Habil’in kanını, bildi erişse de özlediğine, Âdem’in Havva’ya kavuştuğunda

aslında kavuşmanın aslının aşk olmadığını. Yandı babası gibi hiç cenneti bilmeyen yüreği, cennette olanın

özlemine ömrünü yiterek. Süregeldi aşkın masalı milyon yıl yasak olanın kekremsiliğiyle ve

hazımsızlığıyla onu her arayanın yüreğine eş...

İbrahim, Sare’nin aşkı ile sınanıp Hacer’in ayrılığıyla İsmail’ine hasret kalırken, O’nu sandı buldu.

Aşk Sare dedi yandı, aşk Hacer dedi yandı, aşk ayrılık dedi yandı, aşk ölüm dedi yandı ve anladı aşk

ancak cennetten dünyaya bırakılan bir zerre, vuslatına mekânın dünya olmadığı ve bildi ki İsmail’in taşın

üzerinde tevekküle kurban yatırılan boynunun aklığında Halilullah eden kendini aşktır ancak “O”na

Page 6: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

vardığında vuslata ereceği. Ve duydu ak boyundaki kılıcın üzerine düşen bir damla gözyaşında, neyin

nalişini aşkın tesellisi olan.

Süleyman, kuşdilini dinlerken bülbülün nefesiyle yandı. Kurtlar, kuşlar karıncalar, aslanlar,

şahinler, serçeler, hanlar, hamamlar, saraylar, cinler, periler, insanlar... Esiriydi asasının ucunda ebedi. Ve

dahi eksikti yine de yüreğinde yalnızlığı fısıldarken aşkın zerresi. Belkıs’ı tahtıyla sarayında görünce sandı

Süleyman aşk işte bu… Lakin kavuşsa da atası gibi yandı Belkıs’ın gözlerinde aşkın sonsuzluğunda

yüreği. Anladı ve bildi ki aşkın yurdu yoktadır varolsa da her şeyi. Ve duydu Hüdhüd’ün ötüşünde neyin

nalişini aşkın tesellisi olan… Züleyha’nın gözleri, Yusuf’un gözlerine değince karardı güneş, söndü

yıldız ve dahi ayla mehtabın ışığı. Sandı Züleyha aşk Yusuf… Bir Züleyha ömrü Yusuf Yusuf sönerken,

kocar oldu görmeyen gözler, buruş buruş ten, bükük bükük bel, ak ak olmuş saçlarla. Züleyha olurken

Mısır’lı kadınlar, kanayan parmaklarında Yusuf’u gördüler. Züleyha aşk dedi işte bu… Payına hasret

düşerken Yusuf Yusuf ayrılık, buldu Züleyha Yusuf’u var edenin aşkını. Ve sandı vaslolunca diner özlem

Yusuf’a. Dinmeyince özlemi, Züleyha’ya geri verilen gençliğiyle beraber Yusuf’u, bildi aşkın zerresidir

vuslatı derin derin kemiren, Yusuf’a her kavuşmada artan ayrılıktır aşkının zerresi. Duydu Züleyha

Yusuf’un gömleğine kanını veren kurdun yangınında neyin nalişini, aşkın tesellisi olan... Üveys çöllere

düşüp ararken O Server- i Kâinat’ın izini, yandı. Dudağına değen her damla su, çölde susuzluğunu artırdı

Veysel’in aşkla yanan dilinde.. Yollar O’na yönelmişken, azaldı ayrılık ateşi. Üveys Ol Cemal’in

yüzünü görmenin aşkına yanarken, oldu aşk pervanesi ateş misali çölde kavrulan. O Resul’ün ayağının

tozuna yüzünü sürerken, bildi aşk O’nda olmak değil; O olmak, bildi ayrılık O’nsuz kalmak değil, O

olmak. Bildi vuslat mescide varınca yüzünü görmek değil, O olmak. Aşkın hakikatini O’nda bulan

Veysel, anladı ve bildi ki, görseydi aradığını dinmeyecekti özlemi. Kavuşmak görmekte değilken, ayrılık

hasrette değildi. Yemen’dekinin Hicaz’da atan kalbi iken aşk, vuslat Hicaz’da Yemen yoluna yeniden

düşmenin gözyaşında idi. Ve duydu Veysel pervanenin kanadının aşkın ateşinde kavruluşunda neyin

nalişini aşkın tesellisi olan...

Mecnun, çöllere düştüğünde

aradığı Leyla’ydı. Leyla ki geceden

kara gözleri ile geceden daha kara

talihinin heyulasında bahtsız,

şümûlsüz kalırken, gidenin ardında

beklemekle, çürüyüp hiç

gelmeyecek olanın aşkına

bulanandı. Mecnun’ a ne uçsuz, ne

güzel bir vatandı çöl, vahşilerle

ünsiyet olduğu, sessiz leyl karası

gecelerde yıldızların yoldaşlık ettiği

sahra. Ve Leyla’ya ne menem bir

zulümdü Ümmü Selem’in aşksız

şatafat sarayı. Saray… Tutsak

olmak o altın sarayın kafes

hücrelerinde Leyla’ya müebbet…

Aşkını çölde haykıramamak avaz

avaz, aşkını ceylana, kurda, kuşa,

güvercine fısıldayamamak özgürce

sonsuzca. Hep susmak susmak,

sustukça susamak, hamuş olup

yutkunmak Leyla’ya kalan, dilsiz

cümlesiz, cümle âleme aşk kalmak.

Beklemekten ve özlemekten kararan

leyli gözlerin karadan kara ,

gözyaşlarının dahi terk ettiği buğulu

naçar bakış.. Bir eli yağda bir eli

balda saray sefası sürdüğü sanılan

Leyla’ya dar olan kuburdu saray.

Page 7: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Bir el ki yağda …Gönlüne urganlar vurur Leyla’nın, yağlı karasını ilmeğin geçirdikçe boynuna, her

boğulmada yeniden dirilip yeniden urgana uzanan.. Bir el ki balda, boğulurken yaşamaklığın,

ölememenin zulmüyle kahırlanır hiç gelmeyenin hasretiyle kalırken binefes… Saray… Leyla... Gece…

Saray ki çölden daha gece…Gece ki karadan daha hiçce…Ölmek ki yaşamaktan kaçarken her nefesle

çoğalan… Çoğalan ki azaldıkça Mecnun’suz Kays’sız akl ile meczup. Meczup ki çölde akl ile sözsüz,

dilsiz… Saray ki salarken her gece Leyla’nın yitirilmemiş aklına dinmeyen dipsiz acıyı, çöl sarar

Mecnun’u yitirilmiş aklıyla Hakk’ın sonsuz ikramlarını kucakladığı aşkını. O aşktır Mecnun’u Hakk’a

vaslederken çoğaltan, o aşktır ki Leyla’yı ölmeden her gece zümrüt saraya mevt eden….O baldır ki

Leyla’ya her lokmayı zehreden, o çöldür ki Mecnun’a her zikrini bal eden. O yağdır ki Leyla’ya her gece

hasreti gözyaşıyla kan edip de akl ile meczup. Meczup ki çölde akl ile sözsüz, dilsiz… Saray ki salarken

her gece Leyla’nın yitirilmemiş aklına dinmeyen dipsiz acıyı, çöl sarar Mecnun’u yitirilmiş aklıyla

Hakk’ın sonsuz ikramlarını kucakladığı aşkını. O aşktır Mecnun’u Hakk’a vaslederken çoğaltan, o aşktır

ki Leyla’yı ölmeden her gece zümrüt saraya mevt eden… O baldır ki Leyla’ya her lokmayı zehreden, o

çöldür ki Mecnun’a her zikrini bal eden. O yağdır ki Leyla’ya her gece hasreti gözyaşıyla kan edip de

yağdıran, o yağdır ki Mecnun’a her gece, vuslatla arşların sahibine rahmetlere daldıran. Aşktır Leyla’yı

Selem’in sarayına ve dünya hapsine esir eden. Acısı yardan ayrı kalanı leyl gibi karaya bulayan ölüme

yoldaş yapan vuslatsız gecesinde. Ve Mecnun’u şah yapan, çölün her kum tanesinde Hak ile vuslata

eriştiren.

O aşktır ki, öldürür Leyla’yı beşerin her

gülüşünde yaşarken halk içinde akil iken, o aşktır

ki diriltir Mecnun’u Hak ile her gece kelamsız,

insansız, sonsuz sükutla çoğaltır meczup iken. O

aşktır ki o sahrada fısıldadığını Ali’nin kuyuya

Mecnun’a sır kılıp okutturan. O aşktır ki ney olup

inleten çölleri ceylanın gözlerinden süzülüp

mecnunun dizlerine dökülen…O aşktır ki “ney”

olup inleyen Leyla’nın, Kays’sız her gecesinde

ruhundan sökülüp feryada kesilen çığlığını sonsuz

kılan..

İşte o aşktır Âdem’den Kays’a emanet

bırakılan ve vuslatı olmayan her ayrılığın

müsebbibi, sahibi. O aşktır ki,arşın kubbelerinde

ismi olanın tek sahibi olduğu “Habib” i,

HABİBULLAH yapan. O aşktır ki yeryüzünü,

gökyüzünü, kainatı ol HABİB’ e sebep var eden

VAREDEN’İN “VEDUD” ile nurlandırıp

halkettiği… O aşktır ki ol Habib’i severken,

özlerken, yanarken Âdem’i, Havva’sız kılan. O

aşktır ki ol Habib’i ararken İbrahim’e çölü dilsiz

kılan, Hacer’i ve Sare’yi sözsüz eden. O aşktır ki,

ol Habib’e yanarken Züleyha’yı Yusuf’a gözsüz

kılan, O aşktır ki Ol Habib’i anarken, Üveys’i

annesine yolsuz kılan, O aşktır ki ol Habibi

özlerken, yalnız onun hasretini var kılıp Leyla’yı

Mecnun’a haram eden, O aşktır ki aşk sanılan her

yürekte var olup, aşığın maşuka vaslına erdirse de

gönlünü her daim uçsuz yapan. O aşktır ki

yaradılan her kadını gönlünde zerresi bir noktayla

süslenen aşk ile var kılan , o aşktır ki yaradılan her

erkeği bu bezeli noktaya zerk edip aşkı

muhabbetten uzağa hasret kılan. O aşktır ki ol

Habib’i var edenin aşkıyla yarattığı her yürekte var

kıldığı ve ancak cennet- i firdevsinde vaslına

erdireceği vuslata hasret kılan!...

Page 8: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

YYAAVVUUZZ SSUULLTTAANN SSEELLİİMM HHAANN’’AA ZZİİYYAARREETT AAİİŞŞEE HHÜÜMMAA

İslam halifelerinin yetmiş dördüncüsü ve Osmanlı padişahlarının dokuzuncusu. İkinci Bayezid

Han’ın oğlu, Sultan Süleyman Han’ın babası.

875 (m. 1470) senesinde bir gün, Fatih Sultan Mehmet Han’ın oğlu Şehzade Bayezid’in sarayına nur

yüzlü bir ihtiyar gelir. Sarayın kapısında uzun bir dua okuduktan sonra kapıdaki nöbetçiye, “Bugün bu

hanede bir erkek çocuğu dünyaya gelecek. Babasından sonra padişah olacaktır. Vücudunun yedi

yerinde ben bulunacak ve büyüdüğünde her ben sayısınca âli-şan (şanı büyük) beyleri mağlup

edecektir.” dedikten sonra oradan ayrılır. Nöbetçi bu zâtı takip ettiyse de bir anda kaybeder, nereye

gittiğini bulamaz. Bu haberi valiye söylemek isteyen nöbetçi saraya girdiğinde Şehzade Bayezid’in,

kucağına aldığı çocuğun kulağına ezan-ı Muhammedî ve ikamet okumakta olduğunu görür. Şehzade

Bayezid, “İsmin Selim olsun.” diyerek çocuğuna ismini verir.

İstanbul’da bu haberi işiten Fatih Sultan Mehmed Han, torunu için dualar eder ve “Lala, Selim’i çok

sevdim.” buyurur. Ertesi gün sabahleyin Sultan Fatih, lalasına gece gördüğü rüyayı anlatır: “Kendimi bir

derya içinde gördüm. Yanımda oğlum Bayezid de vardı. Bir ara deryanın karşı tarafından bir güneş

doğdu. Güneş önce beni, sonra da Bayezid’i aydınlattı. Sonra yedi güneş daha doğdu.” Fatih’in lalası

rüyayı “Cenab-ı Hak hayra getirir inşallah. Sizden sonra yerinize oğlunuz Bayezid’in sultan olacağını,

ondan sonraki padişahın yedi şöhretli kimseye galip gelerek müslümanları bir bayrak altında

toplayacağını umarım.” diyerek tabir eder.

Küçük yaşta İstanbul’a gönderilen Şehzade Selim, dedesi Fatih Sultan Mehmed Han’ın terbiyesinde

yetişmeye başlar. Şehzade Selim’e Kur’ân-ı Kerim, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri verilir. Ayrıca yüksek fen

ilmi üzerinde de dersler verilerek yetiştirilir. Bu arada ata binmek, güreş tutmak, ok atmak ve kılıç

kullanmak da öğretilir. Çok zeki olan Şehzade Selim, kısa zamanda Arapça ve Farsça’yı ana dili gibi

öğrenir. Zamanının velileriyle görüşür, sohbetlerini kaçırmaz. Böylece, teveccühlerine kavuşup hayır

dualarına mazhar olur.

Babası, padişah olduktan sonra askeri sevk ve idare ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için Şehzade

Selim’i Trabzon’a vali tayin eder. Şehzade Selim, Trabzon’da Mevlana Abdülhalim hazretlerinin

Page 9: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

derslerini takip eder. Bu arada edebiyat ve tarih üzerinde de çalışırdı. Geceleri üç veya dört saatten fazla

uyumaz, vaktini ilim öğrenmekle geçirirdi. Hususi meclislerinde ilmî ve edebî mevzular konuşulur;

değerli âlimleri, velileri, tarihçileri bu meclislere davet ederdi. İlim adamlarına ziyadesiyle saygı gösterir,

onları yanından ayırmazdı. Müsait zamanlarını kitap mütalaalarıyla geçirirdi. Arapça ve Farsça şiirler

yazardı. Kendi el yazısıyla olan Farsça Divan’ı meşhurdur. Okumaya o kadar meraklı idi ki, savaşa

giderken ve gelirken dahi yanında kitaplar bulundurur, müsait durumlarda okurdu. Yine o, Mısır’daki

ikameti esnasında, Hindistan ve Çin haritalarını yaptırmıştır. O; şair, mutasavvıf ve filozof bir

hükümdardı.

Sultan Selim Han evliyaya çok rağbet eder, onların sohbetlerine katılmayı bulunmaz bir nimet

sayardı. Bu sohbetler sayesinde tasavvufla yetişmiş, üstün derecelere sahip olmuştur. Osmanlı Sultanları

arasında; tefsir, hadis, fıkıh, tarih, edebiyat gibi zahiri ilimlerde ve bâtın ilimlerinde en yüksek olanı

Yavuz Sultan Selim’dir, diyen âlimler pek çoktur. Ayrıca Yavuz Sultan Selim Han sefer dönüşlerinde,

bulunduğu yerlerdeki bütün âlim ve evliyaları İstanbul’a davet eder ve İstanbul’da bu âlimleri

medreselerde ders vermek üzere vazifelendirirdi.

Yavuz Sultan Selim, ihtişam ve gösterişe hiçbir zaman ehemmiyet vermezdi. Daima sadeliği sever

ve sade giyinirdi. Bir defasında oğlu Şehzade Süleyman’ı süslü elbiseler içinde görünce “Annene giyecek

bir şey bırakmadın!” diyerek sitem etmiştir. Kendisi için fazla para sarfıyla köşk ve lüks şeyler

yapılmasını istemezdi. Devletin bir kuruşunun dahi boşa harcanmasına rıza göstermez, buna riayet

etmeyenleri şiddetle cezalandırırdı. Hazineyi devamlı olarak dolu bulundurmaya gayret ederdi. Padişahlığı

sırasında hazine defterdarı Abdüsselâm Bey’e “Sirkeci ile Sarayburnu arasındaki sahile basit bir ev

yapınız.” diye emretmiş, o da Yalıköşkü denilen köşkü yaptırmıştı. Sultan, köşkün mükemmel yapıldığını

görünce çok üzülerek “Ben sana bu kadar para sarfına ruhsat vermemiştim. Basit bir gölgelik yapasın

diye emretmiştim.” buyurmuştu.

Allah-u Teâlâ’nın emirlerini

yerine getirme, İslamiyet’e hizmet

etme ve insanları doğruluğa sevk

etme gayreti o derece idi ki çıktığı

yolda her türlü arzu ve hislerine

kolaylıkla baskın çıkardı. Yavuz

Sultan Selim, bunu şu sözlerle

ifade etmiştir: “Ben Allah'ın (celle

celaluhu) emirlerini yerine

getirmek, zulüm görenlere yardım

etmek için zırh giydim, kılıç

kuşandım.”

Gayesi, müslümanları ve

İslam devletlerini bir bayrak

altında toplamak idi. Şehzade

Selim’in cihat aşkı, Allah’ın dinini

yayma arzusu o kadar fazla idi ki,

bu yolda ayakkabılarına bulaşan

tozları toplar, vefat ettiği zaman

ayaklarının altına koyulmasını

vasiyet ederdi. Kendi zatındaki

cihad aşkını, “O'nun aşkı ile

gönlü mahzun olan her sîne ne

bahtiyardır! Mustafa’nın

(sallallahu aleyhi ve sellem) yoluna

kurban edilen can, ne aziz bir

candır!” diyerek dile getirmiştir.

Page 10: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Hicaz’ın iki mübarek beldesi olan Mekke ve Medine’nin hizmetini üstüne almakla şanlı bir derviş

vasfında olup adeta iki dünyayı mezcetmiş (birleştirmiş) ve hutbelerde ismini, “Mekke ve Medine’nin

hizmetçisi” diye okutmuştur. Yavuz Selim, kendisine verilen bu onuru şöyle dile getirmiştir:

“Başarıyı nefsinden bilerek gurura kapılan, o nimete liyakat kazanamamış demektir. Allah’ın

lütuf keremiyle Hâdimü’l-Harameyni’ş-Şerîfeyn (iki şerefli belde Mekke ve Medine’nin hizmetkârı)

olduk. Lâkin bu nimeti nefsimizden bilip gurura kapılmaktan son derece hazer ettik. Bütün nimetler

Allah’ın lütfundan ibarettir.”

Yavuz Sultan Selim’e bu lütuf, ona rüyasında verilmiştir. Yavuz Selim Han ve Kapı Ağası Hasan

Ağa, rüyalarında Ali bin Ebu Tâlib, Hazreti Ebû Bekr, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman’ı (radıyallahü

anh) görmüş ve bu kişiler kendilerini Rasulullah Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) gönderdiğini,

Mekke ve Medine’nin hizmetinin Sultan Selim’e verildiğini bildirmişlerdir.

Yavuz Sultan Selim Han, cesaret ve kahramanlığını da sahip olduğu sağlam iman ve yüksek

maneviyatına borçluydu. Mısır Seferi’nde, daha önce Cengiz ve Timur’un geçemeyip geri döndükleri

korkunç Tin Çölü’nü, mucizevî bir şekilde on üç günde geçmiştir. Şöyle ki Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı

fethetmek üzere sefer hazırlıklarını yapıp orduyu düzenledikten sonra yola koyulur. Tin çölüne

gelindiğinde daha on adımlık mesafe katedilmeden o kudretli padişah, atından atlayıverip atının

yularından tutar vaziyette yürümeye başlar. Arkadaki mevcut asker de atından inip Sultan Selim’in

ardından yürümeye başlar ve bu yürüyüş durumu bir müddet sürer. Çöl şartları ağır olduğundan ötürü, bir

süre sonra asker susuzluk çekmeye, yorulmaya başlar. Yanlarında bulunan vezirlerden birine

”Padişahımız neden yürüyor, o yürüdüğü için biz de yürüyoruz. Sebebi ne ola ki?” derler. Vezir bu

sözün ardından heybetli padişahın yanına sokulmaya niyet eder. Ancak padişah vezirin geldiğini hisseder

ve ”gelme” der gibi elinin tersini gösterir. Vezir anlamıştır yanına sokulmaması gerektiğini. Bir süre sonra

artık asker susuzluktan, yorgunluktan bitap düşer. Dudakları kurumuş, yürekleri yanmıştır. Tekrar vezire

doğru homurdanmalar başlar, ”Git konuş padişahımızla, neden yürüyoruz? Bitap haldeyiz, biz bu halde

nasıl savaşırız?” derler. Vezir tekrar padişaha sokulur. “Devletli padişahım, bir maruzatımız olacaktı.”

der. Yavuz, kafasıyla söyle diye işaret eder. Vezir, “Efendim asker yoruldu, susuzluktan bitap düştü,

değil savaşacak adım atacak dermanları kalmadı. Siz atınıza binseniz de asker de atına binip kalan yolu

dinlenerek gitse.” der. O kudretli koca padişah da gözyaşları içinde, “Nasıl binerim! Görmüyor

musunuz, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, önümüzde bize yol gösteriyor. O yaya

yürürlerken, biz nasıl at üzerinde olabiliriz?” diye cevap verir. (Devamı diğer sayıda )

Page 11: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Allah rızası için yapılan maddi ve manevi her iyiliğe, sadaka denir. İnsanlara para ile, mal ile, ilim

ile, yol göstermek ile yardım etmekten tutun da mahlûkata faydalı olmaya, kötülükten sakınmak ve

sakındırmaya, her türlü hayırlı işe, eve iyiliğe; halka (insanlara ve mahlûkata - yaratılmışlara) güler yüzlü,

hoş sözlü ve güzel davranışlı olmaktan, Hâlık’a (Yaratıcı olan Allah’a) itaat ve kulluk etmeye kadar her

türlü güzel davranışımız sadaka çerçevesi içindedir.

Sadaka” denilince, akla ilk gelen husus, maddi bağışlar ya da yardımlardır. Hâlbuki Rasulullah

(sallallahu aleyhi ve sellem), iyilik sayılan her şeyin sadaka olduğunu belirtmiştir.

O halde sadakaya -onu maddi yardımlar ile sınırlandırmayıp tam aksine sadakanın alanını daha da

genişleterek- tatlı bir söz, başkalarını rahatsız edici davranışlardan kaçınma gibi hususları da dâhil etmek

gerekmektedir. Böylece herkes, mutlaka bir sadakada bulunma imkânına kavuşmuş olmaktadır. Buna göre

maddi imkânsızlık içinde bulunan ya da muhtaç olan kimseler bile, iyilik yapmak suretiyle sadaka yapma

imkânına kavuşmuş olmaktadırlar. Yalnız yapılan iyiliğin ibadet sayılabilmesi için onun, iyi niyetle

yapılmış olması gerekmektedir.

Hazreti Peygamber sadaka ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur;

-Güneşin doğduğu her yeni günde kişiye, her bir mafsalı için bir sadaka vermesi gerekir. İki kişi

arasında adalet yapman bir sadakadır. Kişiye hayvanını yüklerken yardım etmen, bir sadakadır. Güzel

söz sadakadır, namaza gitmek üzere attığın her adım, sadakadır. Yoldan rahatsız edici bir şeyi kaldırıp

atman, sadakadır. (Buhari, Cihad, 72, 128; Müslim, Müsafirun, 84)

En üstün sadaka, iki kişinin arasını bulmaktır. (Taberani)

İki kişinin arasını düzeltmek çok önemlidir. Dini tamir etmek demek. Kur’ân-ı Kerim’de açıkça,

“Müminler kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin ve ALLAH (celle celaluhu)’tan korkun ki

rahmete erişesiniz (Hucurat Suresi,10)” buyurulur. Allah Resulü de (sallallahu aleyhi ve sellem) barıştırmanın ve

ara bulmanın önemiyle ilgili birçok öğüt de bulunmuştur. Sahabe de bunun için can atar.

Page 12: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Peygamber efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) “Ya Rabbi, Ali’nin

döndüğü yere Hakkı döndür” hitabına mazhar olan damadı, halifesi Hazreti Ali (radıyallahu anh) ile vefat

edeceğine yakın “Üzülme kızım bana en çabuk kavuşacak olan sensin” hitabına mazhar olan, ona en çok

benzeyen kızı, Hazreti Fatıma (radıyallahu anha) ve kendisi arasında geçen şu kıssayı sizlere sunup, bir

sonraki sayıda görüşmek dileğiyle selam ve dualarımı sunarım.

Hazreti Fatıma,

-Ya Ali! Hasan, Hüseyin aç; evde yiyecek yok. Gidip yiyecek bir şeyler alsana, der.

Hazreti Ali'nin sadece altı dirhemi vardır.

Yiyecek almak için evden çıkar ve giderken yolda kavga eden iki insan görür.

Hazreti Ali:

-Niçin kavga ediyorsunuz? Şu âlemde Allah'ı düşüneceğiniz yerde niçin birbirinizle mücadele

ediyorsunuz? Diye sorar.

Kavga edenlerden biri, diğerinden altı dirhem alacağı olduğunu, vermediğini, söyler. Hazreti Ali

cebindeki altı dirhemi çıkarır ve alacaklıya verir.

Evine geldiğinde eli boştur. 'Cennet kadınlarının seyyidesi':

-Ya Ali, hiç mi bir şey almadın? Diye sorunca:

-Ama ara düzelttim ya Fatma, der.

Hazreti Fatma'nın yüzünde nurlu bir gülümseme belirir. Memnundur kocasının bu güzel

hareketinden. Daha sonra Hasan'la Hüseyin ağlamaya başlarlar, 'açız' diye. Bu acı manzaraya dayanamaz

ve evden çıkar. Yolda bir adama rastlar. Elinde besili bir deve:

-Ya Ali, bu deveyi sana satmak isterim, ucuza satacağım.

-Param yok, der Hazreti Ali.

-Olsun, bu deveyi sana vermeyi çok istiyorum. Yüz elli dirhem bu deve. Al sonra ödersin. Alır

Hazreti Ali o deveyi. Yolda giderken başka bir adama rastlar:

- Ya Ali! Ne güzel bir deve bu. Ben bunu üç yüze alayım ne olursun reddetme beni.

Hazreti Ali:

-Ama ben bunu yüz elliye aldım, der.

-Olsun, ben çok beğendim bunu. Böylece deveyi satar. Hazreti Ali mutlu bir şekilde gider

yiyecekleri alır, eve döner. Sonra Peygamber'in huzuruna çıkar. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) güler,

"gel" der, "ya Ali şu deve hikâyesini anlat". Anlatınca da der ki:

-Sen ki ara düzelttin. Allah Cebrail'i ile sana deveyi sattı. İsrafil'i ile de satın aldı. Her kim ki ara

yapar, birleştirir, düzeltir, ikilikten insanları kurtarırsa o bendendir ya Ali. İşte Allah Resulü’nün (sallallahu

aleyhi ve sellem) yolunda olmak budur.

Page 13: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Ey iman edenler! Allah'tan, O'na

yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar

olarak can verin! “Ey iman edenler!

Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve

ancak müslümanlar olarak can verin!” (Ali

İmran: 102)

Allah-u Teâlâ din olarak İslâm dinini seçip beğenmiş ve katında makbul olan bu dini, Resul-i

Ekrem’i olan Muhammed aleyhisselâm vasıtasıyla beşeriyete ilân etmiştir: “Allah katında din İslam’dır.”

(Âl-i imrân: 19) buyurmuştur.

Diğer bir ayet-i kerimesinde şöyle buyurur:

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki asla kabul edilmeyecektir. Ahirette de ziyan

edenlerden olacaktır.” (Al-i İmrân: 85)

Hazreti Âdem aleyhisselam hem ilk insan hem de ilk peygamberdir. Allah (celle celaluhu) kavimlere

peygamberler göndermiş ve her peygamber daha yenilenmiş bir dinle gelmiştir. Örneğin, Hazreti Musa

aleyhisselâma indirilen İslam, Hazreti Nuh aleyhisselâma indirilen İslam’dan daha geniş ve daha

mükemmeldir. Hazreti İsa aleyhisselâma gönderilen İslam, Hazreti Musa aleyhisselâma indirilen

İslam’dan daha mükemmeldir. Din, Hazreti Muhammed aleyhisselâma gelince de kemalini bulmuştur ve

son şeklini almıştır. Allah-u Teâlâ ayet-i kerimesinde: “Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim,

üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı beğendim.” buyurur (Mâide: 3)

İslamiyet son dindir, kıyamete kadar bakidir. Müslüman olmak ve müslüman olarak can vermek her

iki cihanın da saadetidir. Müslüman olarak ölmek, peygamberlerin de ortak tavsiyesidir. Kur'an-ı Kerim

bu konuda Hz. İbrahim ve Hz. Yakub'un tavsiyelerini şöyle haber vermektedir: "Rabb’i İbrahim'e,

"Teslim ol!" buyurunca o, "Âlemlerin Rabb’ine teslim oldum." dedi.

İbrahim, bunu oğullarına da tavsiye etti. Yakub da “Oğullarım, Allah sizin için (İslâm) dini(ni)

beğenip seçti. O halde siz de ancak müslümanlar olarak can verin.” dedi. (el-Bakara, 131-132)

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Yakub aleyhisselamdan böyle örnekler veren Allah-u Teâlâ, müslümanlara

geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerinin kıssalarını Saffat Suresi’nde şöyle açıklar.

“75-Andolsun ki Nuh bize seslenip dua etmişti de biz de ne güzel kabul etmiştik.

76- Biz hem onu, hem ailesini o büyük sıkıntıdan kurtardık.

77- Hem onun neslini baki kalanlar kıldık.

78- Hem de sonradan gelenler içinde güzel bir namını bıraktık.

79- Bütün âlemler içinde Nuh'a selam olsun.

80- İşte biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.

81- Çünkü o bizim mümin kullarımızdandı.

82- Sonra diğerlerini suda boğduk. “

Selam olsun Nuh aleyhisselama!

“83- Şüphesiz ki İbrahim de onun kolundandı.

84- Çünkü o, Rabb’ine tertemiz bir kalb ile gelmişti.

85- O babasına ve kavmine şöyle demişti: "Siz nelere tapıyorsunuz?"

EEYY İİMMAANN EEDDEENNLLEERR!! KKAARRİİAA EECCRRİİNN

Page 14: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

86- "Yalancılık etmek için mi Allah'tan başka ilâhlar istiyorsunuz?"

87- "Siz âlemlerin Rabbini ne zannediyorsunuz?"

88-89- Derken yıldızlara bir baktı da: "Ben gerçekten hastayım" dedi.

90- O zaman arkalarını dönerek başından kaçışıverdiler.

91- Derken bir kurnazlıkla onların ilâhlarına vardı da, "Buyursanıza, yemez misiniz?" dedi.

92- (Cevap vermediklerini görünce de): "Neyiniz var da konuşmuyorsunuz?" (dedi).

93- Nihayet bir yolunu bulup onlara kuvvetli bir darbe indirdi.

94- Bunun üzerine birbirlerine girerek ona yürüdüler.

95- İbrahim dedi ki: "A, siz kendi yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?"

96- "Hâlbuki sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır."

97- Onlar: "Haydin onun için bir yapı yapın da onu ateşe atın." dediler.

98- Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de kendilerini daha alçak düşürdük.

99- Bir de dedi ki: "Ben Rabb’ime gidiyorum, o bana yolunu gösterir."

100- "Ey Rabb’im! Bana salihlerden (bir oğul) ihsan et!"

101- Biz de kendisine yumuşak huylu bir oğul müjdeledik.

102- Oğlu, yanında koşacak çağa gelince: "Ey oğlum! Ben seni rüyamda boğazladığımı

görüyorum. Artık bak, ne düşünürsün?" dedi. Çocuk da: "Babacığım sana ne emrediliyorsa yap,

inşallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi.

103- Ne zaman ki ikisi de bu şekilde Allah'a teslim oldular, İbrahim oğlunu şakağı üzerine

yatırdı.

104- Biz de ona şöyle seslendik: "Ey İbrahim! "

105- "Rüyana gerçekten sadakat gösterdin, şüphesiz ki, biz iyilik yapanları böyle

mükâfatlandırırız."

106- "Şüphesiz ki bu apaçık bir imtihandı." (dedik)

107- Ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.

108- Kendisine sonradan gelenler içinde iyi bir nâm bıraktık.

109- Selam olsun İbrahim'e...

110- İşte biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.

111- Çünkü o bizim mümin kullarımızdandı.

112- Ona bir de salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak'ı müjdeledik.

113- Hem ona hem İshak'a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de hem iyilik yapanlar var,

hem de açıkça kendi nefsine zulmedenler var.”

Page 15: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Selam olsun İbrahim aleyhisselama!

Selam olsun İsmail aleyhisselama!

Selam olsun İshak aleyhisselama!

“114-Andolsun, biz Musa’ya ve Harun’a da lütufta bulunduk.

115-Onları ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık.

116-Onlara yardım ettik de onlar galip gelenler oldular.

117-Biz onlara (hükümlerimizi) açıklayan Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik.

118-Onları doğru yola ilettik.

119-Sonradan gelenler arasında onlara güzel birer ad bıraktık.

120-Musa’ya ve Harun’a selam olsun.

121-Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.

122-Çünkü onlar mümin kullarımızdan idiler.”

Selam olsun Musa aleyhisselama ve Harun'a!

“123-Şüphesiz İlyas da peygamberlerden idi.

124-Hani kavmine şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"

125, 126-"Yaratıcıların en güzelini, sizin ve geçmiş atalarınızın Rabb’i olan Allah'ı bırakarak

"Ba'l'e mi tapıyorsunuz?"

127-Onu yalanladılar. Bu sebeple onlar (cehenneme) götürüleceklerdir.

128-Ancak Allah'ın ihlâslı kulları başka.

129-Sonradan gelenler içerisinde ona güzel bir ad bıraktık.

130-İlyas'a selam olsun.

131-Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.

132-Çünkü o bizim mümin kullarımızdandı.”

Selam olsun İlyas aleyhisselama!

“133-Şüphesiz Lût da peygamberlerdendi.

134, 135-Hani biz onu ve geride kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın (kâfir olan eşi) dışında bütün

ailesini kurtarmıştık.

136-Sonra da diğerlerini yok ettik.

137, 138-Şüphesiz sizler (yolculuklarınız sırasında) sabah akşam onların (harap olmuş)

yurtlarına uğrayıp duruyorsunuz. Hâlâ düşünmeyecek misiniz?”

Selam olsun Lut aleyhisselama!

“139-Şüphesiz Yunus da

peygamberlerdendi.

140-Hani o kaçıp yüklü gemiye

binmişti.

141-Gemidekilerle kur'a çekmiş ve

kaybedenlerden olmuştu.

142-Böylece, Yunus kendini kınayıp

dururken balık onu yuttu.

143, 144-Eğer o, Allah'ı tespih edip

yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka

insanların diriltileceği güne kadar balığın

karnında kalırdı.

145-Derken biz onu hasta bir halde

sahile attık.

146-Üzerine geniş yapraklı bir ağaç

bitirdik.

147-Biz onu yüz bin, yahut daha fazla

insana peygamber olarak gönderdik.

148-Nihayet onlar iman ettiler. Biz de

onları bir süreye kadar geçindirdik.”

Page 16: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Selam olsun Yunus aleyhisselama!

Ve Selam olsun Muhammed aleyhisselama!

Selam olsun Muhammed-i Mustafa’ya!

Bir gün "Buraya geliniz, toplanınız, size mühim bir haberim var" diye seslendi kendileri. Safa

Tepesi'nde toplanan halka sordular:

- Ey Kureyş Kabileleri! Ben size, şu dağın ardında bir düşman ordusu var, üzerinize hücum etmek

üzeredir desem, bana inanır mısınız? Onlar:

- Evet inanırız. Çünkü sende şimdiye kadar doğruluktan başka bir şeye şahit olmadık. Senin yalan

söylediğini hiç görmedik!

- O zaman beni dinleyin! Ben size

geleceği muhakkak olan şiddetli azabın

bildiricisiyim. Allah-u Teâlâ bana, en

yakın akrabalarımı ahiret azabı ile

korkutmamı emretti. Sizi, “La ilahe

illallahü vahdehu la şerike leh” diyerek iman etmeye davet ediyorum.

Ben de O'nun kulu ve resulüyüm.

Eğer buna iman ederseniz, cennete

gideceksiniz.

Siz, “La ilahe illallah”

demedikçe, ben size ne dünyada bir

fayda ne de ahirette bir nasip

sağlayabilirim.

Geçmiş peygamberlerin

kavimlerinden bazılarının emirlere

uymadıkları ve Allah’a asi geldikleri

için helak oldukları Kur’an-ı

Kerim’de böyle açık delillerle

bildirilir. Âlemlere rahmet Peygamber

Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve

sellem) de Safa Tepesi’ndeki halkı

uyarırken asırlar sonraki ümmetini de

uyarır. İnsanlığı müslümanlığa davet eder. Son din İslam'a çağırır.

Müslüman olarak can vermemizi ister. Aksi halde ne dünyada ne ahirette fayda göremeyeceğimizi

bildirir.

Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:

“Şüphesiz biz seni bir şahit, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ki Allah'a ve

Resulü’ne iman etmeniz, O’nu savunup desteklemeniz, O’nu en içten bir saygıyla-yüceltmeniz ve sabah

akşam O'nu (Allah'ı) tesbih etmeniz için.”

(De ki) “Ben ancak bu şehrin Rabb’ine ibadet etmekle emrolundum ki O, burasını kutlu ve

saygıdeğer kıldı. Her şey O'nundur ve müslümanlardan olmakla emrolundum." "Ve Kuran’ı

okumakla da (emrolundum). Artık kim hidayete gelirse kendi nefsi için hidayete gelmiştir, kim sapacak

olursa de ki: "Ben yalnızca uyarıcılardanım."

Müslüman olarak ölmek, Hazreti Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) tavsiyesidir.

Abdullah b. Amr b. el-As Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirmiştir.

“Kimin cehennemden kurtarılıp cennete konulmak hoşuna giderse ölümünü, Allah'a ve ahirete

inanmış olarak karşılasın.” (Ahmed b. Han-bel, 11, 192) Çünkü “İşler, sonuçlarına göre değerlendirilir.” (Buharı, rikak 33). Çünkü “Her kul, öldüğü hal

üzere diriltilir.” (Müslim, iman 186).

“Rabb’imiz, bize sabır ver ve bizi müslüman olarak öldür!” (el-A'raf, 126)

Page 17: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

OONNLLAARRII TTAANNIIYYOORR MMUUYYUUZZ?? TTAALLHHAA AALLİİ CCÖÖMMEERRTT

Hazreti Ebubekir (radıyallahu anh):

Teymoğulları Kabilesi’nden olan Hazreti Ebubekir’in nesebi, Mürre b. Ka'b'da Rasulullah (sallallahu

aleyhi ve sellem) ile birleşir. Hazreti Ebubekir, kızı Aişe (radıyallahu anha) validemizle Peygamber Efendimiz’in

(sallallahu aleyhi ve sellem) evlenmesi sebebiyle Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) kayın peder

olma şerefine nail olmuştur.

Hazreti Ömer (radıyallahu anh): Babası, Kureyş'in Adiy Boyu’na mensup Hattab b. Nufeyl olup nesebi, Ka'b'da Rasulullah (sallallahu

aleyhi ve sellem) ile birleşir. Hazreti Ömer, kızı Hafsa (radıyallahu anha) validemizle Peygamber Efendimiz’in

(sallallahu aleyhi ve sellem) evlenmesi sebebiyle Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) kayın peder

olma şerefine nail olmuştur.

Hazreti Osman (radıyallahu anh):

Ümeyoğulları Ailesi’ne mensup olup nesebi beşinci ceddi Abd'i Menaf’ta Rasulullah (sallallahu aleyhi ve

sellem) ile birleşir. Hazreti Osman (radıyallahu anh), Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) kızı

Rukiye (radıyallahu anha) validemizle evlenmiş ve Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) damat

olmuştur. Rukiye annemizin vefatından sonra Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) kızlarından

Ümmü Gülsüm (radıyallahu anha) validemizle evlenmiş ve ikinci kez Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve

sellem) damat olma şerefine nail olmuştur. Bu sebeple Zi'n-Nureyn (iki nur sahibi) olarak anılmıştır.

Page 18: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Hazreti Ali (radıyallahu anh):

Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) amcası Ebu Talib'in oğludur. Peygamber

Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) kızı Fatıma(r.anha) validemizle evlenmiş, Peygamber Efendimiz’e

(sallallahu aleyhi ve sellem) damat olmuştur.Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek soyları

Hazreti Ali (radıyallahu anh) ve Hazreti Fatma’nın(r.anha) çocukları olan Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin

(radıyallahu anh) efendilerimizden devam etmektedir.

Ebu'l-As (radıyallahu anh):

Abduluzza Ailesi’ne mensup olup nesebi, Abdüşems babası Abdümenaf’ta

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birleşmektedir.Ebu'l-As,

Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) kızı Zeynep (r.anha) validemizle

evlenmiş ve Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) damat olmuşlardır.

Hazreti Hatice (r.anha.):

Mübarek annemizin soyları; babası Huveylid, dedeleri Esed ve Abduluzza’dan

sonra nesebi, Kusay’da Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)

ile birleşmektedir. Peygamber Efendimiz’le (sallallahu aleyhi ve sellem) yirmi beş yıl evli

kalmışlar ve Rasulullah’dan (sallallahu aleyhi ve sellem) Fâtıma, Ümmü Gülsüm, Zeynep

ve Rukiye adında dört kızı, Kasım ve Abdullah adında da iki oğlu dünyaya gelmiştir.

Hazreti Ümmü Seleme (r.anha):

Mübarek annemizin soyları Ebu Ümeyye - Yakaza ve dedesi Mürre’de nesebi,

Peygamber Efendimiz’le (sallallahu aleyhi ve sellem) birleşmektedir. Ümmü

Seleme, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) en son vefat eden hanımıdır. Mübarek

annemiz vefat ettiği zaman yaşları 84 idi.

İmam Şâf'i:

İmam Şâfi’nin dedesi Muttalib, Abdul Menaf'ın dört oğlundan biridir. Nesebi

Abdul Menaf’ta Peygamber Efendimiz’le (sallallahu aleyhi ve sellem) birleşir. İmam

Şâf’i, İmam Malik ve İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin talebelerinden İmam

Muhammed’in öğrencisi idi. Onların içtihad yollarını öğrenip bu iki yolu

birleştirmiştir.

Hazreti Talha (radıyallahu anh):

Nesebi, Mürre b. Ka’b’da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)ile

birleşir. Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyada iken cennetle

müjdelediği on sahabeden biridir. Çok defa tüm servetini bir kerede dağıtmıştır.

Kerem sahibi Allah (celle celaluhu) ise ona, bunu kat kat geri vermiştir. Peygamber

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ona, cömertliğine övgü olarak, 'Talhatu'l-cud'

(Cömert Talha) lakabını vermiştir.

Hazreti Zübeyr (radıyallahu anh):

Nesebi, Kusay B.Kilâb’ta Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birleşir. Aynı

zamanda annesi Safiye, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) halasıdır. Peygamber

Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyada iken cennetle müjdelediği on

sahabeden biridir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) onu çok seviyor ve

onu överek şöyle diyordu. “Her Peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim de

Zübeyr b. Avvam’dır.” Talha ve Zübeyr’in her biri, özellikleri bakımından insanların

birbirlerine en çok benzeyenleri idiler. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hicretten

önce onları kardeş yapmıştı ve onlardan daima birlikte söz ederdi. Ayrıca

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hazreti Talha ve hazreti Zübeyr için

“cennetteki komşularımdır” demiştir.

Page 19: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

MMUUSSTTAAFFAA ÖÖZZBBAAĞĞ EEFFEENNDDĠĠ’’DDEENN GGÜÜLL DDEESSTTEESSĠĠ NNiissaa YYIILLDDIIZZ

Selamün aleyküm. Cenab-ı Hak gecenizi hayırlı eylesin. Cenab-ı

Hak gündüzünüzü hayırlı eylesin inşallah. Ayınızı, yılınızı, ömrünüzü

hayırlı eylesin inşallah.

Kalbime gelen bir şeyi paylaşmak isterim sizinle. Bir ayet-i kerime

vardır: “Ey Habibim! İnsanlar bölük bölük müslüman olduklarında, sen

Allah‟ a (celle celaluhu) hamd ile tesbih et.”

Kıymetli dostlar! Ben ölüme inananlardan değilim. Bu dünya,

ahirete doğru bir sıçrama tahtası. Eğer bu dünya bir sıçrama tahtasıysa

Muhammed’ül Mustafa da bu sıçrama tahtasına basarak ahiret âlemine

yerleşti. Onun peygamberliğinin devam ettiğine inanıyorum. Eğer

peygamberliği devam etmeseydi Cenab-ı Hak ona, “insanlar bölük bölük

müslüman olduklarında hamd ile tespih et” demezdi.

Kur’an-ı Kerim’de, “Sen af (ve kolaylık) yolunu benimse (seç),

İslam‟a uygun olanı emret, kötülükten yüz çevir.” (Araf Suresi 199) buyurmuştur. İnsanlar birbirlerini affedebilmeli. İnsanlar arasında af

hâkim olmalı. Çünkü insanı insan yapan özelliklerdendir affedebilmek.

Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Taif’te taşlandığında,

yüzünden kanlar akmaya başlar. Hemen Cebrail (aleyhisselam) belirir ve der

ki: “Ya Muhammed! Yanımdaki dağların meleği şu Uhud dağını

kaldırsın bu Taif şehrinin üzerine koysun.” Hazreti Rasulullah (sallallahu

aleyhi ve sellem) o haldeyken bile “Hayır. Ben onlardan iman edip iyi

ameller işleyecek, gelecekte Kur‟an ve sünnete tâbi olacak nesiller

bekliyorum.” der. Ve onun kanını akıtanları affeder. O peygamber ki

Hazreti Hamza’yı (radıyallahu anh) şehit edeni affetti. O Peygamber ki

kendisine kötülük yapanı affetti. Sizler de affedin. Unutmayın!

Affetmezseniz, affedilmezsiniz. Ve etrafınızdakileri sevin.

Sevmezseniz sevilmezsiniz. Önce Allah’ı (celle celaluhu), sonra Rasulullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem)

sevin. Etrafınızdaki herkesi ve her şeyi sevin. Sevgiyle hemhal olun, sevgiyle yoğrulun. Sevgiyle

yoğrulanlar ancak affedebilir.

Peygamber efendimize bir sahabi, “Ya Muhammed! En çok kimi seviyorsun?” diye sorar. “Aişe‟

yi” der. Sahabe tekrar sorar “Erkeklerden kimi seviyorsun?” Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Ebu

Bekir‟i” der. Demek ki yanı başımızda seveceğimiz eşlerimiz, dostlarımız olsun. Onları sevelim. Ama

hakiki olsun sevgimiz. Yüreğimizden gelsin. Menfaatsiz olsun.

Allah için sevelim, Allah için yürüyelim. “Allah için sevenler birbirleriyle, hiç kimsenin

gölgelenmeyeceği yerde gölgelenecekler.” Arş-ı âlânın gölgesinde… Ve onlar nurdan tahtlara

oturtulurlar. Nurdan taçlar giydirilir onlara. Peygamberler gıpta ile bakarlar. “Bunlar hangi

meleklerdendir?” derler. “Bunlar melek değil.‟‟ „‟Peki, hangi şehitlerdendir?‟‟ „‟Bunlar şehit de

Page 20: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

değil.‟‟ „‟Bunlar kimdir o zaman?‟‟ Melek cevap verir: ‘‟Bunlar, dünyada iken birbirlerini Allah için

sevip, toplandıklarında Allah‟ı zikreden, Allah‟ın dostlarıdır.‟‟ Umuyorum ve ümit ediyorum

hepinizde onlardansınız inşallah.

Hazreti Ali (radıyallahu anh) naklediyor: Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ettikten

3 gün sonra bir bedevi geldi ve Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kabri şeriflerine

kapandı.

Başladı yüzünü kabrin tozuna, toprağına sürmeye. Ve dedi ki: “Ya Rasulullah! Sen Allah‟tan (celle

celaluhu) ne öğrendiysen bize onu öğrettin. O sana ne verdiyse sen de bize onu verdin. Sen söyledin,

biz dinledik. Sen emrettin, biz yerine getirdik. Ama Allah‟ın (celle celaluhu) sana indirdiği buyrukların

arasında, şayet kendilerine zulmettikleri ayeti de vardı. Ben kendime zulmettim. İşte huzuruna

bundan dolayı mağfiret dilenmeye geldim.” Yalvardı, yakardı, ağladı. Ve kabirden bir nida:

“Affedildin.” dedi. Bedevi büyük bir sevinçle oradan ayrıldı.

Dostlar! Muhammedi Mustafa ‘nın (sallallahu aleyhi ve

sellem) kabri şerifine gittiğinizde Allah’tan mağfiret isteyin.

Deyin ki: „‟Ya Rabbi, geldim. Senin Peygamberinin

huzuruna geldim. Senin evindeyim, sana misafirim. Ben

nefsime zulmettim. Ama senin huzuruna affedilmeyi umarak

geldim.‟‟

Ya Rasulullah! Şu anda senin kabrinin yanında değiliz

ama gönlümüz senin kabri şerifinin başında. Seni sevdiğimiz

için geldik. Sana âşık olduğumuz için toplandık. Senin yüzün

suyun hürmetine affolmayı umduk. Geldik ya Rasulullah! Biz

seni kapı bildik geldik. Seni Resulümüz bildik geldik. Senin

yolunu yol bildik geldik. Senin sünnetini başımıza taç ettik.

Yaşayamasak da geldik. Belki bir Ömer, bir Ebu Bekir, bir

Osman, Ali gibi olamadık ama bin dört yüz yıl sonra sana

iman ettik de geldik.

Bilemedik. Yan yattık, çamura battık. Tozlara bulandık,

kirlendik, pislendik ama geldik. Senin kapına, senin yoluna

geldik. Elimizden tutarsın diye ümit ettik. Gönlümüzden

tutarsın diye ümit ettik. Bizi Allah’a götürürsün diye,

mahşerde yalnız bırakmazsın diye, son nefesimizde bizimle

birlikte olursun diye ümit ettik de geldik. Bugün buraya senin

doğumunu kutlamak için geldik. Yüzümüzün kuruluğuna

bakmadan geldik. Senin o güzel kokunla kokulanmaya geldik

ya Rasulullah. Senin nurunla nurlanmaya geldik. Senin halinle

hallenmeye geldik. Susuzluğumuzu gidermeye, yalvarmaya

geldik.

Yalvarışımız, yakarışımız, muradımız, aşkımız,

muhabbetimiz, sevgimiz Muhammedi Mustafa (sallallahu aleyhi

ve sellem) olsun inşallah. Selamla, duayla, aşkla kalın.

Rehberiniz Muhammed’ül Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem)

olsun inşallah. Yolunuz Muhammed’ül Mustafa (sallallahu

aleyhi ve sellem) olsun inşallah. Gönlünüz Muhammed’ül

Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) gönlünde olsun. Ve

Cenabı Hak onun sancağı altında toplanmayı bizlere nasip

etsin inşallah. Selamün aleyküm.

2012 Kutlu Doğum Konuşması

Page 21: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

RRAASSUULLUULLLLAAHH ((ssaallllaallllaahhuu aalleeyyhhii vvee sseelllleemm)) HHAAZZRREETTLLEERRİİNNİİNN

SSÜÜNNNNEETTİİ OOLLAARRAAKK ‘‘EEDDEEPP’’

Edebi bize en mükemmel şekilde anlatacak olan, o hal üzere olan Peygamber (sallallahu aleyhi ve

sellem) hazretleridir. Cenab-ı Allah peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında Kur’an-ı

Kerimde “Şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin." (El-Kalem, 4) buyurmuştur. Peygamber efendimiz

(sallallahu aleyhi ve sellem)de “Ben, güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” [İmam Mâlik, Muvattâ,

Hüsnü’l-hulk, 8] buyurmuştur. Bir başka hadis-i şerifte “Beni Rabb‟im terbiye etti ve terbiyemi ne güzel

yaptı.” [Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I,12] buyurmuştur. Yüce Allah (celle celaluhu) Onu kendi katından mükemmel

bir edep ile donatmıştır. Ve bizlere örnek olarak göndermiştir. Bize düşen, onun sünnetlerine sımsıkı

sarılmak ve edebi ondan öğrenmek. Eğer ki biz onun ahlakıyla ahlaklanmak istiyorsak onun sünnetlerine

sarılmalı ve onunla olmak istiyorsak onu sevmeliyiz. Zira o, “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” [Ebû Davud,

Edeb: 113; Müslim, Birr: 50] buyurmuştur. Amr İbni Şuayb (radıyallahu anh) babasından, o da dedesinden

rivayet ettiğine göre; dedesi, Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işitmiştir:

«Bana en sevgili olanınızı ve kıyamet günü oturma bakımından bana en yakın olanınızı size

haber vereyim mi?»

(Hazır bulunan) topluluk sükût etti. Peygamber iki veya üç defa bu sözü tekrarladı. Topluluk:

«Evet, (haber ver), ey Allah'ın Resulü!» dedi. Hazreti Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem):

«Ahlâk bakımından en güzelinizdir.» buyurdu. [İmam Buhârî, Edebü"l-Müfred]

Page 22: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Edep, hayatımızın her anında olması gereken bir olgudur. Nitekim peygamber efendimiz (sallallahu

aleyhi ve sellem) her anı edep ile yaşardı. Bu onun kendisinin her an Allah-u Teâlâ’nın huzurunda

bulunduğunun bilincinde oluşunun ve O’nu (celle celaluhu) görüyormuşçasına yaşamasının bir tecellisidir.

Edebi öğrenmek, yalnızca Hazreti Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetlerine uymakla

mümkündür. Onun sünnetlerinden birisi de edepli olmaktır.

"Bir mümin güzel ahlâkıyla gece ibadet eden, gündüz oruç tutan kimselerin derecelerine

erişir.","Güzel ahlâk; güler yüz,hayırlı işlerde el açıklığı, bir de kimseye eziyet etmemektir." buyuran

Hazreti Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebû Hureyre'nin (radıyallahu anh) bir sorusu üzerine, Allah'tan

korkmanın ve güzel ahlâklı olmanın cennete girmeye sebep olacağını, güzel ahlâklı bir insana cennetin

yukarı kısmında bir ev verileceğini, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hazretlerine en sevgili olan

insanın ve kıyamette onun meclisine en yakın olacak insanın ahlâkı güzel olan kişi olacağını bildirmiştir.

(Riyazu's-Sâlihîn, 1/49-54). Hadis-i şeriflerden de anlaşıldığı üzere edebin ehemmiyeti büyüktür.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hazretleri insanlarla ilişkilerinde hoşsohbetli ve konuşmalarında

açık ve anlaşılırdı. Sohbet ederken kimsenin sözünü kesmez ve konuşanı sonuna kadar dinlerdi. Söze gerek

görmedikçe karışmazdı. Tartışmayı sevmez, sözü gereğinden çok uzatmazdı. Tane tane konuşurdu. Sözü

anlaşılsın diye üç kere tekrarlardı. Yanlış ve hoşlanmadığı bir davranış görürse “İçinizden bazı kimseler

şöyle şöyle yapıyorlar veya bana ne oluyor ki, şöyle şöyle şeyler görüyorum.” [Ebu Davud,2/550] Şeklinde bu

davranışları yapanların kim olduğunu belli etmez, kimseyi kırmadan yanlış hataları düzeltirdi.

Bir gün, meşhur Adiy d. Hatim Et-Tâî’yi evine götürmüşlerdi. Misafirini içi lif dolu minderine

oturturken, kendisi yere oturmayı tercih etmişlerdi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hazretlerinin bu zarif

davranışı et-Tâî’nin müslüman olmasına sebep olmuştur.

Tevazu sahibiydi… Bir gün peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna bir adam

gelmişti. Adamcağız Allah Resulü’nün maddi ve manevi heybetinden dehşete kapılıp titremeye başladı.

Onun bu halini gören Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gayet tatlı ve yumuşak bir lisanla: “Sakin ol,

sıkılma. Ben bir hükümdar değilim. Ben Kureyş kabilesinden, kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.” buyurmuşlardır. [İbn-i Mace, Et ‘ime, 11]

Mekke-i Mükerreme’ye girerken, muzaffer bir kumandanın gururuyla ve zafer işaretleriyle değil,

devesinin üzerinde secdeye kapanmış vaziyette ve bir şükür edası içerisinde idi. En küçük bir benlik

tezahürüne ve dünya meyline meydan vermemek için sık sık: “Allah‟ım! Gerçek hayat, ancak ahiret

hayatıdır.” niyazında bulunuyordu. [Buhari, Rikâk1]

Hazreti Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hanımlarla olan ilişkilerinde ilgi, değer verme, adalet,

eşitlik, hoşgörü, sevgi, saygı, nezaket, güven ve sabır hâkimdi. Bir yolculuk sırasında devesine sert davranan

Hazreti Aişe (radıyallahu anhüma) validemizi şu sözleriyle ikaz etmişlerdi: „Ya Aişe! (Yavaş ol) Allah

Refik‟tir. Bütün işlerde rıfkı, yumuşak davrananı, sever.” [Buhârî, İstitâbe, 4]

Sevgili Peygamberimiz Uhud Savaşı sırasında: “Allah‟ım! Kavmimi bağışla! Çünkü onlar doğruyu

bilmiyorlar.” [Mâlik, Muvatta, Cihâd, 10.] diyerek, düşmanları için bile dua etmeyi tercih etmişlerdir.

Son olarak, O’nun en yakınında bulunma şerefine eren Hazreti Enes’in (radıyallahu anh): “Ben kendisine

on yıl hizmet ettim. Bu zaman zarfında bir kez olsun bana darılarak „öf‟ bile demedi. Yaptıklarım için,

„niçin yaptın?‟, yapmadıklarım için de „niçin yapmadın?‟ demedi.” [Müslim, Fedâil, 63] demiştir.

Yukarıdaki hadislerde görüldüğü gibi onun ahlakı böylesine güzeldi. Böylesine yüce bir ahlak

üzereydi. O halk arasında olduğu gibi aynı zamanda yalnız olduğunda da edebine devam ederdi. Çünkü o

hep sevdiğiyle beraberdi. O sevgilisini daima hoşnut etmeye bakardı. Bu yüzden her anı edep üzereydi.

Allah’ın (celle celaluhu) hoşnut olduğu hal ile hâllenmişti. Allah-u Teâlâ en çok sevdiği kulunu en çok sevdiği

haller ile hallendirmişti.

Page 23: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hazretlerinin

Hadisleriyle Edeb Örnekleri

YUMUŞAK HUYLULUK: “Hilim (yumuşaklık) öyle bir şeydir ki, bulunduğu her şeyi

güzelleştirir.” [Müslim, birr 78.]

Muhakkak ki hilim sıfatının en fazla tecelli ettiği kul Muhammed

Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) hazretleridir. Onun bu meziyeti,

Kur'an-ı Kerimde şöyle anlatılır: "O vakit (Uhud Savaşı‟nda) sen,

Allah'dan gelen bir merhamet sayesindedir ki onlara (ashaba)

yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, muhakkak

onlar etrafından dağılıp giderlerdi." (Âli İmran – 159)

VAKAR (AĞIRBAŞLILIK): Hazreti Abdullah b. Abbas (radıyallahu anh)’ın haber verdiğine

göre Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem): "Olumlu tutum ve

davranış ile ölçülü olmak, Peygamberliğin yirmi beşte biridir" [

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/605.] buyurmuştur.

Yüce Allah (celle celaluhu) da Kur'an-ı Kerim’inde vakarlı kimseleri

şöyle övmüştür: "Allah'ın has kulları onlardır ki; yeryüzünde

sükûnetle ve vakarla yürürler.” [ Furkan Suresi: 63.] Hazreti Âişe

(radıyallahu anhüma) validemizin bildirdiğine göre kendisi Rasulullah’ı

(sallallahu aleyhi ve sellem) bir defa bile küçük dili görünecek şekilde

gülerken görmemiştir.[Buhârî edeb 68; Müslim istiska 16.]

UTANMA: Edep, haya, insan ahlâkı için en güzel bir ölçüdür. İnsanın

haddini bilmesi, utanacak bir işten dolayı sıkılıp yüzünün kızarması, büyük bir fazilettir. Bu fazilet, sahibini

kötülüklerden uzak tutar. Gerçek hayâ insanın yüce yaratanına karşı duyacağı hayadır.

"Hazreti Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), bir gün ashabına: "Allah'dan hakkıyla hayâ ediniz."

buyurdu. Ashab da:

Ey Allah'ın Resulü, elhamdülillah, haya ediyoruz, dediler. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve

sellem):

"Hakiki hayâ o değildir. Fakat gerçek manasıyla haktan hayâ eden başını (yani baştaki duyu

organlarını ve başın içindeki düşüncelerini gayri meşru düşünce ve davranışlardan) korusun. Karnı ve

karnın ihtiva ettiğini (midesini) kontrol etsin. Böyle yapanlar Allah'tan hakkıyla hayâ etmiş olurlar"

buyurdu. [Tirmizi, kıyâme, 24; Ahmed b. Hanbel, I, 387.Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/631-632.]

İYİLİĞE TEŞEKKÜR ETMEK: Ebû Hureyre'den (radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem):

"İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a şükretmez." [Tirmizi, birr 35; Ahmed b. Hanbel, Sünen-i Ebu Davud Terceme

ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/16] buyurmuştur. Allah’a (celle celaluhu) şükürsüzlük ona yapılacak edepsizliklerin en

büyüklerindendir. Allah’a her daim şükretmek edeptendir.

Aslında sevmek, edebi beraberinde getirir. Seven edeplidir. Mesnevi’de Hazreti Mevlana,“Aşktan

nasibi olmayanın eşekten farkı yoktur.”demiştir. Burada aslında aşktan maksat edeptir. Çünkü âşıkların her

hali edep üzerinedir. Âşıklar, güzel ahlaklı insanlardır.

Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hazretlerini seven kimse onun ahlakı ile ahlaklanır ve

ona en yakın olanlar onun buyurduğu gibi: «Ahlâk bakımından en güzelinizdir.» dediği kimselerdir. Allah

bizi edeb ve hayâ ile onun ümmeti arasına ilhak eylesin ve bizleri onun sünnetlerine sımsıkı yapışan, onun

haliyle hallenen ve onu seven kullarından eylesin.

Page 24: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

En güzel isimlerin sahibi olan iki cihan serveri Hazreti Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve

sellem) ve ailesine salât ve selam olsun. Dini kültürle iç içe olan Klasik Edebiyat’ımızda mevlid, hilye,

miracname, Hicretü'n Nebi, şefaatname, kırk hadis, yüz hadis gibi Hazreti Peygamber’le (sallallahu aleyhi

ve sellem) ilgili zengin türlerden biri de "Esma-i Nebi" dir. Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin Esma’ül Hüsna

şeklinde yazılması aynı şekilde habibi olan Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) için de

yapılmıştır. Bunun yapılması için Peygamber Efendimiz’in şu mübarek sözü de yazar ve şairleri bu

noktada yazmaya teşvik etmiştir. Bahsedilen hadiste Peygamber Efendimiz; Hz. Peygamber'in isim ve

sıfatlarını yazan, okuyan ve asan kimsenin evine bela, hastalık, dert, illet, göz değmesi, haset, büyü,

yangın ve yıkıntı gibi şeylerin yaklaşmayacağını; ism-i şeriflerinin orada bulunduğu sürece ev halkına

fakirlik, zehirlenmek, gam gibi sıkıntıların da gelmeyeceğini belirtmiştir. Bu hadis dolayısıyla Hilye-i

Şerifler yanında Esma-i Nebi levhaları da asırlarca müslüman evlerinin birer süsü olmuştur.

Allah Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) isimlerini ve manalarını şöyle açıklayabiliriz:

Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) İsm-i Şerifi: Resul-i Kibriya iki cihan serveri yerde ins ve cin,

gökte melekler tarafından övülmüş nebidir. O bu âlemi şereflendirmeden önce dünyaya indirilen semavi

kitaplarda da ondan övgüyle bahsedilmiştir. Dedesi Abdülmuttalib, "Torununa neden Muhammed

ismini verdin? Hâlbuki bizde ve atalarımızın arasında böyle bir isim yok!" diyenlere, "Onun yerde ve

gökte övülen biri olmasını arzu ediyorum." diye cevap vermiştir. Hazreti Âdem (aleyhisselam) tövbe

edeceği sırada, "Ya Rabbi! Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) hürmetine beni bağışla” diye

yalvarmıştır. Allah (celle celaluhu) ona, "Sen Muhammed ismini nereden biliyorsun?" diye sorduğunda

"Ey Rabbim! Sen beni topraktan yaratıp can verdiğin zaman, gözümü açıp baktığımda arşının

üzerinde, " La ilahe İllallah Muhammedün Rasulullah" yazdığını görmüştüm. O zaman anlamıştım

ki Muhammed senin en sevgili kullarındandır." diye cevap vermiş ve Allah (celle celaluhu) da " Evet ey

Âdem! O benim habibimdir. O son peygamberdir ve senin evlatlarındandır. O olmasaydı ben ne seni

ne de yeri ve göğü yaratırdım." diye cevap vermiştir. Allah (celle celaluhu) isminin yanına resulünün

ismini yazdırmış ve iman etmek için , "La ilahe illallah Muhammedün Rasulullah" denilmesini şart

koşmuştur ki biz buna "Kelime-i Tevhid" diyoruz. Allah (celle celaluhu) henüz kâinatı yaratmadan evvel

habibine bu ismi vermiştir. Muhammed ism-i şerifi Kur'an-ı Kerim' de dört ayrı yerde geçmektedir. İbn

Abbas’ın (radıyallahu anh) rivayet ettiği bir hadiste Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Benim ismim Kur’an'da Muhammed, İncil'de Ahmed, Tevrat'ta Ahyed'dir. Benim Ahyed olarak

isimlendirilmem, ümmetimi cehennemden döndüreceğim içindir."

Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) İsm-i Şerifi: Rasulullah Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) en

meşhur isimlerindendir. Mustafa; seçilmiş, seçkin demektir. O,bütün insanlar arasındaki en seçkin

insandır. Onda insanlara ait kötü ve çirkin sıfatlar bulunmaz. Onun çirkin beşeri hasletlerden uzak,

tertemiz ve pak oluşu sebebiyledir ki kendisine aynı zamanda "Safiyyullah" denilmiştir.

Vâsile b. Eska’dan (radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Rasulullah (sallallahu

aleyhi ve sellem) seçilmiş olmasıyla ilgili şöyle buyurmuştur: "Allah, İbrahim'in

oğullarından İsmail'i seçti. İsmail'in oğullarından Kinaneoğulları’nı seçti.

Kinaneoğulları’ndan Kureyş’i, Kureyş’ten de Haşimoğulları’nı seçti, beni de

Haşimoğulları’ndan seçti."

“Mustafa'yı kendine kıldı habib,

Cümle dertlere hem o oldu tabib.

Her ne türlü ki saadet vardurur,

Yahşi huy u görklü adet vardurur.

Hak ona verdi mükemmel eyledi,

Yaratılmıştan mufaddal eyledi.

Cümle lütfu Hak ona kıldı nasip,

Onun için kendine kıldı karib.”

Süleyman Çelebi

HHAAZZRREETTİİ MMUUHHAAMMMMEEDD MMUUSSTTAAFFAA’’NNIINN ((ssaallllaallllaahhuu aalleeyyhhii vvee sseelllleemm))

MMÜÜBBAARREEKK İİSSMM--İİ ŞŞEERRİİFFLLEERRİİ DDııhhyyee IIŞŞIIKK

Page 25: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Evliyaların büyüklerinden

olup insanları Allah'a davet etmiş;

onlara huzuru, gerçek mutluluğu

tattırmıştır. Kasr-ı Arifan denilen

köyde doğmuş, ecdadı İmam-ı Caferi

Sadık'a ve oradan Hazreti Ali ve

Hazreti Fatıma validemize varan

salih bir babadan ve saliha bir

anadan doğmuştur. Asıl ismi Seyyid

Muhammed Bahauddin’dir. Allah’ın

sevgisini kalplere nakşettiği için

kendisine ( Nakşibend) denilmiştir.

Zamanının büyük velilerinden

Muhammed Bâbâ Semmâsî henüz

Şah-ı Nakşibendî hazretleri

doğmadan Kasr-ı Arifan'a gelir.

Geldiğinde, “Buradan bir büyük

zatın kokusu geliyor bir veli

yetişecek.” diyerek işaret etmiş,

tarikatın imamı olacak kişinin burada

ortaya çıkacağını talebelerine

müjdelemiştir. Babası Seyyid

Muhammed Buhârî şöyle anlatır:

“Oğlum Behaeddin'in doğmasından üç gün sonra, Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî hazretleri,

bütün talebeleri ile Kasr-ı Arifan'a gelmişti. Ben kendisini çok sever ve muhabbet beslerdim. Kasr-ı

Arifan'ı teşrif edince, yeni doğan oğlum Behaeddin'i alıp huzuruna götüreyim ve himmet, manevi

yardım isteyeyim dedim. Bu niyetle Behaeddin'i kucağıma alıp huzuruna götürdüm, Behâeddîn'i

elimden alıp, bağrına bastı ve „Bu yavru, benim oğlumdur. Ben bunu, manevi evlâtlığa kabul ettim.‟

buyurdu.”

Şah-ı Nakşibendî Hazretlerinin ilk hocası Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî’dir. Önce ondan ilim

irfan öğrenmiştir. Çocukluktan buluğ çağına kadar sohbetinde bulunur. Daha sonra şeyhinin en meşhur

talebesi Seyyid Emir Külâl'e emanet edilmiştir. Seyyid Emir Külâl, yetişmesi için büyük bir titizlik

gösterip onu tasavvuf da yüksek derecelere ulaştırmıştır. Daha sonra Mevlana Arif’in sohbetine gidip yedi

sene de onun yanında kalmıştır. Sonra Halil Ata hazretlerinin yanına gidip on iki sene de onun sohbetinde

bulunur. İki defa hacca gider. İkinci haccında Herat'a gidip Mevlana Zeynüddîn hazretleriyle üç gün

sohbet eder. İkinci hacca gidişinde Hicaz’dan dönüp bir müddet Merv Şehri’nde ikamet eder. Daha sonra

Buhârâ'ya dönüp oraya yerleşir. Emir Külâl hazretlerinin vefatından sonra insanlara doğru yolu gösterip

rehberlik vazifesi yapmıştır.

Page 26: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Şah-ı Nakşibend hazretleri elini tuttuğu insanı Allah’a ulaştırmış; huzuruna gelen kişiyi, ilahi feyizle

doldurmuştur. Gülenler Allah sevgisiyle, ağlayanlar Muhammed aleyhisselâma kavuşma hasretiyle

gözyaşı dökmüştür. Onun irşadıyla kalpler, imanın ne demek olduğunu anlamıştır ve bu yolda pek çok

halife yetiştirmiştir.

Şah-ı Nakşibend hazretleri şöyle anlatır: “Bir gün içimde karşı konulamaz derecede Seyyid Emir

Külâl hazretlerini görme arzusu oldu. Dayanamadım, dergâha gittim. Dervişleriyle birlikte oturuyordu.

Mübarek bakışlarıyla beni süzdü. Oradakilere, beni hemen dergâhtan uzaklaştırmalarını emretti. O

anda nefsim neredeyse baş kaldırıp isyan edecek gibi oldu. Nefsim, dizginleri neredeyse ele almak

üzereydi ki tam o sırada Allah-u Teâlâ‟nın yardımı bana yâr oldu. Kendi kendime şöyle düşündüm: „Şu

an mürşidim, benim bu kapıda ne kadar sadık olduğumu ölçmek istiyor. Bu, nefsimin terbiye edilmesi

için gerekiyor. O kovsa da ben, onun dergâhından ayrılamam. Çünkü baş koymam gereken kapı

burası.‟ Kapısının eşiğine yattım. „Bana her ne olursa olsun yine de kendimi bu eşikten

kaldırmayacağım.‟ dedim. Hava soğuktu, kar serpiştiriyordu. Sabah namazı vakti iyice yaklaşmıştı.

Seyyid Emir Külâl hazretleri ise evinden çıkmak üzereydi. Eşikten geçtiğini hatırlıyorum. O an ayağını

başıma bastı ve

„Kim o?‟ diye seslendi.

Dergâhta bulunan birkaç derviş de oraya gelmişti. Üzerime yağan karları temizlediler. Seyyid

Emir Külâl hazretleri,

„Evlâdım! Bu saadet libası, artık sana lâyıktır.‟dedi.

Daha sonra mübarek elleriyle ayağımdaki dikenleri çıkardı. Yaralarımı temizledi. Bana muhabbet

nazarlarını yöneltti.”

Her mürid, mürşidine karşı edepli olmalıdır. Çünkü mürşidler, Peygamber Efendimiz‟in (sallahu

aleyhi ve sellem) vârisleri olan velilerdir. Onlar, bize son Peygamber‟e nasıl tâbi olunması gerektiğini

öğretirler. Onlar, Hak yola insanları davet etmekle görevlendirilmişlerdir.

Şah-ı Nakşibendî hazretlerinin yetiştirdiği talebeler arasında damadı Alâeddin-i Attar,

Muhammed Parisa ve Yakub-i Çerhi en ünlüleridir. Tarikatı olan Nakşibendiyye az zamanda

Hindistan‟dan Anadolu‟ya kadar çok yerde yayılır. İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerinin

mezhebinde bulunmuştur.

Şah-ı Nakşibendî hazretleri 73 yaşında, hicri 791'de doğduğu yer olan Kasr-ı Arifan vefat

etmiştir. Alâeddin-i Attar ölümü ile şu bilgiyi verir:

“Şah-ı Nakşibendî hazretleri hastalanmış, son anlarını yaşıyordu. Bizler de Yasin Suresi‟ni

okuyorduk. O ise durmadan Kelime-i Şehâdet‟i söylüyordu. Biz okuduğumuz Yasin Suresi‟nin yarısına

geldiğimiz sıralarda odayı bir nur kapladı. Ne olduğunu anlamadık. Şimşek çakmasına benzeyen kısa

zaman içinde ruhunu Rahman'a teslim etmiş.”

Page 27: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Çanakkale'de yer alan Gelibolu Mevlevihanesi, görüyoruz ki gerek geçmişi gerekse günümüzdeki

faaliyetleri ile çok özel bir hizmet mekânı. İnsanlığa, Ümmet-i Muhammed'e, AŞK’a hizmet!

İşte bu hizmet mekânı,17.yy'da ilk postnişi Ağazade Mehmet Dede ve dervişleri tarafından inşa

edilmiş. Ağazade, gençliğinde malını mülkünü kardeşi Asaf Ağa'ya bırakarak dünya ile ilişkisini kesip

Konya Mevlana Dergâhı’na gitmiş. I.Bostan Çelebi'nin müridi olmasıyla birlikte çile çıkarmış. Uzun yıllar

Matbah-ı Şerif'te hizmet ettikten sonra Gelibolu'ya dönmüş ve şehrin ortasında bulunan Ahi Devle

Zaviyesi'ne yerleşip sohbet toplantıları düzenlemeye, Mesnevi dersleri vermeye başlamış. ( Evliya Çelebi'nin

de Ağa zade’nin ders ve sohbetlerinde bulunup mübarek ellerini öptüğü yazmaktadır. {Seyahatname - V,317 } ) Ancak

talebin artması ile zaviye yetersiz kalınca Ağazade, kardeşine iade ettiği mallarıyla ve tanıdıklarının da

yardımıyla bu zaviyenin yanına bir "Ayin-i Mevlevi Hangahı" inşa etmiş. Bugünkü mevlevihanenin

olduğu, yaklaşık 400 yıllık mekân aynı zamanda dünyanın en büyük mevlevihanesi, asithanesi ve

semahanesi özelliklerini taşıyor.

FATMA MERYEM AK

Page 28: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Zamanının en gelişmiş eğitim merkezleri arasında yer alan bu mevlevihane 1889 - 1900 yılları

arasında bir onarım geçirdikten sonra tabiri caizse derin bir uykuya dalmış. Bugün mevlevihaneyi daldığı

bu derin uykudan uyandıran “Gelibolu Mevlevihanesi’ni Koruma ve Mevlevi Kültürünü Tanıtma

Derneği” ile “Bursa Mevlana Kültürünü Tanıtma ve Yaşatma Derneği” el ele vererek Ağazade Mehmet

Dede ve dervişlerin yolundan gidiyorlar. Her ay düzenli olarak programlar yapılıyor, Mevlevi Üstadı

Bayındırlı Hacı Mustafa Özbağ Efendi bu programlara katılıyor ve Mesnevi hazinesinden sohbetler

veriliyor ardından da sema ediliyor. “Mevlevilik bir yoldur, semazenler de bu yolun yolcuları.” der Üstad

Mustafa Özbağ Efendi. “Bir gün Gelibolu Mevlevihanesi’nin kendi semazenleri olacak.” hayaliyle çıkılan

bu yolda bugün 20 semazen hizmet vermekte. Bunun yanı sıra 34 neyzen, 30 bendirzen ve 25 ilahici,

açılan kurslarda eğitim görmektedir. İşte bu yolcular tıpkı tüm “Hak Yolcuları” gibi Aşk’a hizmet

ederken, gerek Bursa’da gerek Gelibolu’da, hiçbir faaliyetten ücret talep etmeyip tamamen “gönüllülük

esasıyla” çalışmakta ve tüm gayretleriyle mevlevihaneyi yaşatmaktadırlar.

Mevlevihanede yıl içinde yapılan bazı etkinlikler ise şunlar:

Her yıl Nisan ayında “Kutlu Doğum Sema Programı”, Mayıs ayında Kurtuluş Savaşı’na katılan

Mevlevi alayını ve askerlerimizi temsilen 57.Alay Şehitliği’ne yapılan “Cepheye Sema Mevlevi

Yürüyüşü” , Aralık ayında Mevlana Hazretleri’nin, düğün günüm dediği, ölüm yıldönümü olan “Şeb-i

Arus Programı”. Programlara çeşitli il ve ilçelerden otobüsler kalkmakta ve yüzlerce kişi katılmakta.

Bununla birlikte her ay bayanlara özel, manevi büyüklerimizin hayatlarının anlatıldığı bayan sema

programı yapılmakta.

Üstelik Mevlevilik, Mevlevihane’de kalmayıp şehrin en önemli merkezi olan Çanakkale On Sekiz

Mart Üniversitesi’nde de “Tasavvuf Topluluğu” ile Mevlevi ruhunu yaşamak isteyen öğrencilere ulaşmış

durumda. Topluluk her ay “Anadolu’nun Manevi Direkleri” adlı programlarını icra etmektedir.

Gelibolu’da mevleviliği yaşayan ve yaşatan tüm arifler için yazıyı Pirimiz Mevlana Celaleddin-i

Rumi Hazretleri’nin sözüyle bitirmek istiyorum: “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim

mezarımız ariflerin gönüllerindedir.”

Page 29: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

ÖLENİN ARKASINDAN 7’Sİ 40’I 52’Sİ YAPILIR MI? ÖMER NAZİF

“Size iki şey bıraktım. Bu iki şeye sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa

düşmezsiniz. Bunlardan biri Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim, diğeri ise Peygamber’in

(sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetidir.”1

Hepimizin günlük yaşamda tanık olduğu bir adet: Ölen kimsenin ardından yedisi, kırkı,

elli ikisi gibi özel günlerde Kur’an-ı Kerim ve mevlid okutmak...

Peki, bu uygulama dinimizde mevcut mudur? Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i Rasulullah’ta

geçer mi?

Biz bu âdete Diyanet’in dediği gibi astığım astık, kestiğim kestik bir şekilde bid’attır

demeyeceğiz. Hangi kısımları doğru, hangi kısımları yanlış, bunlar üzerinde duracağız.

Bidat, dinde dayanağı olmaksızın sonradan çıkan her şeydir.

Ölünün ardından halk inanışına göre burnunun düştüğü gün, etinin döküldüğü gün vb.

olmak üzere- belirlenmiş gün ve gecelerde mevlid okutmak, bir takım merasimler

düzenlemek Kur’an-ı Kerim’de bulunmaz. Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetinde

de görülmemiştir. Elbette Kur’an-ı Kerim okumak ne vesile ile olursa olsun çok güzel ve

hayırlı bir iştir; ancak bunun için bu gibi geceler tayin etmek yanlıştır. Üstelik bunları

üzerimize farz görmek, durumu müsait olmayan insanlara illaki belirlenen tarihte mevlid

okutması için psikolojik baskı yapmak, yapılan mevlide gelmeyen insanlara karşı suizan

beslemek hoş olmayan şeylerdir. Kaldı ki bu belirlenen gecelerde ölünün sanılan durumda

olduğu ne malumdur?

Çürüme; kişinin et ve kemik yapısına, gömüldüğü arazinin yapısal özelliklerine göre

değişim gösteren bir olaydır. Ya ölen kimsenin bedeni çürümüyorsa? Elli ikisini etin

kemikten ayrıldığı gün ise eğer nasıl yapacağız?

Bir diğer husus ise bu merasimlerde mevlid okutulması. Mevlid, Peygamber

Efendimiz’in (sallallahu ve sellem) doğumunu ve şahsını öven, şüphesiz çok güzel ve anlamlı

şiirlerdir. Ancak bunların, kaynağını Eski Türklerin “yuğ” adını verdikleri ölüyü yâd etme

merasimlerinden alan törenlerimizde okutularak ibadetmiş gibi algılanması yanlıştır.

Peygamberler ve sahabeler ölülerinin arkasından bu gibi merasimler yapmamışlardır.

Ölünün ardından belirli günlerde yas tutma ve belirli günlerde (!) mezarı başında dua etme

geleneği Hristiyanlık’ta ve Musevilikte mevcuttur. Peygamber efendimiz (sallallahu ve sellem)

hayatı esnasında onlara benzememek için yaptıklarını asla yapmamış, daima onlara

muhalefet etmiştir.

Mevlid okutma geleneği Rasulullah’ın (sallallahu ve sellem) ölümünden 300-400 yıl sonra

Mısır’da hüküm süren Fâtimiler arasında Peygamber Efendimiz’in (sallallahu ve sellem) doğum

Page 30: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

gününü anmak için devlet erkânı arasında sarayda tertiplenmiştir. Fâtimiler, mevlid

merasimini Hazreti Ali (radıyallahu anh) ve Hazreti Fâtıma’nın (radıyallahu anha) doğum

günlerinde de tertip etmişlerdir.

Osmanlı’da ise mevlid ilk defa III. Murad zamanında 1588’de resmi hale gelmiştir. İlk

zamanlar Rasulullah’ın (sallallahu ve sellem) doğduğu zaman ve sadece camilerde okunan

mevlid, sonraları para karşılığında hanendeler tarafından rastgele zamanlarda, kandil

gecelerinde, ölü ardından; yedinci, kırkıncı, elli ikinci gecelerde, sene-i devriyelerde

okunmaya başlanmıştır. Hatta günümüzde düğünlerde dahi okutulur olmuştur.

İbadette Allah (celle celaluhu) rızası gözetilmektedir ki bazı sûfiler Allah’tan rıza

beklemeyi bile menfaat görüp sırf Allah için ibadet edilmesi gerektiğini savunurlarken bu

nasıl bir çelişkidir ki ibadet olarak gösterilen ve görülen bir işten maddi menfaat beklenir?

Üstelik bu menfaat, ölen kimseler için olmazsa olmaz görülür?

Burada aktarmadan geçemeyeceğimiz bir hâdise de bize, anlatmak istediğimiz konuda

yol gösterecektir:

“Rasulullah (sallallahu ve sellem) zamanında bir kısmı (sekiz rek’atı) cemaatle, bir kısmı

da münferid kılınan teravih namazının tamamının cemaatle kılınmasını emreden Hazreti

Ömer (radıyallahu anh) bunun bid’at olacağını söyleyenlere:’Bu bid’atsa ne güzel bid’attir.’

cevabını verir.

İslam âlimleri bid’atı, “bid’ayı hasene” ve “bid’ayı seyyie” olarak ikiye ayırırlar. Yani

iyi bid’at, kötü bid’at.2

Bunun yanında Rasulullah (sallallahu ve sellem) efendimiz:“Ashabım yıldızlar gibidir,

hangisine uyarsanız hidayete erersiniz.” buyurmuştur.3

Eğer işin bu veçhesini göz önünde tutarsak mevlid okutmayı da tam anlamıyla bid’at

göremeyiz. Zira mevlidler; milletin evlerinden hadis okudukları için toplatıldığı, Allah’ı

andığı, zikrettiği için karakol köşelerinde işkence edildiği sıkıntılı zamanlarında din adına tek

dayanak olmuştur. Bizim rahat koltuklarımızda oturup o sancılı dönemleri yaşanmamış

sayarak mevlidlere bid’at dememiz, dâr’ül islam olmayan devletimiz içinde trajikomik değil

midir?4

Buradan da anlaşıldığı üzere aslında

bid’at olan ölü arkasından hayır işlemek,

sadaka vermek ki cenaze evinde verilen

yemeği bu amaçlı görüyorsak- Kur’an-ı Kerim

okumak ve okutmak değildir. Bunları hiçbir

tutarlı dayanağı olmayan özel günlerde

yapmayı diretmek, bu günlerde kimilerimizin

gelir kaynağı (!) olan şeyleri ibadetmiş gibi,

farzmış gibi uygulama zorunluluğu hissedip

hissettirmek bid’attır.

1 İrşad Dergisi, Mart-Nisan,2011,Bursa 2 Kütüb-i Sitte, cilt 1,sf.183 3 Kütüb-i Sitte,12-148/4368 4 bkz. mustafaozbag.com,13 Aralık 2012 Programı

Page 31: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

ÇOCUK EĞĠTĠMĠ VE AĠLE Bengisu UMMAN

Bir çiçek güzeldir, iki çiçek daha da

güzeldir. Fakat birkaç çiçekle bahçe

oluşmaz. Bahçe oluşması için ancak

binlerce çiçeğin bir araya gelmesi gerekir.

Kötü ahlak ve davranışların çok olduğu

dünyada, çocukları iyi yetiştirmek için

çevremizdeki güzel davranışları ayırarak

seçip göstermek, dikkatlerini o

davranışlara ve olumsuz örnekleri silecek

insanlara ve ortamlara çevirmek gerekir.

Nitekim Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hazretleri bir hadis-i şerifinde “Size cemaati tavsiye

ederim, ayrılıktan da sakının, zira şeytan iki kişiden uzak durur.’’(Tirmizi) buyurarak toplulukta hayır

olduğunu belirtmiştir.

Çocuklar oluşturulacak toplu ortamlarda konuşur, kaynaşır, birbirlerinden etkilenirler. Arada

büyüklerin sohbetinden istifade eder, onlara kulak misafiri olurlar. Böylece güzel ortamlarda daha iyi

yetişirler. Çocuklara sohbette dinleyeceği sözün tesiri, anne babanın belki binlerce sözünden daha etkili

olur. Çünkü söylediğimiz, öğüt verdiğimiz davranışları evde ne kadar uyguladığımızı kendimize

sormamız gerekir.

Üstadımız Bayındırlı Hacı Mustafa Özbağ hazretleri bir sohbetinde: “Çocuklarınız sizin

aynınızdır, ona ne öğretirseniz öğretin siz onu uygulamadığınız sürece bir faydası olmaz. Çocuklar

söyleneni değil yapılanı uygularlar. Siz çocuğunuza gıybet etmenin ne kadar günah olduğunu, gıybet

edenin ağzından pis kokular geleceğini söyleyip sonra çocuğunuzun yanında kayınvalidenizin veya

başka birinin gıybetini ederseniz çocuktan gıybet etmemesini beklemeyiniz.” buyurmuştur.

Unutmayalım ki çocuğun beyin gerisine, “Annem o kadar sohbet dinliyor, bana da sakın yapma

çok günah diyor; ama kendisi yapıyor.” düşüncesinin yerleşmesi, çocuklarımızı çelişkide bırakmamıza

ve onların olumsuz davranışlar sergilemesine yol açacaktır.

Page 32: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

KAVUN VE KARPUZ

KARPUZ Hazreti Ayşe radıyallahu anha’dan rivayet edildiğine göre: “Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi

ve sellem karpuzu hurma ile yiyip şöyle derdi:'Hurmanın hararetini karpuz ve kavunun serinliği ile

karpuz ve kavunun serinliğini de şunun harareti ile gideriyoruz.' ”( Tirmizi-Ebu Davud )

Karpuz; otsu, soğuk, yaş ve temizleyici özelliğe sahip bir bitkidir. İçerdiği B ve C vitaminleri ve

sodyum, kalsiyum, potasyum, demir gibi mineralleriyle tam bir şifa kaynağıdır.

%90 oranında su içeren karpuz, çok iyi bir idrar söktürücü

olup vücuttaki atık maddeleri, kanı ve bağırsakları temizler.

Böbrekleri çalıştırır. Böbrek taşlarını ve kumlarını dökmeye

yardımcı olur. Yağ ve kolesterol içermediğinden kalorisi düşük

bir meyvedir. Bu nedenle kilo vermeyi hızlandırır. Karpuz iyi

bir lif kaynağı olduğundan bağırsak hareketlerini düzenlemede

ve bağırsak kanserini önlemede rol oynar. Ayrıca C vitamini ve

antioksidan özelliği ile çeşitli kanser türlerine karşı etkilidir. Bu

etkilerinin yanı sıra kalp fonksiyonlarının ve kan basıncının

düzenlenmesine de yardımcı olur. Çocuklarda kemiklerin

gelişmesini sağlar. Vücuda zindelik, serinlik ve ferahlık verir.

Karpuzun aç karna yenmesi önemlidir; çünkü yemek

üzerine yendiğinde hazmı zorlaşır.

KAVUN İçerisinde A,B,C vitaminleriyle bol miktarda demir, iyot ve

krom bulunur. Kavun da karpuz gibi kanı ve böbrekleri temizler.

Sinirleri yatıştırarak insana sükûnet verir ve uykuyu düzenler.

Bağırsaklara yumuşaklık verir. Böylece kabızlığı ve basurdan

kaynaklanan rahatsızlıkları azaltır. Cilt sağlığı açısından da oldukça

önemli olan kavun cildin taze kalmasını sağlar. Cilde canlılık ve

parlaklık verir. İçerisinde şeker oranı fazla olduğundan dolayı şeker

ve tansiyon hastalarının tüketmesi uygun değildir.

“Hazreti Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in

meyvelerden en çok sevdiği yaş hurma, üzüm, kavun ve karpuzdu.

Karpuzu, şeker ve ekmekle bazen de taze hurma ile yerdi.” (İmam

Gazali)

ALLAHÜMME SALLİALA SEYYİDİNE MUHAMMEDİN

VE ALA ALİ SEYYİDİNE MUHAMMEDİN VE SAHBİHİ VE SELLİM

Page 33: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

TTEEDDAAVVİİDDEE HHAARRAAMMLLAA İİZZLLEENNEENN YYOOLL EESSLLEEMM SSAARRIIGGÜÜLL

“Allah-u Teâlâ Hazretleri hastalığı da

ilacı da indirmiştir ve her hastalığa bir ilaç var

etmiştir. Öyleyse tedavi olun. Ancak haram olan

şeyle tedavi olmayın.” [Ebu Davud]

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve

sellem), Hazreti Allah’ın (celle celaluhu) her

hastalık için meşru ve helal olan bir ilacı,

devayı yarattığını bildiriyor bizlere. Hadis-i

şerifin son kısmında ise tedavi yollarının sınırı

çizilmiş: Haram şeylerle tedavi olmamak.

“Haram olan şeyden ilaç yapılır mı?” ya da “Haram olan şeyler tedavide kullanılır mı?” soruları,

üzerinde tartışılan bir konu olmuştur. Ancak Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem)

hadislerinde mevzu nettir. Hadislerde geçen yasaklanmış şeylerden biri şarap diğeri ise necis maddelerdir.

Peygamberimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) önce insanlar şarap içerler ve tedavide kullanırlardı.

Tarık bin Süveyd el-Hadrami (radıyallahu anh) şöyle demiştir:

„Ya Rasulullah, bizim memleketimizde üzümler var. Biz onun suyunu çıkarıp şarabını içiyoruz

(ne buyrulur)?‟ dedim. O,„Hayır. (yapmayınız)‟ buyurdu. Sonra ben (tekrar) ona müracaat ederek „Biz

onunla hastayı tedavi etmek isteriz.‟ dedim. O,„O (şarap) kesinlikle şifa değildir ve lâkin bir hastalıktır‟

buyurdu.” [İbn-i Mace]

Yine bir başka hadisinde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teâlâ

ümmetimin şifasını, onlara haram kıldığı şeylerde yaratmamıştır.” [Ebu Davud, Tirmizi]

Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hadislerine dayanarak, Hanefi ve Hanbelî mezheplerine göre

haram kılınmış yiyecek içeceklerle tedavi caiz değildir. Ancak şunu da belirtelim ki Hanefi mezhebinde

dayanılmaz açlık sırasında murdar ölmüş hayvan eti yemek, susuzluktan ölme durumuna gelinmişse şarap

içmek caiz görülmüştür. Fakat açlık, susuzluk durumu ile hastalık aynı şeyler değildir. Açlık veya

susuzluktan öleceğini anlayan kimsenin haramı yemesi farz olur; fakat hastalık halinde, haramla tedavi

olmak konusunda bunu söyleyemeyiz. Öyle ki sahabe efendilerimizden de birçok kimse haramla tedavi

yoluna gitmemiştir. Eğer tedavide başka bir alternatif bulunamamışsa ve tedavinin olumlu sonuç vereceği

kesin olarak biliniyorsa duruma göre haramla tedavi yoluna gidilebilir.

Tedavide bazı ilaçlara da alkol veya sarhoşluk veren

maddeler karıştırılıyor. Özellikle depresyon ve nöroloji

vakalarında kullanılan ilaçların bir kısmında, bu tür maddelerin

olduğu bilinmektedir.

Bu konuda tedavinin düzenlenmesinde dikkat edilmesi gerektiğini

ve eğer varsa alternatif ilaçların kullanılmasının daha doğru

olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak kişi kendi durumuna göre

eğer mümkünse meşru yiyecek, içecek ve ilaçlarla tedavi

olmalıdır. Alternatif bir tedavi uygulanamıyorsa bahsedilen diğer

yollara gidilebilir. Allah her şeyi en iyi bilendir.

Dua ile...

Page 34: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

HHAAZZIIRR GGIIDDAALLAARRIINN ÇÇOOCCUUKKLLAARR ÜÜZZEERRİİNNDDEEKKİİ EETTKKİİLLEERRİİ HHAAFFSSAA KKEEVVSSEERR

Çocukların sağlıklı olduklarını gösteren en önemli göstergelerden biri büyümeleridir. Sağlıklı

çocukların boyları düzenli olarak uzar. En hızlı büyüme devresi anne karnında gerçekleşir. Bir yaşına

kadar çocukların boyları hızla uzar. 3-4 yaşından sonra boy uzaması yılda 4-6 cm olarak devam eder.

Ergenliğe kadar devam eden bu süre, ergenlik sonunda durur. Sağlıklı beslenmeyen, hazır mamalarla

beslenen, yeteri kadar sebze meyve yemeyen; şeker, cips, hazır meşrubat (cola gibi) gibi şeyleri çok

tüketen çocukların boyları kısa kalır.

Küçük yaşta Rasulullah’la (sallallahu aleyhi ve sellem) evlenen Hazreti Aişe (radıyallahu anha) şöyle

söylüyor: “Annem Rasulullah’la evleneceğim zaman beni şişmanlatmak istedi. Ancak bana hurma ile

salatalık yedirinceye kadar arzu ettiği ilaçların hiçbirini içmedim. O ikisinden muntazam yemeğe

devam edince güzel bir şişmanlık kazandım.”

Büyümenin iyi sürdürülmesi için düzenli beslenme şartıyla, günlük gıdaların arasında mutlaka süt,

peynir, sebze ve meyve gibi besinlerin yer almasına özen gösterelim.

KKEETTÇÇAAPP 7 adet olgun domates

1 çay bardağı limon suyu

1 çay bardağı sirke

1 adet etli kırmızıbiber

1 tatlı kaşığı toz şeker

1 adet soğan

1 çay bardağı zeytinyağı

Pul biber

YYAAPPIILLIIŞŞII:: Domatesler kabukları soyulup

soğan ve biberle su konmadan haşlanmaya bırakılır.

Süzgeçten geçirilip püre yapılır. Diğer malzemeler

katılır ve kaynatılır. Soğuyunca ağzı kapalı şişeye

konulur.

MMAAYYOONNEEZZ 1 çay bardağı zeytinyağı

Yarım limon

1 çay kaşığı hardal

Tuz

Cam ya da porselen bir kaba

yumurtaların sarıları konur. Hardal ilave

edilip hep aynı yönde karıştırılır.

Zeytinyağı azar azar damlatılarak

karıştırılır. Yağ yedirilince azar azar

limon konulur. Servisten önce biraz tuz

serpilir. Afiyet olsun

Page 35: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

“Ya Rabbi, niyet ettim günlük virdimi çekmeye”

“üç Ġhlâs bir Fatiha” “Ya Rabbi, Peygamber Efendimiz (s.a.v) Hz. Ruhlarına ve bütün geçmiĢ Peygamber Efendilerimizin ruhlarına,

Cihar-i yar-i Güzin efendilerimiz, Ebubekir-i Sıddık, Ömer-ül Faruk, Osman-ı Zinnureyn, Ali-yel Murtaza (r.a) Hz.

Ruhlarına, aĢereyi mübeĢĢerenin, evladı Rasulullah, Zevce’yi Rasulullah, Ġmam-ı Hasan, Ġmam0ı Hüseyin yetmiĢ iki

Ģühedanın ve bütün Ģühedanın, tüm Ashab-ı Rasulullah Hz. Ruhlarına, Ġmamımız Ġmam-ı Azam Ebu Hanife, Ġmam-ı ġafii, Ġmam-ı Malik, Ġmam-ı Hanbeli ve bütün mezhep imamlarının ruhlarına hediye eyledim vasıl ve hissedar eyle ya

Rabbi.”

“üç Ġhlâs, bir Fatiha”

“Ya Rabbi Pirimiz Seyyid Abdulkadir Geylani. Seyyid Ahmed-er Rufai. Seyyid Ahmed-el Bedevi. Seyyid

Ġbrahim Dusiki. ġeyh Ebu’l Hasan el ġazeli. ġah-ı NakĢibend-i Muhammed Bahaddin. ġah-ı Mevlana Celaleddin-i Rum-i. ġah-ı Hacı BektaĢi Veli. Hacı Bayram-ı Veli. Mehmet Muhyiddin Üftade Hz. Ve tüm Pir efendilerimizin

ruhlarına hediye eyledim vasıl ve hissedar eyle ya Rabbi.”

“üç Ġhlâs, bir Fatiha” “Ya Rabbi bütün geçmiĢ MürĢid-i Kamillerin, velilerin, evliyaların, derviĢlerin, müminlerin ruhlarına.

Üstadımız Bayındırlı Hacı Mustafa ÖZBAĞ Efendinin ruhaniyetine ve yaĢayan bütün MürĢid-i Kamillerin, velilerin,

evliyaların ruhaniyetlerine. Bütün derviĢ kardeĢlerimizin ve ümmeti Muhammed’in ruhaniyetlerine, turuk-i aliyeden ve akrabayı taallukatımızdan geçenlerin ruhlarına hediye eyledim vasıl ve hissedar eyle ya Rabbi.”

100 defa “Sübhanallahi ve bihamdihi, sübhanallahi‟l azim ve bihamdihi estağfirullah el azim.”

100 defa “La ilahe illallahu vahdehu la-şerike leh, Lehu‟l mülkü ve lehu‟l hamdü ve hüve ala külli şey‟in kadir.”

100 defa “Allahümme salli ala seyidine Muhammedin ve ala âli seyidine Muhammedin ve sahbihi ve sellim.”

100 defa “Kul hüvallahu ehad. Allahüs samed. Lem yelid ve lem yüuled ve lem yeküllehu küfüfen ehad.”

100 defa “La ilahe illallah” (Tevhid en az yüz defa, yetmiĢ bine kadar çoğaltılabilir.) Okunabildiği kadar Kuran-ı Kerim okunur. Dua edilir.

Yukarıda tarif edilen dersi günde en az bir sefer yapmak gerekir. Eğer daha fazla yapmak isterse sabah ve akĢam yapılabilir. Daha da fazla yapmak isterse istediği kadar yapabilir. Eftal olanı az da olsa devamlı olanıdır.

Her sabah ve akĢam namazından sonra dünya kelamı konuĢmadan yedi kez “Allahümme ecirni min‟en-nar”

ve yine yedi defa “Hasbinallahu ve nimel vekil.” Her namazdan sonra normal namaz tesbihatı, 33 defa “Sübhanallah”, 33 defa “Elhamdülillah”, 33 defa “Allahu ekber.”1 defa “La ilahe illallahu vahdehu la şerike

leh, Lehu‟l mülkü ve lehu‟l hamdü ve hüve ala külli şey‟in kadir.” 300 defa “La ilahe illallah” (Tevhid en az üç

yüz defa, beĢ bine kadar çoğaltılabilir) Dua edilir.

-“ Kim günde yüz defa „Sübhanallahi ve bihamdihi‟ derse günahları denizin köpüğü kadar da olsa

bağışlanır.” Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi

-Abdullah b.Amr (r.a) Rasulullah’ın (s.a.v) Ģöyle buyurduğunu rivayet etti. “Kim günde iki yüz defa „La ilahe

illallahu vahdehu la-şerike leh, mülkü ve lehu‟l hamdü ve hüve ala külli şey‟in kadir‟ derse onun amelinden

daha faziletlisini yapan hariç, kendisinden öncekilerden hiçbiri onu geçemez ve sonrakilerden hiçbiri de ona

yetişemez. Onun aldığı çok sevabı alamaz.” Ġmam Ahmed, Taberani

-Ġbn-u Mesud (r.a) anlatıyor: “Rasulullah (s.a.v) buyurdular ki; „Kim bana bir kere salât okursa Allah da

ona salat okur ve on günahını affeder, mertebesini on derece yükseltir.” Nesai

-Enes (r.a) anlatıyor: “Kim Kul hüvallahu ahad suresini günde iki yüz defa okursa üzerindeki kul borcu

hariç elli yıllık günah silinir.” Tirmizi

-Ebu’d Derda’dan (r.a) Rasulullah’ın (s.a.v) Ģöyle buyurduğu rivayet edildi: “Her hangi bir kul yüz defa „La

ilahe illallah‟ derse (Allah‟tan başka hiçbir ilah yoktur) Allah Teala kıyamet gününde onu, yüzü ayın on dördü

gibi olarak diriltir, o gün onun amelinden daha faziletli hiçbir kimsenin ameli Allah‟a yükseltilmez. Ancak

onun söylediğinin benzerini veya daha fazlasını söyleyen hariç.” Taberi

-Haris b.Müslim et-Temimi (r.a) Peygamber’in (s.a.v) kendisine Ģöyle buyurduğunu söylemiĢtir. “Sabah

namazını kıldığında hiçbir şey konuşmadan önce yedi defa “Allahümme ecirni mine‟n nar” (Allah‟ım beni

cehennem ateşinden koru) söyle. Şunu bil ki sen bugün ölürsen Allah yedi defa “Allahümme ecirni mine‟n nar”

söyle. Şunu bil ki sen bu gece ölürsen Allah seni cehennemden korunanlardan kılar.” Nesai, Ebu

Page 36: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman
Page 37: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

KKAARRAABBAAŞŞ--İİ VVEELLİİ KKÜÜLLTTÜÜRR MMEERRKKEEZZİİ

XVI. yüzyılda Halvetiye tarikatına bağlı olarak bağlı olarak Şeyh Yakup Çelebi tarafından

kurulmuştur. XIX. yüzyıldan itibaren Kadiriye tarikatının Eşrefiye koluna bağlı şeyhler tarafından idare

edilmiştir. 1925 yılında tekkelerin kapatılmasından sonra semahanesi bir müddet idman yurdu, diğer

kısımları ise ev olarak kullanılmıştır. Dergâhın kuruluşundaki orijinal yapıları günümüze gelememiştir.

Semahanenin doğu tarafında yer alan hazirede, dergâhta görev alan meşayıhın yanı sıra, Bursa’da resmi

görevli başka zevat ile onların eşlerine ait kabirler bulunmaktadır.

Osmangazi Belediyesi tarafından 2002 yılında başlatılan yenileme çalışmaları 2005 yılında

tamamlanmış ve nihayet öncelikle Üstad Mustafa Özbağ ve Bursa Tasavvuf Vakfı katkılarıyla özüne

uygun olarak hizmet vermeye başlamıştır.

Bir ‘Hu’ nidasıyla ‘Ol’ tecelliyatını yaşayan bir mekândır Karabaş-i Veli Kültür Merkezi. Hoşgörü

ve gönülden hizmetin, kardeşliğin yaşandığı ve yaşatılmaya çalıştığı bir dost evidir. Her sene manevi

duyguların yoğun yaşandığı günlerde de evinde misafir ağırlar bir eda ile Bursalılara ve diğer şehirlerden

gelen konuklara ikramlarda bulunulur bu hoş mekânda. Adeta geleneksel bir aile sofrası tadında her yıl

Aşure ve kandil günlerinde iftar verilmektedir. Ayrıca ‘Kutlu doğum’ ve ‘Şeb-i arus’ programları ile bu

özel geceleri de ihya etmektedir.

Bursa Karabaş-i Veli Kültür Merkezi hizmetkârları olarak Türkiye’nin en büyük, Dünya’nın ise

ikinci büyük mevlevihanesi olan Gelibolu Mevlevihanesi’nde her ay sema programları düzenlenmektedir.

Bunun yanı sıra İzmit Saatçi Ali Efendi Konağı, İzmir, İstanbul, Konya gibi birçok il ve ilçede Üstadımız

Mustafa Özbağ Beyefendi’nin Mesnevi Sohbetleri ile âşıkların zikri sema meclislerinde

toplanılmaktadır. Her ayın ilk pazartesi günü saat 13.30’da bayan semazenler eşliğinde sadece bayanlara

yönelik programlar gerçekleştirilmektedir.

Muhammedi bir eğlencenin ve çeşitli

kültürel değerlerin bir arada paylaşıldığı

‘Geleneksel Bursa Karabaş-i Veli Kültür

Merkezi Kocayayla Şenlikleri’ ile de İslami

eğlencenin örnekleri yaşatılmaktadır. Yine

aynı çatı altında bayanlar ve erkekler için

ücretsiz olarak sema, ney, ilahi, bendir,

Kuran-ı Kerim, Arapça ve öğrencilerin okul

derslerine yönelik kurslar verilmektedir.

Kültür hizmeti olarak da ‘İrşad Dergisi’ni

sizlerle paylaşmaktayız. Bütün bu

programlar, kurslar ve de ikramlar herkese

açık ve ücretsizdir.

İstikameti İslam, rehberi Muhammed-i

Mustafa olana Allah muvaffakiyet nasip

eder. Onlardan olabilmek duasıyla…

Page 38: TT HHAAKKTIIRR - Mevlanaarsiv.mevlana.org.tr/doc/irsad/2013/irsad.kutludogum-2013.pdf · BETÜL SAYGINER Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Kuran’ı Kerim’inde “O gün, Rahman

Kültür merkezimizde sema, ney, ilahi ve bendir kursları

ÜCRETSİZ olarak verilmektedir.

Bayanların kurslarının yer ve zamanları şöyledir.

Cuma gecesi saat 18.15-19.45,

Cumartesi günleri saat 11.15-12.45 arası TASAVVUF VAKFI binasında kurs

verilmektedir.

Perşembe günü saat 13.00-15.00, Cumartesi ve Pazar günleri de 10.00-12.00

saatleri arasında KARABAŞ-İ VELİ KÜLTÜR MERKEZİ’nde kurs

verilmektedir. Mail adresi: [email protected]

Çarşamba günleri 13.45-16.30,

Çarşamba akşamları (çalışanlara) 18.30-20.00,

Cumartesi (çocuklara) 10.30-12.30 saatleri arasında TASAVVUF VAKFI binasında kurs verilmektedir.

Cumartesi günleri saat 12.45-13.30 arasında TASAVVUF VAKFI binasında

kurs verilmektedir.

TASAVVUF VAKFI ADRES

Tayakadın mah. Bahçe sk. Gül apt. No: 42 (Gazcılar caddesi) Osmangazi / BURSA

KARABAŞ-İ VELİ KÜLTÜR MERKEZİ ADRES

İbrahim Paşa cad. Çardak sk. No:2 (Heykel/Kız lisesinin üstü) Osmangazi / BURSA Telefon: 0(224) 222 03 85

Mail adresi: [email protected]

http://mevlana.org.tr/

KKAARRAABBAAŞŞ--İİ VVEELLİİ KKÜÜLLTTÜÜRR MMEERRKKEEZZİİNNDDEEKKİİ BBAAYYAANNLLAARRAA VVEE EERRKKEEKKLLEERREE YYÖÖNNEELLİİKK KKUURRSSLLAARR