� w C) z w :ı:
FRiEDRiCH ENGELS
1 Ludwig Feuerbach •
� ve Klasil< Alman ! Felsefesinin Sonu )> (") :ı: < m :;ıı;; > U> :;ıı;; )> ' :5: )> z , m , . U> m , m U> z z U> o z c
CJ YAYlNLARI
LUDWIG FEUERBACH VE
KLASiK ALMAN FELSEFESİNİN SONU
FRlEDRlCH ENGELS
ÜÇÜNCÜ BASKI
LUDWIG FEUERBACH VE
KLASİK ALMAN FELSEFESİNİN SONU1
FR1EDR1CH ENGELS
ÇEVIREN SEVİM BELL1
Friedrich Engels'in Ludwig Feuerbach und
der Ausgang der klassiseken deutschen Philosophie ( 1888) adlı yapıtını, Sevim Belli
, Fransızcasından (Ludwig Feuerbach et lafinde la philosophie classique Allemande,
Editions Sociales, Paris 1968) dilimize çevirmiş ve kitap İngilizce baslosıyla
(Ludwig Feuerbach and End ofClassical German Philosophy, Progress Publishers, Moscow)
karşılaştınldıktan sonra, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu
adı ile, Sol Yayınları
tarafından, Mayıs 1992
(Birinci Baslo: Ocak 1976; tkinci Baskı: Eylül 1979) tarihinde,
Ankara' da, Şahin Matbaası' nda bastınlmıştır.
ISBN 975-7399-01-9
7 Ön söz
İÇİNDEKlLER
lO Hegel'den Feuerbach'a 20 Idealizm ve Materyalizm 3 1 Feuerbach'ta Din Felsefesi ve TörebiJim 40 Diyalektik Materyalizm
EKLER 59-67
61 � ·,orbach Üzerine Tezler, Karl Marx 64 "F_ ,rbach"tan Yayınlanmamış Bir Parça, Friedrich Engels
69 • "::hiayu:ı Notlar 73 Adlar Dizini
FRIEDRICH ENGELS
Bilimsel sosyalizmin Marx ilc birlikte kurucusu Friedrich Engels, 28 Kasım ı820'dc Almanya'nın Barmen kentinde doğdu. Babası bir pamuklu dokuma fabrikatörüydü. ı837'de babasının zoruyla okulu bırakarak onun işinde çalışmaya başladı. ı844 Eylülü nde, Paris'te Marx'la tanıştı. ı847'de Londra'da bir Komü nistler Birli� kurulmasıyla sonuçlanacak çabalara Brüksel ve Paris'tcn katıldı. Almanya'daki ı848 Devrimi sırasında, Marx'la birlikte Köln'e geçti ve ayaklanmalara katıldı. ı864'te Uluslararası Emekçiler Dcrnc�'nin (Enternasyonal) kuruluş çalışmalarında yer aldı ve yürütme organına girdi. Marx'ın ölümünden sonra uluslara!"ası işçi hareketinin manevi önderi ve en
yüksek otoritesi oldu. 5 Ağustos ı895'te Londra'da öldü.
Yazılış sırasıyla haşlıca yapıtları şunlardır: Die Lage der arbeitenden Klasse in England, ı845 <lngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu); Die heilige Fanıilie, -Marx ilc-, ı845 (Kutsal Aile); Die deutsche ldeologie, -Marx ile-, ı845-ı846 [ı932] (Alman Jdeolajiııi); Grundsatze des Konınıunismus, ı847 (Komilnizmin ilkeleri); Manifest der kommunistü;chen Partei, -Marx ile-, ı848 (Komilnist Parti Manifestosu); Der deutsche Bauernkrieg, ı850 <Almanya'da Köylü Sava,ı); Ret•olution and Counter-revolution in Germany in 1848, ı85 ı (Almanya'da Devrim ve Karpı-Devrim); Zur Wohnungsfra· ge, ı872 [ı878] (Konut Sorunu); Dialektik der Natur, ı873-ı886 11925] (Dotanın Diyalektili); Anti-Dilhring, 1876-1878 <Anti-Dilhring); Socialisme utopique et sociali.�nıe scientifique, 1880 (0topik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm); Der Ursprung der Familie des Privateigentums und des Staats, ı884 (Ailenin (>zel Malkiyelin ve Devletin Kökeni); Ludwig Feuerhach und der Au.�gang der klasi.�schen deutschen Philosophie, ı886 (Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu); Die Rol/e der Gewalt in der Geschü:hte, 1887-ı888 (ı895-ı896] (Tarihte Zorun Rolil); Zur Kritik des sozialdenıokratiBchen Prgrammentwurfs, ı89ı (Erfurt Progra-
mının Ele,tirisi). Marx ve Engels'in tüm yapıtlan 4 ı cilttc toplanmıştır.
ÖN SÖZ
MARX, 1859'da Berlin'de yayınlanan, Ekonomi Politigin Eleştirisine Katkı 'nın "Önsöz"ünde, her ikimizin, 1845'te Brüksel'de, "Alman felsefesinin ideolojik anlayışı ile bizim görüş tarzımız [özellikle Marx tarafından işlenen materyalist tarih anlayışı sözkonusu idi] arasındaki uzlaşmaz karşıtlı� ortaya koymaya" nasıl karar verdigimize deginir: "bu, gerçekte, bizim geçmişteki felsefi bilincimizle hesaplaşmamızdı. Bu planımız, Hegel-sonrası felsefenin bir eleştirisi biçiminde gerçekleşti. Elyazması, formalar halinde, iki cilt olarak, Vestfalya'daki yayınevi sahibinin elindeydi ki, yeni gelişmelerin, yapıtın basılmasını olanaksız kıldıgını ögt'endik .. Biz, görüşleTimizi açıkhg-a kavuşturmak olan başlıca amacımıza vardıg"ımız için, elyazmasını2 farelerin kemirici eleştirisine seve seve terkettik."*
O dönemden beri, kırk yıldan fazla bir zaman geçti, ve
7
ikimizden biri yeniden bu konuya dönme 'fırsatını bulamadan Marx öldü. Hegel ile olan ilişkilerimiz konusunda çeşitli nedenlerle düşüncelerimizi açıkladık, ama bu açıklamalar, h içbir yerde sorunu tamamlayıp, konuyu kapatıcı nitelikte degildi. Hiçbir zaman Feuerbach konusuna yeniden deginmedik, bununla birlikte Feuerbach, pek çok bakımdan hegelci fel sefe ile bizim anlayışımız arasmda bir ara halka i di .
Bu arada, Marx'ın dünya anlayışı, Almanya'nın ve Avrupa'nın sınırlannın çok ötelerinde ve dünyanın bütün uygar dil lerinde yandaşlar buldu. Ote yandan, klasik Alman felsefesi , şimdi , yabancı ülkelerde bir yeniden doguş yaşamaktadır, özellikle İngiltere, İskandinavya ve hatta Almanya'da, öyle görünüyor ki, insanlar, oralarda üniversitelerde felsefe diye sunulan degişik sistemlerden alınmış ögelerden meydana gelen, alıcı bulamayan popüler kitaplardan usanınaya başlıyor.
Durum böyle olunca, Hegel felsefesi ile ilişkilerimiz konusunda, bizim nasıl bu felsefeden çıktıgımız ve nasıl ondan ayrıldıgımız üzerine kısa ve sistematik bir inceleme yazısı gitgide bana daha zorunlu göründü. Ve aynı şekilde, bana öyle geldi ki, yerimizi bulmadan önceki kaynaşma dönemimizde, Feuerbach'm, Hegel-sonrası herhangi başka bir filozoftan daha fazla üzerimizde etkil i oldugunu tamamen tesl im ederek bir onur borcunu da ödemek zorundaydık. Onun için, Neue Zeit gazetesinin yazı kurulunun, Starcke'nin Feuerbach konusundaki kitabı üzerine bir eleştiri yazmaını i stemekle bana verdigi fırsatı kaçırmadım. Çalışmam, bu derginin 1886 yıl ında çıkan 4 ve 5. fasiküllerinde yayınlandı ve gözden geçirildikten sonra burada yeniden ayn bir baskı olarak çıkıyor.
Bu satırları baskıya yollamadan önce, eski 1845-1846 elyazmasını yeniden çıkardım ve bir kez daha baktım. Feuerbach üzerine olan bölüm bitiri lmemiş. Kaleme alınan kı sım, ancak bizim o zamanki ekonomik tarih konusundaki bilgilerimizin ne kadar eksik oldugunu tamtlayan bir materyalist tarih anlayışı açıklamasından ibaret. Burada Feuerbach ögretisinin bile eleştirisi bulunmadıgı için, şimdiki amacım bakımından elyazmasından yararalanamazdım. Buna karşılık,
* Karl Marx, Ekonomi Politigirı Eleştirı��ine Katkı, Sol Yayınları, Ankara 1979, s. 27.- Ed.
8
Marx'ın eski bir defterinde, burada ek olarak yayınlanan, Feuerbach üzerine onbir tezi yeniden buldum. Bunlar, sonradan işlenrnek üzere çabucak kağıt üzerine çiziktirilivermiş, hiç de baskı için hazırlanmış olmayan yalın notlardır, ama yeni dünya anlayışının dahiyane tohumunun atılmış olduğı.ı ilk belge olarak ölçülemeyecek bir deger taşıyorlar.
Londra, 21 Şuhat 1888
9
BIR
HEGEL'DEN FEUERBACH'A
BU yapıt,* bizi, zaman içinde bizden bir kuşaklık bir arayla ayrılan, ama bugün Almanya'da yaşamakta olan kuşak için, sanki yüzyıl öncesinin tarihini taşıyormuşçasına yabancı olan bir döneme götürüyor. Ama gene de bu dönemde Almanya'nın 1848 devrimine hazırlanışı çagı yaşandı: o zamandan beri bizde bütün olup bitenler 1848'in bir devamından, yalnızca devrimin vasiyetinin yerine getirilmesinden başka bir şey degildir.
Tıpkı 18. yüzyılda Fransa'da oldugu gibi, 19. yüzyılda Almanya'da da, felsefedeki devrim siyasal çöküşü de hazırladı. Ama ne büyük farklılık bu ikisi arasındaki! Fransızlar, bütün resmi bilime karşı, Kiliseye karşı, hatta sık sık devlete karşı, açık savaşım halindeydiler, yapıtları sınırlann ötesinde, Hollanda'da, İngiltere'de basılıyor, kendileri ikide-bir Eastille'de hapsedilme tehdidi altında bulunuyorlardı. Al-
.. C. N. Starcke, Lu.dwig Feu.erbach, Stuttgart, Fcrd. Encke, 1HH5. Ed.
10
manlarda ise, tersine, gençlig-in hocalan, devlet tarafından atanan profesörlerdi, yapıtlan ög-Tetim elkitaplan olarak tanınıyordu, ve bütün gelişmeyi taçlandıran sistem, Hegel'in sistemi, şu ya da bu biçimde Prusya krallıgının devlet felsefesi katına yükselmişti! Bu profesörlerin ardına, onların bilgiç ve karanlık sözlerinin ardına, onların agır ve sıkıcı uzun uzun tümeelerinin içine bir devrimin gizlenebilmesi mümkün müydü? O sıralar devrimin temsilcileri olarak görülen adamlar, liberaller, insanların kafalarını karıştıran bu felsefenin en amansız düşmanları degiller miydi? Ama ne hükümetin, ne liberallerin göremedigini, en azından, bir adam, daha 1833'te gördü, ve bu, Hen ri Heine'den3 başkası degildi.
Bir örnek alalım. Hiçbir felsefi sav, Hegel'in ünlü "Gerçek olan her şey ussaldır, ussal (rationnel) olan her şey gerçektir"* savı kadar, yeteneksiz hükümetlerde bu denli şükran duyguları ve onlardan daha az yeteneksiz olmayan liberallerde de bu denli öfke uyandırmamıştı. Bu, açıkça, var olan her şeyin kutlulaştırılması, despotlugun, polis devletinin, keyfi adaletin, sansürün onaylanması degil miydi? İşte böyle yorumladı bunu Friedrich Wilhelm III, onunla birlikte de uyrukları. Oysa, Hegel'e göre elbette, varolan her şey, hiç de başka bir kayıt olmaksızın gerçek degildir. Gerçeklik sanı, Hegel'de, ancak, aynı zamanda zorunlu olana aittir, "gerçeklik açılıp ortaya çıkışında zorunluluk olarak kendini ortaya koyar"; onun için Hegel, ne olursa olsun her türlü hükümet önlemini -bizzat Hegel "belli bir vergi düzenlemesi" örneginden sözeder- gerçek saymaz. Ama zorunlu olan, son aşamada, aynı şekilde ussal oldugunu da gösterir, ve o zamanın Prusya devletine uygulanınca, Hegel'in savı, bu devlet, zorunlu olduğu ölçüde ussaldır, usa tekabül eder anlamından başka bir anlama gelmez; bununla birlikte, bu devlet bize kötü görünüyorsa ve kötü oldugu halde gene de varolmakta devam ediyorsa, bu hükümetin kötü niteligi, kanıtını ve açıklamasını, uyrukların buna kötü düşen niteliğinde bulur. O zamanın Prusyalıları layık oldukları hükümete sahiptiler.
Oysa, Hegel'e göre, gerçeklik, hiçbir şekilde, herhangi bir siyasal ya da toplumsal duruma, her koşulda ve her zaman
* Gcorg Wilhelm Fredrich Hcgcl, "Encyclopadic dcr philosophischcn Wisscnschaflen im Grundrissc. Erster Thcil. Die Logik", Werke, Bd. 6. Berlin 1840. -Ed.
11
yüklenebilen bir san ( attribut) değildir. Tam tersine. Roma Cumhuriyeti gerçekti, ama onun yerini alan Roma İmparatorluğu da aynı şekilde gerçekti. 1 789'da Fransız monarşisi, o kadar gerçek-dışı, yani tüm zorunluluktan yoksun, o kadar usa aykırı olmuştu ki, Hegel'in her zaman büyük bir coşku ile sözünü ettigi Büyük Devrim tarafından yıkılmalıydı. Bunun sonucu olarak, burada, monarşi gerçek-dışı, devrim ise gerçek olandır. Ve böylece, gelişmesi sırasında, daha önce gerçek olan her şey gerçek-dışı olur, zorunluluğunu yitirir, varolma hakkını ussallıgını yitirir; cançekişen gerçeklig-in yerini, yeni ve yaşayabilir bir gerçeklik alır; ve bu eger eski, savaşım vermeden ölüme gidecek kadar usçul olursa barışçıl yolla, yok eger zorunluluga karşı direnirse zor yoluyla olur. Ve böylece Hegel'in savı, gene hegelci diyalektiğin oyunuyla kendi karşıtma döner: insan tarihi alanında gerçek olan her şey, zamanla, usa aykırı olur, demek ki, gelecek, yazgısı geregi, daha önceden usa aykırıdır, önceden usa aykırılıkla lekelenmiştir; ve insanların kafasında ussal olan ne varsa gerçek olmaya adaydır, görünüşe göre varolan gerçeklikle ne kadar çelişik olursa olsun. Her gerçek olanın ussallıgı savı hegelci düşünme yönteminin tüm kuralları ile uyum içinde şu başka sava dönüşür: Varolan her şey, yok olmayı hakeder.*
Ama Hegel felsefesinin asıl anlamı ve devrimci niteliği (burada Kant'tan beri süregelen hareketin sonucu olarak Hegel felsefesinin bu yönüyle sınırlı kalmak zorundayız) insan düşüncesinin ve insan eyleminin bütün sonuçlannın son ve kesin olma niteligine artık kesin olarak son vermesindedir. Felsefede kabul edilmesi sözkonusu olan gerçek, Hegel'de, bir kere keşfedildikten sonra artık yalnızca ezbere ögrenilmesi gereken bir dogmatik ilkeler derınesi degildi artık; gerçek, bundan böyle, bizzat biliş sürecinin içinde, sözde bir mutlak gerçegin bulunuşu ile artık daha öteye gidilemeyen, ulaşılan mutlak gerçek karşısında kolları kavuşturup agzı açık seyretmekten başka yapacak bir şey bulunmayan bir noktaya hiçbir zaman varmaksızın bilginin alt basamaklarından gittikçe daha üst basarnaklarına yükselen bilimin uzun tarihsel gelişmesinde yatıyordu. Ve felsefi bilgi alanın-
* Grethc, Faust, Erster Teil, Studicrzimmer. - Ed.
da böyle olan bütün öteki bilgi ve pratik eylem alanlarında da böyleydi.
Bilgi kadar tarih de, insanlığın ülküsel olarak eksiksiz bir durumu içinde son ve kesin tamamlanışa varamaz; eksiksiz bir toplum, eksiksiz bir "devlet", ancak imgelernde (muhayyilede) var olabilen şeylerdir; tam tersine, tarih içinde ardarda birbirini izleyen durumlar, insan toplumunun aşağıdan yukanya doğru giden sonsuz gelişmesi içinde ancak geçici birer aşamadırlar. Her aşama zorunludur ve bu yüzden de çağına göre ve kökenini borçlu oldugu koşullara göre meşrudur; ama bu aşamanın kendi bağrında yavaş yavaş gelişen daha üst düzeydeki yeni koşullann karşısında hükümsüz ve haksız olur; daha üst düzeyde bir aşamaya yer vermesi gerekir, ki bu yeni aşama da sırası gelince gerıleme ve ölme devresine girer. Nasıl burjuvazi, geniş-ölçekli sanayi, rekabet ve dünya pazarı aracılığıyla, pratik içinde, bütün eski, dayanıklı ve saygın kurumları bozup yokederse, aynı şekilde bu diyalektik felsefe de, bütün sona!, mutlak gerçek kavramlarını ve bu gerçeğe uygun düşen insanlığın mutlak durumları kavramlarını geçersizleştirir. Bu diyalektik felsefe karşısında hiçbir şey sona], mutlak, kutsal değildir; bu felsefe her şeyin geÇici karakterini, ve her şeydeki geçici karakteri ortaya çıkanr, ve onun karşısında, kesintisiz oluş ve yok oluş sürecinden, daha aşağıdakinden daha yukandakine sonsuz çıkış sürecinden başka hiçbir şey yürürlükte kalamaz, o kendisi de bu sürecin düşünen beyindeki yansısından başka bir şey değildir. Şurası da doğrudur ki, onun bir de tutucu yanı vardır; o, bilginin ve toplumun gelişmesinin belli aşamalarının kendi çağianna ve kendi koşullarına göre meşruluğunu kabul eder; ama daha ileri gitmez, bu görüş tarzının tutuculuğu görelidir, onun devriınci .niteliği ise mutlaktır - zaten hüküm sürmesine izin verdiği tek mutlak olan da budur.
Burada, bu görüş tarzının doğabilimin bugünkü durumu ile tam bir uyum içinde bulunup bulunmadığı sorusunu tartışınanın gereği yoktur: doğabilim yeryüzünün kendi varlığı konusunda mümkün olabilecek bir sonun önceden görülmesini sağlarsa da, buna karşılık yeryüzünün oturulabilirliğine ilişkin oldukça kesin bir sonu önceden söyleyebilmekte ve bu yüzden de insanlık tarihine yalnız yükselen bir soy dalı değil, ama aynı zamanda aşağı doğru inen bir soy dalı da ver-
13
mektedir. Herhalde, insanlık tarihinin inişe geçeceği dönüm noktasından henüz oldukça uzakta bulunuyoruz ve Hegel felsefesinden, çagında, dogabilimin henüz gündemine almadıgı bir konu ile ugraşmasını isteyemeyiz.
Ama şunu söyleyebiliriz, ki, aslında, yukarıda gösterilmiş olan gelişme, Hegel'de burada gösterildigi kesinlikte değildir. Bu gelişme, onun yönteminin zorunlu bir sonucudur, ama Hegel'in kendisi bu sonucu hiçbir zaman bu kadar açık seçik olarak çıkarmamıştır. Ve bu, salt, Hegel'in bir sistem kurmak zorunda olması yüzünden, ve bir felsefe sisteminin de geleneksel gerekiere göre her ne biçimde olursa olsun mutlak gerçek sonucuna varmak zorunda olması yüzündendir. Demek ki, Hegel, özellikle Mantık'ında, bu öncesiz ve sonrasız gerçeğin, mantıksal, ya da tarihsel, sürecin kendisinden başka bir şey olmadığını ne kadar kuvvetle ifade ederse etsin, gene de kesinlikle bir yerde sisteminin sonuna varması gerektiği için, kendisini, bu sürece bir son vermek zorunda görüyor. Kendisi de, Mantık'ta, bu sonu yeniden bir başlangıç yapabilir; şu anlamda ki, burada sonuncu nokta, mutlak Fikir (İdea) -zaten bu da, Hegel'in, onun hakkında bize söyleyecek hiçbir şeyi olmadığı için mutlaktır- "yabancılaşır", yani dogaya dönüşür ve daha sonra tinde (esprit ), yani düşüncede ve tarihte kendi kendine geri döner. Ama, bütün felsefenin sonunda, böyle başlangıç noktasına geri gelişin ancak bir tek yolu vardır; o da tarihin ereginin, insanlığın kesinlikle bu mutlak Fikrin bilgisine varmasında yattığını varsaymak ve bu mutlak Fikir bilgisine Hegel'in, felsefesinde ulaşılmış oldugunu açıklamaktır. Ama bununla Hegel'in sisteminin, bütün dogmatik içerigi mutlak gerçek olarak ilan edilmiş olur, bu dogmatik içerik Hegel'in dogmatik olan ne varsa hepsini geçersizleştiren diyalektik yöntemi ile çelişki halindedir, bu yüzdı!n Hegel'in ögretisinin devrimci yanı, onun tutucu yanının ağırlıgı altında ezilip bogulmuştur. Ve felsefi bilişe uygulanabilir olan, tarihsel pratige de uygulanabilirdir. Hegel'in kişiliğinde, mutlak Fikri hazırlayıp işlerneyi başaran insanlık, pratikte, bu mutlak Fikri gerçege geçirebilecek durumda olmalıdır. Dolayısıyla mutlak Fikrin çagdaşlarının karşısına çıkardığı pratik siyasal gerekIiiikierin gözü fazla yükseklerde olmamalıdır. Ve işte böylece, Hukuk Felsefesi'nin sonunda şunu buluyoruz: mutlak
14
Fikrin, Friedrich-Wilhelm lll'ün başanya ulaşmaksızın, uyruklarına inatla vaadettigi4 şu temsili monarşide, yani o zamanki Almanya'nın küçük-buıjuva koşuHanna uyarlanmış rnülk sahibi sınıfların dolayh, sınırlı ve ılımh bir egemenliginde gerçekleşmelidir; bu da, ayrıca, soylulugun zorunlulugunu bize kurgusal olarak tanıtlamak için elverişli bir durumdur.
Demek ki, sistemin iç zorunlulukları, kendi başlarına derinligine devrimci olan bir düşünme yönteminin niye çok ılımlı bir siyasal sonuç ürettigini açıklamaya yetiyor. Zaten bu sonucun özgül biçimi Hegel'in Alman olmasından ve kafasının arkasında, tıpkı çağdaşı Grethe gibi bir parça darkafalı saçörgüsü sananmasından geliyordu. Goothe de, Hegel de, herbiri kendi alanında, Olimposlu Zeus idiler, ama ne biri ne de öteki, hiçbir zaman Alman darkafalılığından tamamıyla sıyrılamadı.
Bununla birlikte, bütün bunlar, Hegel sisteminin, kendisinden önceki herhangi başka bir sistemden kıyaslanamayacak kadar daha geniş bir alanı kucaklamasına ve bu alanda bugün bile hala insanı şaşırtan bir düşünce zenginlig-i geliştirmesine engel olmadı. Tinin Görüngübilimi (ki buna, tinin embriyoloji ve paleontolojisininin bir paraleli denilebilirdi: insan bilincinin tarihsel olarak geçtigi evrelerin kısaca yeni bir kopyası olarak kavranılan bireysel bilincin geçirdigi değişik evreler boyunca gelişmesi) Mantık, Doga Felsefesi, Tin Felsefesi, bu sonuncusu kendi içinde tarihsel alt bölümler halinde işlenmiştir: Tarih, Hukuk, Din Felsefeleri, Felsefe Tarihi, Estetik vb. - bütün bu degişik tarihsel alanlarda, Hegel, gelişmenin iletken telinin varlığını bulmaya ve tanıtlamaya çalışır ve o, yalnızca yaratıcı bir deha olmayıp aynı zamanda derin ansiklopedik bilgiye sahip bir adam oldugundan bütün bu alanlarda çağ-açıcı bir rol oynamıştır. Besbelli ki, bir "sistem" zorunlulugu sonucu, o, küçük çaplı hasımlannın üzerine bugün hala gürültü kopardıkları zorlama yapılara başvurmak zorunda kalır. Ama bu yapılar, onun yapıtının ane cak çerçevesi ve iskelesidirler; boş yere bu yapılar üzerinde durulmayıp, güçlü yapı içersinde daha derinlere dalınırsa, orada, bugün bile bütün değerlerini koruyan sayısız hazineler bulunur. Bütün filozoflarda "sistem" kesinlikle geçici olandır, çünkü o, insan aklının hiç de geçici olmayan bir ge-
15
reksinmesinden, yani bütün çelişkilerin üzerinden aşmak gereksinmesinden ortaya çıkar. Ama bütün bu çelişkiler kesin olarak ortadan kaldınldı mı sözde mutlak gerçege vanrız: dünya tarihi sonuna varmış bitmiştir, bununla birlikte her ne kadar artık yapacak bir şeyi kalmamışsa da, gene de devam etmesi gerekir: dolayısıyla çözümlenmesi olanaksız yeni bir çelişki ortaya çıkar. Böyle konulunca, felsefenin ödevinin, ancak bütün insanlığın ileriye dogru gelişmesi içinde yapabilecegini tek başına bir filozofun gerçekleştirmesini istemekten başka bir anlama gelmedigini anlar anlamaz- hiç kimse bunu anlamada bize Hegel'den daha çok yardım etmemiştir - evet bunu anladığımız zaman, sözcüge şimdiye degin verilen anlamda bütün felsefenin de işi bitmiş olur. Artık bu yoldan ve h�rhangi bir kimsenin tek başına ulaşması olanaksız olan her türlü "mutlak gerçek"ten vazgeçilir, ve bunun yerine diyalektik düşüncenin yardımıyla, pozitif bilimler ve bu bilimlerin sonuçlannın sentezi yoluyla ulaşılabilir göreli gerçeklerin ardına düşülür. Felsefenin genel olarak sona erişi Hegel iledir; gerçekten, o, sisteminde, bir yandan felsefenin tüm gelişmesini en görkemli bir tarzda özetlerken, öte yandan bilincinde olmasa da, sistemler labirentinden çıkıp, dünyanın gerçek, pozitif bilgisine götüren yolu bize gösterdi.
Hegel'in bu sisteminin, Almanya'nın felsefe kokan havası üzerinde ne denli büyük bir etki yapacagını anlamak güç degilidir. Bu, on yıllarca süren ve Hegel'in ölüm'üyle bile hiç duraklamayan görkemli bir yürüyüş oldu. Tam tersine "Hegel hayranlığı" Hegel'e karşı olanlara bile azçok bulaşarak, özellikle 1830- 1840 yılları arasında hüküm sürdü. Ve işte kesinlikle bu dönemdedir ki, hegelci görüşler, bilerek ya da bilmeyerek, en degişik bilimiere en geniş biçimde geçerek yaylldı ve ortalama "kültürlü" bilincin zihinsel besinini sagladıgl gündelik yazma ve günlük basına bile işledi. Ama bütün çizgi boyunca gerçekleşen bu zafer bir iç savaşımın ön belirtisinden başka bir şey degildi.
Hegel'in ögretisi bir bütün olarak alındığında, daha önce de gördük, çok farklı tarafların pratik görüşlerini koyabileceginiz oldukça geniş boşluklar bırakıyordu; ve o zamanki teorik Alınanya'da, her şeyden önce iki şey pratikti: din ve siyaset. Daha çok Hegel'in sistemi üzerinde duran bir kimse, bu iki alanda da oldukça tutucu olabiliyordu; buna karşıhk, di-
16
yalektik yö.rıtemi esas alan ise, dinde olduğu kadar siyasette de en aşırı muhalefete katılabiliyordu. Hegel'in kendisi de, yapıtlannda -sık sık rastlanan devrimci öfke patlarnalarına karşın, sonunda tutucu yana daha çok eg-ilir görünüyordu. Sistemi, Hegel'e "güç bir kafa çalışması" bakımından, yöntem inden daha pahalıya malolmamış mıdır? 1830-1840 yıllarının sonlarına dog-Tu, hegelci okuldaki bölünme, gitgide daha belirgin olarak kendini gösterdi. Sol-kanat, yani "gençhegelciler" denilenler, pietist tarikatından kuralcı protestanl ara ve feodal gericilere karşı savaşımlarında, o zamana de- . g-in ög-Tetilerine devletin hoşgörü ve hatta koruyuculuğunu sag-lamış olan, günün canalıcı sorunlan karşısında aynı zam anda hem felsefi hem de kibarca ölçülülüg-ü yavaş yavaş bıraktılar; ve 1840'ta, Friedrich Wilhelm IV ile birlikte kuralcı sofuluk ve mutlakiyetçi feodal gericilik tahta çıktıg-ı zam an, açıkça yan tutmak artık kaçınılmaz oldu. Savaşım, gene felsefi silahlarla yürütülmeye devam edildi, ama artık bu kez soyut felsefi amaçlar ug-Tuna deg-il; şimdi dog-Tudan geleneksel dinin ve m evcut devletin yıkılınası sözkonusu idi. Ve Alman Yıllıkları 'nda5 pratik sona] amaçlar, çoğunluğuyla hala bir felsefi kılık biçiminde görünüyor idiyse de, gençhegeleHer okulu 1 842 yıl ının Rheinischen Zeitung'unda yükselen radikal buıjuvazinin felsefesi olarak kendini açıkça ortaya koydu ve ondan sonra felsefi maskesini, ancak sansürü kaldırmak için kullandı.
Ama o dönemde siyaset güçlüklerle dolu bir alan oldugundan başlıca savaşım dine karşı yürütüldü. Bu savaşım, öte yandan, dolaylı da olsa, özellikle 1840'dan bu yana, siyasal savaşım degil miydi? İlk çıkışı, lsa'nın Yaşamı ( 1835)6 ile Strauss yapmıştı . Daha sonra, Bruno Bauer, ıncildeki bir dizi anlatının, bizzat onları anlatanlar tarafından uydurulmuş olduklannı ortaya koyarak, bu yapıtta, İncildeki mitlerin meydana gelişi üzerine geliştirilen teoriye karşı çıktı. Bu iki akım arasındaki savaşım "özbilinç" ile "töz" arasındaki çatışm a gibi bir felsefi örtü altında yürütüldü. İncil 'in tansıklı öykülerinin, gelenekler yoluyla bilinçsiz olarak topluluğun bagrında mitlerin biçimlenmesinden mi dogduğu, yoksa havarilerin kendilerince mi uyduruldukları sorunu, şişirile şişirile, dünya tarihinin kesin devindirİcİ gücünü oluşturan şeyin "töz" mü, yoksa "özbilinç" mi olduğu sorunu haline getirildi.
17
Ve, en sonu, bugünkü anarşizmin yalvacı -Bakunin ona çok şey borçludur- Stimer geldi ve kendi egemen "ego"su ile egemen "özbilinç"ini aştı. 7
Hegel okulunun parçalanma- sürecinin bu yönü üzerinde fazla durmayacagtz. Bizim için daha önemli olan şudur: en kararlı genç-hegelcilerin çogunlugu pozitif dine karşı savaşımlarının pratik zorunluluklan yüzünden İngiliz-Fransız materyalizmine geri sürüklendiler. Ve burada kendi okullarının sistemi ile çatışma haline girdiler. Materyalizm, dogayı, tek gerçeklik olarak kabul ederken, Hegel'in sisteminde doga, mutlak Fikrin yabancı laşmasından, denebilir ki Fikrin bir alçalmasıridan başka bir şey degildir; her durumda düşünme ve onun ürünü Fikir, burada önde gelen başat öge, doga ise, kısacası, ancak Fikrin alçakgönüllülügü sayesinde var olan, ondan türemiş bir ögedir. Ve bu çelişki içinde iyi kötü debelenip duruldu.
İşte o sıradadır ki Feuerbach'ın Hıristiyanlıgın Özü adlı kitabı çıktı. Kitap, bir çırpıda, materyalizmi, içtenlikle yeniden tahta çıkararak, bu çelişkiyi toz etti . Doga her türlü felsefeden bagtmsız olarak vardır ; doga, biz insanlann , doganın ürünleri olan bizlerin üzerinde büyüdügümüz temeldir; doganın ve insanın dışında hiçbirşey yoktur, ve bizim dinsel imgelemimizin yarattıgt üstün varlıklar bizim kendi özvarhgtmızın hayali yansısıdırlar ancak. Büyü bozulmuştu; "sistem" parçalanmış ve bir kenara atılmıştı, çelişki çözümlenmişti, çünkü yalnız imgelernde vardı. Bu kitap hakkında bir fikir edinmek için, onun özgür kılıcı etkisini bizzat yaşamış olmak gerekir. Coşku herkesi sardı: biz hepimiz, birden bire "foyerbahçı" olduk. Kutsal Aile'yi okurken , Marx'ın yeni görüş tarzını nasıl bir coşkuyla selamladıgt ve -bütün eleştirici kayıtlarına karşın- ondan ne derecede etkilendigi görülebilir.
Kitabın kusurlarının bile anındaki başansına katkısı oldu. Kitabın yazılmış oldugu edebi ve hatta yer yer abartmalı stil, ona büyük bir okur kitlesi sagladı, ve her ne olursa olsun , kitap, bu uzun, soyut ve çapraşık Hegel tutkunlugu yıllarından sonra bir canlılık kaynagt idi. "Saf akıl"ın dayanılmaz duruma gelen egemenlig-i karşısında, kendini haklı gösteremese de hiç degilse kendini bagtşlatan, sevginin aşırı ölçüde ululaştırılması için de aynı şey söylenebilir. Ama şunu
18
unutmayalım: 1844'ten bu yana "egitim li" Almanya üzerinde bir salgın gibi ya}'llarak bilimsel bilginin yerini süslü sözlerle, üretimin ekonomik dönüşümü yoluyla proletaryanın kurtuluşunun yerini "sevgi" yoluyla insanlıgın özgürlüge kavuşmasıyla dolduran, kısacası, B. Karl Grün'ün en tipik temsilcisi oldugu bu yazın ve mide bulandıran bu duygusal lafazanlık içinde kaybolan "gerçek sosyalizm", kesinlikle, Feuerbach'ın bu iki zaafına baglanır.
Şunu da unutmamak gerekir ki, hegelci okul çözülme halinde idiyse de, eleştiri, hegelci felsefenin üstesinden gelememişti. Strauss ve Bauer, herbiri, hegelci felsefenin bir yönünü alıyor ve poJemik biçiminde birbirlerine karşı kullanıyorlardı. Feuerbach ise bütünüyle sistemi parçaladı ve tam bir yalınlıkla bir yana bıraktı. Ama bir felsefenin yanlışlıgını i lan etmekle yetinerek, onun üstesinden gelinmiş olmaz. Ve Hegel felsefesi kadar güçlü bir yapıt, U'lusun düşünsel gelişmesi üzerinde bu kadar büyük bir etki yapmış olan bir yapıt, safça ve açıkça bilmemezlikten gelinerek baştan savılamazdı. Onun anladıgı anlamda onu "aşmak", yani eleştirel yolla onun kabugunu kırmak, ama onunla kazanılan yeni içerigi kurtarmak gerekirdi. Daha ilerde bunun nasıl yapıldıgını göreceg"iz.
Ama bu arada, 1848 devrimi, Feuerbach'ın Hegel'e gösterdigi aynı umursamazlıkla her türlü felsefeyi bir yana attı. Ve bu yüzden Feuerbach'ın kendisi de arka plana itildi .
19
nu
İDEALİZM VE MATERYALİZM
HER felsefenin ve özellikle modern felsefenin büyük temel sorunu,_ düşü.!}ç�nin varlık ile ilişkisi sorunudur. İnsanlar, kendi bedenlerinin yapısı konusunda tam·blrl)llgisizlik içinde ve düşlerindeki görüntülerin* dürtüsü altmda bulunduklan en eski zamanlardan beri kendi düşünceleri ile duyumlarmm kendi öz bedenlerinin bir eylemi olmadıgı, ama bu bede:ı.de oturan ve ölüm anında bu bedenden aynlan ayrı bir ruhun işi oldugu düşüncesine varmışlardır - bu andan
* Bugün bile yabanıllarda ve aşağı harbarlarda, düşlerinde kendilerine görünen i nsan biçimlerinin, bir an için kendi bedenlerinden aynlmış bulunan ruhlar olduklan yolundaki anlayış hüküm sürmektedir. Bu nun içindir ki, gerçek insan, düşteki görüntüsünün bu düşleri görenlere karşı işlediği eylemlerden sorumlu tutulur. Örneğin, lmthum, 1884'te Guyan yerlilerinde bunu saptamıştır.s
20
sonra da bu ruhun dış dünya ile ilişkileri üzerine kendilerine birtakım fikirler yaratmak gerekmiştir. Eger, ölüm anında, bu ruh bedenden ayrılıyor ve kendi yaşamını sürdürüyorsa, ona ayrı özel bir ölüm yakıştırmak için hiçbir neden yoktu; ve böylece gelişmenin o aşamasında, hiç de bir avunma gibi degil , ama tersine, kendisine, karşı elden hiçbir şey gelmeyen bir yazgı, hatta sık sık, özellikle Yunanlı larda, gerçek bir kötü yazgı, bir felaket gibi görünen ruhun ölümsüzlügü fikri dogdu. Dinsel avunç istegi degil de, bedenin ölümünden sonra bir kez varhgı kabul edilmiş bulunan bu ruhun ne yapacagı konusundaki genel bilisizlikten ortaya çıkan bu şüphe, genel olarak, kişisel ölümsüzlügün o cansıkıcı anlayışına yolaçtı. Buna tamamıyla benzer bir biçimde, doga güçlerinin kişileştirilmesiyledir ki, dinin dahı;ı sonraki gel işmesi sırasında, gitgide daha dünya-dışı bir biçim alan, en sonu bir soyutlama sürecinin, diyebilirim ki, hemen hemen zihinsel gelişme boyunca varlık kazanan bir damıtma sürecinin sonucunda, azçok sınırlı güçte ve birbirlerine karşı sınırlayıcı olan sayısız tannlar insaniann zihninde, tektanrılı dinlerin tek başına bir tek tanrı fikrini yaratıncaya degin, ilk tanrılar dogdular.
Düşüncenin varlıga, tinin dogaya ilişkisi sorununun, bütün felsefenin bu en yüksek sorununun kökleri, tıpkı her dinde oldugu gibi, yabanıllık çaginın kısıtlı ve biJisiz kavrayışlarındandır. Ama bu sorun, ancak Avrupa toplumu, hıri stiyan ortaçagın uzun kış uykusundan uyandıgı zaman bütün kesinligiyle konabilir ve ancak o zaman bütün anlamını kazanabilirdi. Ayrıca ortaçagın skolastiginde büyük bir rol oynamış olan düşüncenin varhga göre durumu sorunu, tinin m i yoksa doganın mı, hangisinin esas öge oldugu sorunu, bu sorun, kilise bakımından, şu keskin biçimi aldı : dünya Tanrı tarafından mı yaratılmıştır, yoksa bütün öncesizlik boyunca var mı idi?
Bu soruyu yanıtlayışlanna göre filozoflar iki büyük kampa ayrılıyorlardı . Tinin dogaya göre önce gelme özelligini ileri sürenler ve buna göre de, son aşamada, ne cinsten olursa olsun dünya için bir yaratılmayı kabul edenler -bu yaratıl ma çok kez, fi lozoflarda, örnegin Hegel'de, hıristiyanlıkta oldugundan çok daha karmaşık ve çok daha. olanaksızdırbunlar, idealizm kampını oluşturuyorlardı. Otekiler, dogayı
21
esas öge sayanlar ise materyalizmin degişik okullannda yer alıyorlardı.
Başlangıçta, iki deyim : idealizm ve materyalizm, bundan başka bir anlama gelmiyordu, biz de, burada, onları başka bir anlamda kullanmayacagız. Eger bu iki deyime başka anl amlar yüklenirse nasıl bir kanşıklık dogacagını aşagıda görecegiz.
Ama düşüncenin varlıkla ilişkisi sorununun bir başka yönü daha vardır: bizim çevremizdeki dünya hakkındaki düşüncelerimiz ile bizzat bu dünya arasmda nasıl bir bagıntı vardır? Bizim düşüncemiz gerçek dünyayı bilebilecek durumda mıdır? Gerçek dünyaya deggin tasanmlannıızda ve kavramlanmızda gerçeklig-in dog-Tu bir yansısını verebilir miyiz? Bu soru, felsefe dilinde düşünce ile varlıgın özdeşligi sorunu diye adlandırılır ve filozofların büyük çogunlugu bu soruya olumlu biçimde yanıt verirler. Örnegin Hegel'de bu olumlu yanıt kendilig-inden ortaya çıkar; çünkü gerçek dünya üzerinde bizim bildigirniz şey, kesinlikle, onun, düşünceiçerigidir ki dünyayı mutlak Fikrin ilerleyici bir gerçekleşmesi yapar; o mutlak Fikir ki, bütün öncesizlik boyunca, dünyadan bagımsız olarak ve dünyadan önce. bir yerde var olmuştur. Ama, apaçıktır ki düşünce, daha önceden düşünceiçerik olan bir içerigi bilebilir. Gene apaçıktır ki, burada tanıtlanması gereken, örtük olarak zaten öncülün içindedir. Ama bu, Hegel'in, düşüncenin ve varlığın özdeşligi yolundaki tanıtından şu öteki vargıyı çıkarmasına engel olmuyor: onun felsefesi , kendi düşüncesine göre dogru oldugundan, bundan böyle tek dogru felsefe de odur ve düşünce ile varlığın özdeşliği, insanlığın onun felsefesini hemen teoriden pratige geçirmesi -ve tüm dünyayı hegelci ilkelere göre dönüştürmesi ile dog-rulanmalıdır. Bu da Hegel'in azçok bütün fılozoflarla paylaştığı bir yanılsamadır.
Ama daha bir dizi başka filozof da vardır ki, dünyayı bilmen in, ya da en azından dünyanın tıJ_ketici bilgisinin olanaklı olup olmadıgmı sorgularlar. Modernler arasında Hume ve Kant bunlardandır, ve bunlar, felsefenin gelişmesinde çok büyük bir rol oynamışladır. Bu görüş tarzını çürütmek üzere söyleneceklerin özü, idealist görüş açısından olanaklı oldugu ölçüde, daha önce Hegel9 tarafından söylenmiştir; Feuerbach'm materyalist açıdan buna eklediği, derin olmaktan çok
22
zekicedir. Bu fel sefi saplantının en çarpıcı çürütülmesi, bütün öteki saplantılarda olduğu gibi , pratiktir, özellikle deneyim ve sanayidir. Eger biz, dogal bir süreç hakkındaki anlayışımızın dogruluğunu, bu süreci biz kendimiz yaratarak, onu koşullarından çıkarıp varlık haline getirerek ve onu kendi amaçlarımıza hizmet ettirerek tanıtlayabiliyorsak, Kant' ın bilinemez "kendinde-şey"inin işi biter. Bitkisel ve hayvansal organizmalarda üretilen kimyasal tözler, organik kimya birbiri ardından onları birer birer yapmaya koyuluncaya kadar, böyle "kendilerinde-şeyler" olarak kaldılar; ama kimya onları yaptı mı, "kendinde-şey", bizim-için-şey haline gelir, tıpkı örnegin, artık kızılkök halinde tarlalarda yetiştirmeyip çok daha kolaylıkla daha ucuza taş kömürü katranından çıkardıgimız alizarin gibi. Kopemik'in güneş sistemi, üçyüz yıl boyunca, bir varsayım oldu; bunun üzerinde bire karşı yüz, bin, onbinle de bahse girişilse, gene de varsayımdı; ama Le Verrier, bu sistemden çıkanlan veriler yardımıyla, yalnız, bilinmeyen yeni bir gezegenin varlıginın zorunlu olduğunu degil , ama aynı zamanda bu gezegenin gökyüzünde bulunması gereken yeri hesaplayınca ve daha sonra Galle onu gerçekten bulunca10 Kopemik'in sistemi tanıtlanmış oldu. Bununla birlikte, yeni-kantçılar Almanya'da Kant'ın düşüncelerine, bilinemezciler ise İngiltere'de Hume'un düşüncelerine (bu düşünceler İngiltere'de hiçbir zaman ortadan kalkmadı) yeni bir canlılık vermeye uğraşıyorlarsa da, bu, bilimsel açıdan, bunların çok zaman önce yapılmış olan teorik çürütülmelerine oranla bir geriye gidiştir, pratikte ise materyalizmi açıktan açıga geri çevirirken, gizlice, utangaç bir biçimde kabul etmektedir.
Ama, Descartes'tan Hegel'e, Bobbes'dan Feuerbach'a giden bütün bu dönem boyunca, filozoflar, sanıldıgı gibi hiç de saf aklın gücüyle ileri itilmemişlerdir. Tersine, gerçekte onl an ileri iten şey, özellikle dogabilimdeki ve sanayideki gitgide daha coşkunlaşan büyük ilerlemedir. Materyalistlerde, bu, hemen yüzeyde kendini gösterir, ama idealist sistemler de gitgide daha çok olmak üzere materyalist bir içerik kazanmışlar ve kamutanncı (pantheiste) görüş açısından tin ile madde arasındaki aykırılıgı o şekilde uzlaştırmaya çalışmışlardır ki, Hegel 'in sistemi, yöntemine ve içerigine göre, idealist bir biçimde başüstü konulmuş bir materyalizmden başka
23
bir şey degildir. Dolayısıyla, Starcke'nin, Feuerbach'ı nitelendirirken, il
kin Feuerbach'ın düşüncenin varlıkla ilişkisi temel sorunundaki tutumunu incelemesi anlaşılabilirdir. Daha önceki filozofların, özellikle Kant'tan sonrakilerin, felsefi anlayışlarının gereksiz yere agdalı bir dille açıklandıgi; ve Hegel'in, yapıtlarından alınmış belirli pasajlara fazla biçimsel bir biçimde takılİp kalındıgindan, hakkının verilmedigi kısa bir girişten sonra, foyerbahçı metafizigin, filozofun ilgili yapıtlarının ardarda sıralanışından çıkan sonuca göre gelişmesini ayrıntılı bir biçimde açıklayan bir çalışma geliyor. Bu açıklama özenli ve açık bir biçimde yapılmış; ne yazık ki, bütün kitap gibi bu açıklama da, çok kez kaçınılması olanagı bulunan bir sürü felsefi deyimler yıginıyla doldurulmuş, öylesine işi güçleştirİcİ bir yıgin ki, yazar, hiç de tek ve aynı okulun ya da hatta Feuerbach'ın kendisinin deyiş biçimiyle yetinmeyip felsefi olmak iddiasındaki en çeşitli akımların, özellikle de bugün ortalıgı sarmış olanların deyimlerini kitabına kattıgı ölçüde büsbütün cansıkıcı bir durum alıyor.
Feuerbach'ın, gelişmesi, bir hegelcinin -dogTusunu söylemek gerekirse hiçbir zaman kurallara tam bag-h olmayan bir hegelcinin- materyalizme dogru gelişmesidir; belli bir aşamada, öncelinin idealist sistemiyle ilişkileri toptan koparroayı zorun lu kılan bir gelişmedir. Ensonu, Hegel'in "mutlak Fikir''irıin, dünyadan önce varolmasının "mantık .kategorilerin iıı ·�vrenden önceki "önvarlıgi"nın, yukarıda bir yaratıcı ınanemın gerçeksiz bir kalıntısından başka bir şey olmadıgı ; duyularla algılanabilir maddi dünyanın, bizim de bir parçası oldugumuz bu maddi dünyanın tek gerçeklik oldugu; ve bize ne kadar yüce görünürlerse görünsünler bilincimizin ve düşüncemizin, maddi , bedensel bir organın, beynin ürünlerinden başka bir şey olmadıkları kavrayışı, karşı durulmaz bir güçle kendisini ona kabul ettiriyor. Madde, tinin bir ürünü degildir, ama tinin kendisi maddenin en üstün ürününden başka bir şey degildir.* İşte bu, elbette ki , salt materyalizmdir. Bu noktaya gelince, Feuerbach birdenbire duruyor. Otedenberi süregelen , maddeye deg-il ama materyalizm sözcüg-ü- . ne il işkin felsefi önyargıyı aşamıyor. Şöyle diyor:
• Bkz: Anti-Dühring, 127-128, 129, 541. - Ed.
24
"Materyalizm, bana göre, insan özünün ve bilgisinin yapısının temelidir; ama bana göre, bir fizyologa, sözcügün dar anlamında bir dogacıya, örnegin Moleschott'a, göre oldugu gibi ve onların özel ve mesleki görüş açılanndan zorunlu olarak görüldügü gibi, bu yapının kendisi degildir. Ben, geride baştan sona materyalizmle aynı görüşteyim, ama ileride degil . " *
Feuerbach , burada, madde ile tin arasındaki ilişkileri anlamanın belirli bir tarzına dayanan genel dünya anlayışı olarak materyalizm ile, bu dünya anlayışının belirli bir tarihsel evrede, yani 18. yüzyılda, ifade edilmiş oldugu özel biçimi birbirine kanştırıyor. Dahası, materyalizmi, 18. yüzyıl materyalizminin bugün dogabilimcilerin ve doktorların kafalarında varlıgını sürdüren ve Büchner, Vogt ve Moleschott'un 1 850-1860 yı1larında ortalıga yaydıkları kaba, sıg biçimi ile karıştınyor. Ama, nasıl idealizm bütün bir dizi gelişme evrelerinden geçmişse, materyalizm de geçmiştir. Materyalizm, doga bilimleri alanında çag açan her yeni buluş ile kaçınılmaz olarak biçimini degiştirmek zorundadır; ve tarihin kendisi de materyalist bir yoruma tabi tutulalı beri burada da yeni bir gelişme yolu açılmaktadır.
Geçtigirniz yüzyıl ın materyalizmi her şeyden çok mekanikçi idi, çünkü bu çagda, bütün doga bilimleri arasında yalnız mekanik ve henüz ancak -yeryüzündeki ve gökyüzündeki- katı cisimlerin mekanigi , kısaca, yerçekimi mekanigi, belli bir olgunlaşma durumuna ulaşmıştı. Kimya, henüz çocuksu, filoji stik biçimiyle vardı. 11 Biyoloji, henüz kundaktan çıkmamıştı ; bitkisel ve hayvansal organizmalar ancak kabaca incelenebilmişti ve ancak salt mekanik nedenlerle açıklanıyorlardı; Dercartes için hayvan nasıl bir makine ise, 18. yüzyılın materyalistlerine göre de insan öyle bir makineydi. Mekanik yasalann da elbette ki işledig-i, etkili oldugu, ama daha üst sıradan yasalarca daha geri plana atıldıkları kimyasal ve organik yapıdaki olaylara da yalnız tek başına mekanigin uygulanması, klasik Fransız materyalizminin özgül, ama o dönem için kaçınılmaz da;·hklarından biridir.
• Engels, Feuerbach'ın özdeyişlerinden alıntılan Karl Grün'ün şu kitabı üzerinden yapıyor: Ludwig F!!uerbach in seinem Briefwechsel und Nachclass sowie in seiner Philosopischen Charakterentwicklurıg, Bd. 2, Leipzig ve Heidelbcrg 1874. - Ed.
25
Bu materyalizmin ikinci özgül darlıgı , evreni bir süreç olarak, kesintisiz tarihsel gelişme yolunda bir madde olarak kavramadaki yetersizligidir. Bu, o çagda doga bilimlerinin ulaşmış olduklan düzeye ve bu dog-a bilimlerine baglı olan metafizik, yani anti-diyalektik felsefe tarzına uygun düşüyordu. Doganın aralıksız sürüp giden bir hareket içinde oldug-u biliniyordu. Ama, çagın fikirlerine göre, bu hareket, gene aynı şekilde aralıksız sürüp giden bir çember çiziyordu ve bu yüzden de hiç ilerlemiyordu; daima aynı sonuçları veriyordu. Bu görüş tarzı o zaman için kaçınılmazdı. Güneş sisteminin oluşumunun kantçı kuramı henüz formüle edilmişti ve ancak basit bir merak konusu gibi kabul ediliyordu. Yeryüzünün evriminin tarihi, jeoloji, henüz hiç bilinmiyordu ve bugünkü canlı varlıkların, yalından karmaşıga dogru evrim gösteren uzun bir dizinin sonucu olduklan düşüncesi, o zaman bilimsel olarak konamıyordu. Bu durumda, tarihsel olmayan doga anlayışı kaçınılmazdı. Bu anlayışla Hegel'de de ka.rşılaşıldıgına göre, 18. yüzyıl filozoflan bu yüzden o kadar kınanamaz. Hegel'de, doga, Fikrin yalın bir "yabancılaşması" olarak, zaman içinde hiçbir gelişmeye yetenekli degildir, yalnızca çoklug-unu uzay içinde açıp yayma olanal!Jna sahiptir, öyle ki, içerdigi bütün gelişme derecelerini eşanlı olarak ve birbiri yanısıra yayıp serer ve hep aynı süreçleri aralıksız durmadan yinelemeye mahkum bulunur. Ve işte uzay içinde, ama zamanın -her türlü gelişmenin temel koşulunun- dışında bir gelişme saçmalıg-ını, Hegel, dog-aya dayatıyor, üstelik jeolojinin , embriyolojinin, bitkisel ve hayvan sal fizyolojinin, organik kimyanın gelişmekte oldugu ve bu yeni bilimlerin temeli üzerinde daha sonra gelecek olan evrim teorisinin deha dolu önsezilerinin, her yanda (örnegin Goothe ve Lamarck'ta ) görünmekte oldug-u bir zamanda. Ama sistem bunun böyle olmasını gerektiriyorrlu ve yöntem, sistem aşkma, kendi kendine ihanet etmek zorundaydı.
Tarihe aykın bu görüş, tarih alanında da geçerl iydi. Burada, ortaçal!Jn kalıntılarına karşı savaşım, görüşü sımsıkı sınırlandınyordu. Ortaçag, tarihin, bin yıllık genel barbarlık tarafından basit bir kesintiye uwatılması sayılıyordu; ortaçag-aki büyük ilerlemeler -Avrupa'da uygarlık alanının genişlemesi , orada uzun ömürlü, yaşama şansı olan ulusların yanyana oluşması , son olarak 14. ve 15. yüzyılın büyük tek-
26
nik ilerlemeleri- bütün bunlardan hiçbiri göze görünmüyordu. Oysa, böyle yapmakla, büyük tarih zincirinin us s - ' bir biçimde kavramlmasına engel olunuyorrlu ve tarih, olsa olsa, filozofların kullanımına sunulmuş bir örnekler ve belgeler açıklaması hizmetini görüyordu.
Almanya'da, 1850'den 1860'a kadar materyalizmi halka yayan seyyar satıcılar* hiçbir yönden hocalannın bu sınırlı görüş açılarım aşamadılar. O zamandan beri doga bilirnde yapılmış bütün ilerlemeler, onlara yaratıcının varlıgı inancına karşı yeni kanıtlar hizmeti görmekten başka bir işe yaram adı ; ve aslında üstlendikleri şey, hiç de teoriyi daha ileri dogru geliştirmek degildi . İdealizm etkinligini yitirmiş ve 1 848 devriminden öldürücü darbeyi yemiş idiyse de, gene de, materyalizmin bir an için daha da aşagilara düştügünü görmenin hoşnutlugunu tadabilmiştir. Feuerbach, bu materyalizmin sorumlulugunu üzerinden atmakta yerden göge hakhydı; ancak materyalizmin seyyar· vaizlerinin ögTetisi ile genel olarak materyalizmi birbirine karıştırmaya hakkı yoktu.
Bununla birlikte burada iki noktaya dikkati çekmek gerekir. Birincisi , Feuerbach'ın zamanında bile, doga bilimleri henüz yogun bir kaynaşma sürecinin tam ortasındaydı , bu süreç, ancak, son onbeş yıl içinde durulmuşluguna ve göreli bir tamamlanışa kavuştu; yeni bilgi malzemesi duyulmadık bir biçimde yıgıhp birikiyordu, ama birbirini izleyen bu yeni buluşlar kargaşası içinde sıralı bir baglantının, dolayı sıyla bir düzenin yerleşmesi ancak şu son zamanlarda olabildi. Gerçi, Feuerbach, şu üç kesin buluşa da ulaşmıştı - hücrenin bulunuşu, enerjinin dönüşümünün bulunuşu ve darvincilik adı altında bilinen evrim teorisinin bulunuşu. Ama, kır ortasında tek başına bir filozof, bilginierin kendilerinin bile o dönemde ya hala karşı çıktıkları ya da doyurucu bir biçimde kullanmasını bilmedikleri buluşların degerini takdir edecek kadar bilimdeki gelişmeleri yeterl i bir biçimde nasıl izleyebil irdi? Bunun suçu, kendilerini karış kariş aşan Feuerbach, küçük bir köyde köylüleşrnek ve tozlanıp örümceklenmek zorunda kalırken, kurnaz ve seçmeci (eclectiques ) kılı kırk yarınakla vakit geçirenlerin felsefe kürsülerine el koymalarına
* Vogt, Büchner, Molcschott. - Ed.
27
yolaçan Almanya'nın içler acısı koşullanndadır yalnızca. Demek ki, Fransız materyalizminde tek yanlı ne varsa hepsini çıkanp atan, ve o zaman artık mümkün hale gelmiş olan tarihsel doga anlayışı Feuerbach . için ulaşılmaz kaldı ise bunun kusuru onun degildir.
Ama, ikinci , olarak, Feuerbach , yalnız doga bilimleri materyalizminin "insan bilgisinin yapısının kendisini degil, bu yapının temelini" oluşturdugunu söylemekte yerden göge haklıdır. Çünkü biz , yalnızca dogada degil, aynı zamanda insan toplumu içinde yaşıyoruz, ve insan toplumunun da tıpkı doga gibi kendi gelişme tarihi ve kendi bilimi vardır. Dolayısıyla, toplumun bilimini, yani tarihsel ve felsefi denilen bil imlerin tümünü, materyalist temel ile uyumlaştırmak ve bu temele dayanarak onlan yeniden kurmak sözkonusuydu. Ama bu, Feuerbach'a nasip olmadı. Feuerbach, burada, "temel"e karşın, geleneksel idealistçe bagların tutsagı kaldı ve "ben i lerdeki degil, gerideki materyalistlerle aynı görüşteyim" derken de bunu kabul ediyordu. Ne var ki, toplumsal alanda, "ileri dogru" bir tek adım atamayan ve 1840 ya da 1844'teki görüşünü aşmayan bizzat Feuerbach oldu ve bu da, gene, özellikle onun, tecrit edilmiş durumundan ileri geldi, bu durum onu, -başka herhangi bir filozoftan çok daha fazla toplumla ilişkiler kurmak, fikir alışverişinde bulunmak için yaratılmış olan Feuerbach'ı,- kendi degerindeki in sanlarla işbirligi ya da çatışma içinde fikirler yaratacak yerde, inzivaya çekilmiş beyninden fikirler çıkartmak zorunda bıraktı. Onun ne ölçüde bu idealist alanda kaldıgını daha ileride ayrıntılarıyla görecegiz.
Burada bir de şuna dikkati çekmek yeter: Starcke, Feuerbach'ın idealizmini "olmadıgı yerde anyor. "Feuerbach idealisttir, fn sanlıgın ilerlemesine inanıyor." (s. 19. ) "Her şeyin temeli, altyapısı, gene de idealizm olarak kalıyor. Bize göre, gerçekçilik, düşüncel (ideale) egi limlerimizi izlerken yoldan sapmalara karşı bir koruma çaresinden başka bir şey degildir. Acıma, sevgi , gerçek ve hak yolunda coşku hep düşüncel güçler degiller midir?" ( s. vnı )
Bir kere, idealizmin burada, ülküsel (ideale) erekleri izlemekten başka bir anlamı yoktur. Oysa bu sonuncular, olsa olsa Kant'ın idealizmine ve onun "kesinlikli buyrultu"suna ( "categorical imperative"), girerler; oysa Kant'ın kendisi fel -
28
sefesine transendantal idealizm adını veriyordu; ve bu, Starcke'nin de anımsayacagı gibi, felsefesinin ahlaki ülkülerle de ilgilenmesinden dolayı degil, bambaşka nedenlerdeydi. Felsefi idealizmin ahlaki ülkülere, yani toplumsal ülkülere inancın çevresinde döndüg-ü boşinanı , felsefenin dışında, kendilerine gerekli birkaç felsefi kültür kırıntısını Schiller'in şiirlerinde ezberleyen Alman darkafalılarında oluşmuştur. Hiç kimse, Kant'ın güçsüz -güçsüz, çünkü olanaksızı ister, ve dolayısıyla gerçek hiçbir şeye varamaz- "kesinlikli buyrultu"sunu, özellikle, yetkin bir idealist olan Hegel'den daha keskin bir biçimde eleştirmerli ve hiç kimse, Schiller'in aşıladıgı gerçekleşmez ülkülere karşı darkafalı düşkünlügü ile Hegel'den daha acımasızca alay etmedi (örnegin, Görüngübilim 'e bakınız).
İkinci olarak, insanları harekete geçiren her şeyin -beynin aracılıgıyla duyulan bir açlık, bir susuzluk duyumu i le başlayan ve gene beynin aracılıgı i le hissedilen bir doyum duygusu ile sonuçlanan yemek yemenin ve içmenin bile- zorunlu olarak onların beyinlerinden geçmesi olgusundan kurtulamayız. Dış dünyanın insan üzerindeki etkileri onun beyninde kendilerini ifade ederler ve orada duygular, düşünceler, içgüdüler, istemler, kısacası, "düşünce! (ideale) egilimler" olarak yansırlar ve bu biçimde "düşünce) güçler" haline gelirler. Eger insanın genellikle "düşünce] egilimleri" izlemesi ve "düşünce] güçler"in kendi üzerinde etkili olmalarına izin vermesi, onun bir idealist olmasına yetiyorsa, normal olarak gelişmiş her insan, bir çeşit doguştan-idealisttir ve bu durumda nasıl olur da hala materyalistler var olabilir?
Uçüncü olarak, insanlıgın, hiç degilse şu anda, genel bir biçimde, ilerleme dogrultusunda hareket ettigi inancının, materyalizm ile idealizm arasındaki uzlaşmaz karşıthkla kesin olarak hiçbir i lgisi yoktur. Fransız materyalistleri, tıpkı deist12 Voltaire ve Rousseau kadar, hemen hemen bagnazlık derecesinde bu inançta idiler, ve hatta sık sık bu inançları uğruna büyük kişisel özverilerde bulundular. Ama, bütün yaşamını "gerçek ve hak aşkına" -söz iyi anlamında alınmıştır- adamış biri varsa, o da örneğin, Diderot olmuştur. Bu bakımdan, e{ter Starcke, bütün bunların idealizm oldugunu ileri sürerse, bu yalnız ve yalnız materyalizm sözcü{tünün oldugu gibi, bu iki yönelim arasındaki uzlaşmaz karşıtlıgın,
29
onun için her çeşit anlamını yitirdiğini tanıtlar. Gerçek şu ki, Starcke, belki bilmeyerek olsa da, burada,
materyalizm sözcüğüne karşı darkafalının önyargısına, kökenini köy papazlarının eski iftiralanndan alan bu önyargıya bagışlanmaz bir ödün vermektedir. Darkafalı, materyalizm dendiği zaman, pisbogazlık, ayyaşlık, arsızlık, ten zevkleri ile şatafatlı bir yaşam sürdürmeyi , açgözlülük, cimrilik, doymak bilmezlik, çıkar peşinde koşmayı ve borsa oyunlarını ve kendisinin gizliden gizliye kölesi oldugu bütün bu igrenç kusurları anlar; ve idealizm sözcüğünden ise, başkaları önünde göklere çıkardıgı, ama kendisi ancak her zamanki "materyalist" aşınlıklarının zorunlu sonucu olan sıkıntı dönemlerini ya da bunalımları atiatması söz konusu oldugu sürece inandıgı, erdeme, insanlıga ve genellikle "daha iyi bir dünya"ya imanı anlar ve durmadan pek sevdiği şu nakaratı yineler: "İnsan dediğin de nedir ki? Yarı-hayvan yan-melek!"
Zaten Starcke, Feuerbach'ı, halen Almanya'da filozof adı altında kurum satmakta olan ög-Tetim görevlilerinin saldırıl arına ve onların temel kurallarına karşı savunmak için büyük zahmetlere girişiyor. Bu, kuşkusuz, klasik alman felsefesinin ölümünden sonra yetim dogan bu eciş bücüş dölleri ile ilgilenenler için önemlidir; bu Starcke'nin kendisine de gerekli görünmüş olabilir. Biz, okurlarımızı böyle bir sıkıntıdan bagışlayacagız.
:w
ÜÇ
FEUERBACH'TA DiN FELSEFESi VE TÖREBiLİM
FEUERBACH'ın gerçek idealizmi, onun din felsefesini ve törebilimini ele aldıgımızda hemen kendini gösterir. O, hiçbir şekilde dini ortadan kaldırmak istemez, onu yetkinleştirrnek ister. Felsefenin kendisi de dinde soğurulmalıdır.
"İnsanlıgın geçirdigi dönemler ancak dinsel özellig-in degişiklikleriyle birbirlerinden ayırdedilirler. Ancak insan kalbinde kök salan hareketler, derin tarih sel hareketlerdir. Kalp dinin bir biçimi degildir ki, bunun için de dinin de yeri olsun ; kalp, dinin özüdür" (Starcke tarafından aktarılıyor, s. 1 68).
Din Feuerbach'a göre, şimdiye degin "gerçekliğin gerçeksiz bir yansısında -insan niteliklerinin gerçeksiz yansıları olan bir ya da bir çok tanrının aracılıgında- kendi gerçegini arayan ve şimdi artık onu dogrudan ve aracısız olarak "sen" ile "ben" arasındaki sevgide bulan, insaniann kendi aralarında sevgi ilişkisi, kalp ilişkisidir. Ve işte böylece, Feuer-
3 1
bach'ta, cinsel sevgi eninde sonunda kendi yeni din pratiginin, eger en yüksek biçimi degilse, en yüksek biçimlerinden biri haline gelir.
Oysa, insanlar arasındaki duygusal ilişkiler, özellikle iki cins arasındaki ilişkiler insanlar var oldugundan beri var olmuşlardır. Cinsel sevgi , özellikle son sekiz yüzyıl boyunca gelişti ve kendisini bu dönem boyunca, her şiirin kaçınılmaz ekseni haline getiren bir yer elde etti. Bugünkü pozitif dinler, cinsel sevginin devlet tarafından düzenlenmesine, yani evlenme yasalarına, yüce onaylarını vermekle yetindiler ve hemen yarın ortadan kalksalar, sevgi ve dostluk pratiginde en küçük bir degişiklik olmaz. İşte böylelikledir ki, hıristiyan dini, Fransa'da ı 793'ten ı 798'e kadar fiilen öylesine ortadan silinmişti ki, Napoleon'un kendisi bile dirençle, güçlüklerle karşılaşmadan onu geri getiremedi ve aradaki zaman içinde Feuerbach'ın an ladıgı anlamda dini n yerini tutacak bir şeye hiçbir gereksinme duyulmadı.
Burada, Feuerbach'ın idealizmi, cinsel sevgi, dostluk, acıma, özveri, vb. gibi karşılıklı egilimlere dayanan insanlar arası ilişkileri , Feuerbach'ın kendisine göre de geçmişe ait olan özel bir dinin ammsamaları olmaksızın ancak kendilerinde olduklan gibi düşünüp degerlendirmekten degil, tersine, bu ilişkilerin, ancak, dinin adını kullanarak kendilerine yüce bir onay verildigi anda tam degerierine ulaştıklarını ileri sürmekten ibarettir. Ona göre esas olan , salt insansal olan bu ilişkilerin var olmaları degildir, ama bunların, yeni , gerçek din gibi kavramlmalarıdır. Onlar, ancak, dinin damgasım yedikleri zaman tam degerierine sahip olmalıdırlar. Din (religion) latince re ligare l baglamak, birleştirmek 1 sözünden gelir ve ilk anlamıyla birlik demektir. Buna göre iki insan arasındaki her birlik bir dindir. İşte bunlar, idealist felsefenin en son �ıgınagı, sözcük ki,ikenine ilişkin hokkabazhk oyunlarıdır. Ustün gelmesi gereken, sözcügün gerçek kullanımının tarihsel evrimine göre ne anlama geldigi degil, ama kaynaksal kökenine göre ne anlama gelmesi gerektigidir. Ve işte böylece, idealistçe amsı o kadar degerli olan din sözcügü, özellikle dilden yitip gitmesin diye, cinsel sevgi ve cinsel birlik, bir "din" mertebesine yükseltilmişlerdir. İşte tastamam böyle açıkhyorlardı düşüncelerini ı840 ile ı850 arası, Louis Blanc egilimli Parisli reformistler: dinsiz bir insanı ancak bir
32
canavar gibi tasanmlayabiliyorlardı ve bize "Done l 'atheisme, c'est votre religion!"* diyorlardı. Feuerbach, esas olarak materyalist bir doga anlayışı temeli üzerine gerçek bir din oturtmak isterse, bu, gerçekte, modern kimyayı sanki gerçek simya imiş gibi kavramakla aynı kapıya çıkar. Eger din, kendi Tanrısından geçebilirse, simya da kendi simya taşından geçebilir. Zaten simya ile din arasında çok sıkı bir bag vardır. Simya taşının hemen hemen tanrısal pek çok özellig-i vardır, ve İsa'dan sonra ilk iki yüzyılın Yunan-Mısır simyacıl annın, Kopp ve Berthelot'nun sagladıklan verilerin de tanıtladığı gibi, hıristiyan ögTetisinin hazırlanışında payları vardır.
Feuerbach'ın "insanlığın dönemlerinin ancak dinsel degişiklerle birbirlerinden ayırdedildikleri" yolundaki iddiası tamamıyla yanlıştır. Dinsel degişimler ancak, şimdiye kadar var olmuş üç büyük dünya dini, budizm, hıristiyanlık, müslümanlık sözkonusu oldugunda, tarihin büyük dönümnoktalarına eşlik etmişlerdir. Dogal bir biçimde oluşmuş olan eski kabile ve ulus dinlerinin hiçbir yayılma egilimleri yoktu, ve kabilelerio ve ulusların bağımsızlıgma son verildigi zaman bütün direnme yeteneklerini yitiriyorlardı: Cermenlerde, gerileme döneminde olan Roma İmparatorlugu ile ve bu imparatorlugun henüz benimsedigi ve kendi ekonomik, siyasal ve ideolojik durumuna uyarlanmış olan evrensel h ıristiyan dini ile basit bir temas, buna yetiyordu. Ancak, az çok Y�:'':'Ha bir biçimde doğınuş olan büyük evrensel dinler için, özellikle hıristiyanlık ve müslümanlık içindir ki, genel tarihsel hareketlerin dinsel bir damga taşıdıklarını gözlemliyoruz, ve hatta hıristiyanlık alanında bile bu dinsel damga, gerçekten evrensel önemde devrimler için, 13. ve 1 7 . yüzyıll ar arasında burjuvazinin özgürleşme savaşımının ilk evreleriyle sınırlıdır. Ve Feuerbach'ın sandığı gibi insan kalbiyle ve din gereksinmesiyle açıklanamaz, kesinlikle dinden ve tanrıbilimden başka ideoloji hiçimlerini tanımayan ortaçağın daha önceki tüm tarihi ile açıklanır. Bununla birlikte, 18. yüzyılda burjuvazi de sınıf görüşüne uygun kendi öz ideolojisine sahip olacak kadar güçlendigi zaman, yalnız hukuksal ve siyasal fikirlere başvurarak, din ile ancak kendisi için bir engel oldugu ölçüde ilgilenerek, kendi büyük ve kesin devri-
* "'Öyleyse sizin dininiz de tanntanımazlık!"' - ç.
33
mini, Fransız Devrimini yaptı. Ama eskisinin yerine yeni bir din koymaktan iyice sakındı; Robespierre'in bunda nasıl yenilgiye ug-Tadıgı bilinir.
Diger in sanlarla ilişkilerimizde salt insanca duygular duymamız olanagı, daha şimdiden içinde yaşamak zorunda oldugumuz, uzlaşmaz karşıtlık ve sınıf egemenligi üzerine kurulu toplum tarafından zaten yeterince bozulmuştur; bu duyguları bir din düzeyine yükselterek daha da fazla bozmarnızıp hiçbir nedeni yoktur. Ve aynı şekilde, halen özellikle Almanya'da geçerli olan tarih yazma tarzıyla, tarihteki büyük sınıf savaşırnlarını kavramamıza zaten yeterince gölge düşürülmüştür, bir de sınıflar savaşımını din tarihinin basit bir eklentisi haline dönüştürerek bu kavrayışın büsbütün olanaksız kılınınasma hiç gerek yoktur. Daha bu noktada, bugün artık Feuerbach'tan ne kadar uzaklaşmış oldugumuz ortaya çıkıyor. Onun, bu yeni sevgi dinini kutlamaya ayrılmış olan "en güzel pasajları" bugün artık büsbütün okunamaz olmuştur.
Feuerbach'ın ciddi bir biçimde inceledigi tek din, tek tanrıhlık üzerinde kurulu, hıristiyanlıktır, Batının dinidir. O, hıristiyan Tanrısınm, fantastik insanın bir imgesi, bir yansısı oldugunu gösteriyor. Ama bu Tanrı uzun bir soyutlama sürecinin ürününün kendisi, daha önceki kabile ve ulusların sayısız tannlarının özünün özüdür. Ve bu nedenle, imgesi bu tanrıdan ooşka bir şey olmayan insan da, gerçek bir in san degildir, o <la pek çok sayıda gerçek insanın özünün özüdür, soyut insandır, bu nedenle de o da zihinsel bir imgedir. Her sayfasında duyulardan gelen haziara düşkünlügü vaaz eden, somuta, gerçeklige gömülmeye çagiran aynı Feuerbach , insanlar arasındaki salt cinsel ilişkilerden başka ilişkilerden sözetmeye sıra geldi mi, baştan aşagı soyut olur.
Bu ilişkiler, ona ancak bir tek yönleriyle görünürler: ahlak. Ve bu noktada gene, Feuerbach'ın, Hegel'e oranla şaşırtıcı kısırlıgı karşısında donakalıyoruz. Hegel'in törebilimi ya da ahlak ög-Tetisi , hukuk felsefesidir ve 1. soyut hukuku; 2. öznel ahlakı; 3. nesnel ahlakı içerir, bu sonuncusu da kendi içinde aile, sivil toplum ve devletten olmuştur. Biçimi ne kadar idealistse, içerigi o kadar gerçekçidir. Ahiakın yanısıra bütün hukuk, ekonomi ve siyaset alanı, burada biraraya topl anmıştır. Feuerbach'ta bunun tam tersidir. Biçim bakımın-
34
dan o, gerçekçidir, hareket noktası olarak insanı alır: ama bu insanın içinde yaşadıgı dünya kesinlikle söz konusu deg-ildir, onun için de bu insan, din fel sefesinde uzun, tumturaklı sözler söyleyecek o hep aynı soyut insan olarak kalır. Çünkü bu insan anasının karnından dog-mamıştır, tek tanrılı dinlerin tanrısından meydana çıkmıştır, demek ki, tarihsel olarak oluşmuş, belirlenmiş gerçek bir dünyada da yaşamaz; öteki insanlarla pekalii ilişki içindedir, ama bu öteki insanların herbiri onun kadar soyuttur. Din felsefesinde, hiç deg-ilse, henüz kadınlar ve erkekler vardı, ama törebiliminde, bu son ayrım da ortadan kaybolur. Dog-rusunu isterseniz, Feuerbach'ta uzun aralarla şu. cinsten tümcelerle karşılaşılır: "Bir sarayda başka türlü düşünülür, bir kulübede başka türlü." - "Eger açlık, yoksulluk yüzünden bedeninde besleyici bir şey yoksa, kafanda, usunda, kalbinde ahlak için besleyici bir şey yoktur." - "Siyasetin bizim dinimiz olması gerekir",* vb . . Ama Feuerbach bu s:.:::-:ıerden ne yapacagını hiç bilmez, bunlar onda basit bir söyleyiş l i çimi olarak kalırlar ve Starcke bile, siyasetin, Feuerbach için aşıimaz bir sınır ve "topl umbilimin onun için terra incognita** oldugunu" itiraf etmek zorunda kalır.
Feuerbach, iyi ile kötü arasındaki çatışkıyı işleyiş biçiminde de, Hegel ile karşılaştınldıgında, daha az sıg görünmüyor bize. Hegel şöyle yazıyor: "İnsan dogal olarak iyidir dendigi zaman büyük bir gerçegin dile getirildig-i sanılıyor, ama onutuluyor ki, insan dogal olarak kötüdür dendiginde daha büyük bir gerçek dile getirilmektedir."*** Hegel'de, kötü, tarihsel gelişmenin devindirici gücünün kendini ortaya koyuş biçimidir. Ve, dog-rusu istenirse, bu türncenin ikili bir anlamı vardır, şöyle ki, bir yandan her yeni ilerleme, zorunlu olarak, kutsal olan bir şeye karşı büyük bir suç, gerileyip son bulma yolunda olan ama alışkan lık la kutsanmış şeylerin es-
, ki durumuna karşı bir başkaldın ı ı ; ı o ! : ırak görünür; öt� yan-• E ngels, Ludwig Feuerbach'ın şu üç yapıt ı ndan alıntı yapıyor: W ider
den Duali.smus von Leib und Seele, Fleisch und Geist - Noth meistert aile Gesetze und lu!p t sie au{- Orundiage der Philosophie. Nothwendigkeil einer Veranderung. - Ed.
** Bilinmez ülke. - ç. • • • Georg Wilhelm Friedrich Hegel,"Gru ndlinien dcr Philosophie des
Rechts oder Naturrecht und Staatswissenschaft im Gru ndrisse" ve "Vorlcsungen übcr die Philosophic der Religion", Werke, Bd. 8, Berlin 1833 ve Bd. 12, Berlin 1840. - Ed.
35
dan uzlaşmaz sınıfkarşıtlıklarının ortaya çıkışından beri, insanların kesinlikle kötü tutkuları, -açgözlülük, egemen olma istegi-, tarih sel gelişmenin kaldıraçları olmuşlardır, ve örnegin feodalitenin ve burjuvazinin tarihi, bunun süregelen bir tanıtından başka bir şey degildir. Oysa, bu ahlaki kötülügün tarihsel rolünü incelemek Feuerbach'ın hiç aklına gelmez. Genel olarak, tarih, onun için, içinde rahatsız oldugu, kendini güvenli hissetmedi!ti bir alandır. "Doıtadan çıkan ilkel insan yalnızca basit bir doğal varlıktı, bir insan degildi. İnsan , insanın, kültürün, tarihin bir ürünüdür."* ünlü bildirisi , bu bildiri bile, Feuerbach'ta tamamıyla kısır bir açıklama olarak kalır.
Bunun içindir ki, Feuerbach'ın ahlak konusunda bize söyledikleri son derece yetersiz şeyler olabilirler ancak. Mutluluğa doğru dürtü dogtıştandır insanda ve bu yüzden de bütün ahlakın temelini oluşturmalıdır. Ama mutluluğa doğru dürtü ikili bir düzelticiye tabidir. Birincisi, davranışlanmızın doıtal sonuçlanndan dolayı: sarhoşlugu baş ağrısı, alı şkanlık ha-lini almış aşırılığı hastalık izler. İkincisi, davranışl arımızın toplumsal sonuçlarından dolayı : eıter biz, başkalarının aynı mutluluk dürtülerine saygı göstermezsek onlar kendilerini savunurlar ve bu savunmalan ile bizim kendi mutluluk dürtümüzü rahatsız ederler. Bundan çıkan sonuca göre, kendi dürtümüzü tatmin etmek için, kendi davranışlarımızın sonuçlarını adil bir biçimde deıterlendirecek durumda olmamız, öte yandan da, sözkonusu bu aynı dürtüyü başkaları için de kabul edecek durumda olmamız gerekir. Başkalarıyla olan ilişkilerimizde kendi kendimize koydugumuz ussal sınırlama ve sevgi -hep sevgi !- demek ki, Feuerbach'ın ahlakının temel kurallarını oluşturur ve bütün öteki kurallar bunlardan çıkar. Ve ne Feuerbach'ın en ustaca yapılmış açıklamaları , ne de Stracke'nin en büyük övgüleri, bu birkaç türncenin zavallılııtını ve sııtlığını örtemez.
Eıter birey sırf kendi kendisiyle uıtraşıyorsa, mutluluk dürtüsü, ancak çok ayrıksın durumlarda tatmin olunur ve bunun ne kendine, ne de başkasına yararı olur. Tersine, bu eıtilim , dış dünya ile ilişkileri ve tatmin olma araçlarını ge-
* Ludwig Feuerbach, "Fragmcntc zur Charakteristik mcincs philosop· hischcn Curriculu m vitae", Sanınıtliche Werke, Bd. 2. Leipzig 1846. - Ed.
rektirir, dolayısıyla da, besin gerektirir, karşı cinsten bir bireyi, kitapları, karşılıklı konuşmaları, tartışmaları, eylemde bulunmayı, tüketim nesnelerini ve çalışmayı gerektirir. Feuerbach'ın ahlakı, ya bu tatmin araç ve nesnelerinin her insana birden verilmiş olduklarını varsayar, ya da bu ahlak, insana, yalnızca uygulanması olanaksız iyi bir ders verir, dolayısıyla bu araçlardan yoksun olanlar için beş para etmez. Ve Feuerbach'ın kendisinin kupkuru açıkladıgı da budur: "Bir sarayda başka türlü düşünülür, bir kulübede başka türlü. Eger açlık, yoksulluk yüzünden bedeninde besleyici bir şey yoksa, kafanda, usunda, kalbinde de ahlak için besleyici bir şey yoktur."*
Başkaları için de mutluluk dürtüsü hakkının eşitlig-i sözkonusu oldngunda, işler daha mı iyi görünür? Feuerbach bu hak istemini mutlak bir biçimde, her çagda ve bütün koşullarda geçerli olarak koyar. Ama bu istem ne zamandan beri üstün gelmektedir? Acaba, antikçagda köleler ile efendilerin , ortaçagda serller i le baronların mutluluk dürtüsü hakkının eşitlig-i hiç sözkonusu olmuş mudur? Ezilen sınıfın mutluluk dürtüsü her zaman acımasızcasına ve "yasa uyarınca" egemen sınıfın mutluluk dürtüsüne feda edilmemiş midir? Evet, denecektir, bu ahlaka aykırı idi, ama şimdi hakların eşitlig-i tanınmıştır. Burjuvazi, feodaliteye karşı savaşımında ve kapitalist üretimin gelişme seyri sırasında, kendini, bütün kast ayrıcalıklarını, yani bütün kişisel ayrıcalıkları yıkmak ve ilkin bireyin özel hukuk, sonra yavaş yavaş medeni hukuk olmak üzere hukuksal bakımdan eşitligini getirmek zorunda hissettiginden beri ve böyle hissettigi için, sözde tanınmıştır. Ama mutluluk dürtüsü, manevi haklarla ancak sınırlı ölçü� de, maddi araçlarla ise en büyük ölçüde süregider. Oysa kapitalist üretim, eşit haklardan yararlanan kişilerin büyük çogunlugunun, ancak geçinmek için gerekli şeyleri elde etmesine dikkat eder ve dolayısıyla çogunlugun mutluluk dürtüsü hakkının eşit.ligine, köleci ya da feodal toplumun gösterdigi saygıdan, eger gerçekten daha fazlasını gösterirse, bu pek az bir fazladır. Ya durum, mutlulugun zihinsel araçlar'ı , kültür araçları bakımından daha mı iyidir? Sadowa okulu
"' Engels, Ludwig Fcuerbach'ın şu yapıtlarından alıntı yapıyor: Wider den Dualismus von Leib und See/e, Fleisch und Geist - Noth meistert allc Gesetze und he bt sie au{. - Ed.
37
ögretmeninin kendisi bi1e, bir efsane degil midir?13 Ama dahası var. Foyerbahçı ahlak teorisine göre hisse
senedi borsası ahiakın en yüce tapınaltJdır . . . ancak her zaman dogru bir biçimde oynanması koşuluyla. Eg-er benim mutluluk dürtüm beni borsaya götürüyorsa ve eg-er ben orada kendi i şlemlerimin sonuçlarını , benim için yalnız elverişli durumlar sag-layacak, hiçbir üzücü durum yaratmayacak kadar dogru bir biçimde tartıyorsam, yani sürekli olarak kazanıyorsam, Feuerbach'ın ög-üdü yerine gelmiş olur. Böyle yapmakla bir başkasının aynı mutluluk dürtüsüne de bir zarar vermiş olmam, çünkü bu başkası da benim kadar gönüllü olarak borsaya gitmiştir ve benimle birlikte borsa oyunu işini sonuca bag-larken, gene tıpkı benim gibi , kendi mutluluk dürtüsüne uyarak hareket etmiştir. Ve eg-er o, parasını kaybederse, onun eylemi, kesinlikle bu yüzden ahlaka aykırı oldugunu ortaya koyar, çünkü yanlış hesaplanmıştır, ve ben, ona hakettigi cezayı verirken, hatta gururla bir çeşit modem Rhadamante14 olmakla ög-ünebilirim. Sevgi, yalnızca duygusal bir söz olmadıltı ölçüde, borsada da hüküm sürer, çünkü her biri, kendi mutluluk egiliminin tatminini başkasında bulur. Sevginin yapması gereken şey ve pratikte kendini ortaya koyuş biçimi de bu degil midir? Eg-er ben, işlemlerimin sonuçlarına deg-gin şaşmaz bir öngörü ile, dolayısıyla başarı ile oynarsam Feuerbach ahlakının en sıkı gereklerinin hepsini yerine getiririm ve üstelik daha da zenginleşirim. Başka terimlerle söyleyecek olursak, Feuerbach ahlakı, kendisi bunu hiç istemese de, ya da bunun hiç farkında olmasa da, bugünkü kapitalist toplumun ölçülerine göre biçilmiştir.
Ama sevgi ! - Evet, sevgi , her zaman her yerde, iyilikçi, sevindirici bir tanndır ve bu tann, Feuerbach'ta, pratik yaşamın bütün güçlüklerinin üstesinden gelmeye yardım etmek durumundadır - ve bunu, birbirine taban tabana karşıt çıkarları olan sınıfıara bölünmüş bir toplumda yapacaktır. Bunun la da felsefenin devrimci niteliginin en son kahntısı da felsefeden kaybolur ve geriye artık eski tekerlerneden başka bir şPy kalmaz: Birbirinizi seviniz! - Cins ve mevki ayrıını yapmak sızın kucaklaşmız! - Evrensel banş düşü!
Ozet olarak, Feuerbach'm ahlak kuramı, bütün kendinden önce gelenler gibidir, bu kurarn da, bütün zamanlara, bütün halklara, .bütün koşullara uygulanır ve kesinlikle bu
38
yüzdendir ki, hiçbir zaman ve hiçbir yerde uygulanabilir degildir ve gerçek dünya karşısında Kant'ın kesinlikli buyrultusu kadar güçsüz kalır. Gerçekte, her sınıfın ve hatta her meslegin kendi özel ahlakı vardır, ve bu ahlakı cezalandırılm adan çi�eyebildigi yerde çi�er, ve herkesi birleştirmesi gereken sevgi, kendini savaşlarda, çatışmalarda, davalarda, karı-koca kavgalarında, boşanmalarda ve birinin öteki tarafından olabildigince sömürülmesinde ortaya koyar.
Ama nasıl olabildi de, Feuerbach'ın verdigi güçlü itki, kendisi için bu kadar kısır kaldı? Salt şu yüzden, Feuerbach, ölesiye nefret ettigi soyutlama aleminin dışına çıkamıyor ve canlı gerçegin yolunu bulamıyor. O, bütün gücü ile dogaya ve insana sımsıkı tutunur, ama doga ve insan onun için basit sözlerden ibaret kalır. Ne gerçek dünya konusunda, ne gerçek insan konusunda bize kesin olarak hiçbir şey söyleyemiyor. Oysa, Feuerbach'ın soyut insanından yaşayan gerçek insanlara, ancak bu insanlar tarih içinde eylem halinde dikkate alındıgı zaman geçilebilir. Ama Feuerbach buna yanaşmaz ve bunun içindir ki, anlamamış oldugu 1848 yıl ı , onun için ancak gerçek dünya ile kesin bir kopma ve yalnızlıga çekilme anlamına gelmiştir. Bunun sorumlulugu, bir kez daha, onu acı bir biçimde yıkıma terkeden Almanya'nın koşu11anndandır.
Ama Feuerbach'ın hiç atmamış oldugu adımın atılması kaçınılmazdıj foyerbahçı yeni dinin merkezini tutan soyut insan inanışının yerini, zorunlu olarak, gerçek insaniann ve onların tarihsel gelişmelerinin bilimi almahydı. Feuerbach' ın görüş açısının bu daha sonraki, Feuerbach'ın kendisinin de ötesindeki gelişmesini, Marx, 1845'te Kutsal Aile'de başlattı.
39
DÖRT
DİYALEKTİK MATERYALİZM
STRAUSS, Bauer, Stirner, Feuerbach, felsefe alanını terketmedikleri ölçüde, hegelci felsefenin uzantısı oldular. Strauss, lsa 'nın Yaşamı ve Dogmatik'ten* sonra artık yalnız felsefe edebiyatı yaptı ve Renan'vari din tarihi yazdı; Bauer kayda deg-er olmasına karşın yalnızca hıristiyanhg-tn kökeninin tarihi alanında bir şey yapmayı başardı ; Stirner yalnızca ilgi çekici bir tip olarak kaldı, hatta Bakunin, onu, Proudhon ile harmaniayıp bu harmana da "anarşizm" adını verdikten sonra bile. Yalnız Feuerbach, filozof olarak dikkate deg-er
• Engels, David Friedrich Strauss'un şu yapılına de�niyor: Die ehristliche Glaubenslehre in ihrer geschichtlichen Entwicklung und im Kampfe mit der modernen Wissenscha{t, Bd. 1-2, Tübingen ve Stuttgart 1840-1841; kitabın ikinci ve daha geniş bölümü şu başhgı taşıyor: "Der materiale InbegrifT der christlichen Glaubenslehre der die eigentliche Dogmatik".
40
kaldı. Ama yalnız, bütün özel bilimlerin üzerinde durdugu ve onların bir bireşimini yaptıg-ı iddia edilen bilimlerin bilimi felsefe, onun için aşılmaz bir engel, dokunulmaz bir kutsal kutu olarak kalmadı ; o kendisi de filozof olarak yolun ortasında durdu ve altı materyalist, üstü idealist oldu; Hegel'den, onu eleştirerek kurtulmayı bilemedi, basitçe işe yaramaz diye bir yana attı, oysa kendisi, Hegel sisteminin ansiklopedik zenginligtyle karşılaştınldıg-ında, şişirilmiş bir sevgi dininden, zavallı ve güçsüz bir ahlaktan başka olumlu hiçbir şey gerçekleştirmedi.
Ama, Hegel okulunun parçalanıp dag-ılmasından bir başka egilim daha çıkmıştır; gerçekten meyve veren tek egilimdir bu ve esas olarak Marx'ın adına baglıdır.*
Hegel felsefesinden kopuş, burada da materyalist görüşe dönmenin sonucudur. Bu, gerçek dünyayı , -doga ve tarihi-, kendisini, basmakalıp idealist tuhaflıklardan annmış herkese nasıl sunarsa öyle kavramaya karar verilmesi demektir; düşsel ilişkiler içinde degil, ama kendi öz ilişkileri içinde degerlendiren olgularla uyuşması olanaksız bütün idealistçe tuhaflıklann acımasızca kurban edilmesine karar verilmesidir. Ve işte materyalizmin de gerçekte bundan öte bir anlamı yoktur. Yalnız, ilk kezdir ki materyalist dünya anlayışı gerçekten ciddiye alınıyor ve tutarlı bir biçimde bilginin dikkate alınan bütün alanianna -hiç degilse genel çizgileriyle- uygulanıyordu.
Hegel basitçe bir yana konulmadı, tersine, onun yukanda açıklanan devrimci yönünden, diyalektik yöntemden yola çıkıldı. Ama bu yöntem, hegelci biçimiyle yararlanılamaz durumdaydı. Hegel'de diyalektik, kendi kendine gelişen Fikir-
• Burada kişisel bir açıklama yapınama izin verilsi n. Son zamanlarda birkaç kez bu teorinin hazırlanışındaki payım ima edildi, onu n için bu noktayı aydınlatacak birkaç söz söylemekten kendimi alakoyamam. Marx ile kırk yıllık ortak çalışınam sırasında ve ondan önce teorinin hazırlanışında oldugu kadar özellikle geliştirilmesinde de benim belli bir kişisel payım oldugunu yadsıyamam. Ama özellikle iktisat ve tarih alanında yön verici temel likirierin büyük çogunlugu ve özellikle de bu likirierin kesin ifadelendirilişleri, Marx'ın işidir. Benim teoriye katkı mı, olsa olsa birkaç özel bilgi dalı dışında, Marx, bensiz de gerçekleştirebilirdi. Ama Marx'ın yaptı�nı ben yapamazdım. Marx, bizim hepimizi aşıyordu ; Marx, hepimizden daha uza!'P, daha geniş ve daha çabuk görüyordu. Marx bir deha idi; biz ötekiler ise olsa olsa yetenekli kişiler. O olmasaydı, teori bugün bulundugu yerden çok gerilerde olurdu. Dolayısıyla teori haklı olarak onun adını taşıyor.
41
dir. Mutlak Fikir, yalnızca bütün sonsuzluk boyunca -bilinmez bir yerde- var olmakla kalmaz, ama aynı zamanda varolan bütün dünyanın yaşayan gerçek ruhudur. Mutlak Fikir, Mantık'ta uzun uzun işlenen ve hepsi de kendi içinde bulunan bütün hazırlayıcı evrelerden geçerek yeniden kendi kendine dönmek üzere geli şir. Sonra, dogaya dönüşerek "yabancılaşır", orada kendinin bilincinde olmaksızın, dogal zorunluluk kıhgına bürünmüş olarak yeni bir gelişmeden daha geçer, ve en sonu insanda özbilincine geri döner. Bu özbilinç de, mutlak Fikir, Hegel fel sefesinde tamamıyla kendi kendine dönünceye kadar, tarih içinde işlenip annır. Hegel'de, dogada ve tarihte kendini gösteren diyalektik gelişme, yani zikzak halindeki bütün hareketler ve bütün ani geri çekilmel er boyunca kendini ortaya çıkaran aşagıdan yukarıya dogru ilerlemenin nedensel zincirlenişi, demek ki, Fikrin, bütün sonsuzluk boyunca nerede oldugu bilinmeyen, ama her halde, düşünen her insan beyninden bagımsız olarak süregiden özerk hareketinin kopyasıdır (Abklatsch) ancak. İşte çıkarıhp atı lması sözkonusu olan , bu ideolojik ters-yüz olma durumuydu. Biz yeniden . beynimizin fikirlerini, onları mutlak Fikrin şu ya da bu derecede yansıları olarak, gerçek nesneler sayacag"ımız yerde, onları materyalist açıdan nesnelerin yansıları olarak kavradık. Bundan ötürü, diyalektik, dış dünya i çin oldugu kadar insan düşüncesi için de hareketin genel yasalannın -temelde özdeş olan ama ifadede birbirinden ayrılan, insan beyni onları bilinçli olarak uygulayabildigi halde, dogada ve şimdiye dek büyük bölümüyle insan tarihinde de bu yasaların yalnız bilinçsiz olarak, görünüşte sonsuz bir dizi rastlantılar içinde dış zorunluluk biçiminde kendilerine yol açmalan anlamında birbirinden aynlan iki yasa. ar dizi sinin- bilimine indirgeniyordu. Ama bu yoldan Fikrin kendisinin diyalektigi, gerçek dünyanın diyalektik hareketinin yalnızca basit bir bilinçli yansısı haline geldi ve böylelikle Hegel'in diyalektigi başı yukarıda olmak üzere dogrultuldu, ya da daha dog-ru bir deşiyle, başının üzerinde dururken yeniden ayaklan üzerine kondu. Ve yıllardan beri bizim en iyi çalışma aracımız ve en etkili silahımız olan bu materyalist diyalektik, ne dikkate deger bir şeydir ki, yalnızca bizim tarafımızdan degil , aynca bizden bag"ımsız, hatta
42
Hegel'den bile bagımsız olarak Joseph Dietzgen* adlı bir Alman işçisi tarafından yeniden bulundu.
Ama böylelikle, Hege1 felsefesinin devrimci yanı alınmış ve aynı zamanda da, Hegel'de, felsefesinin tutarlı uygulamasını önlemiş olan idealist şatafatından bu felsefe anndırı1-mıştır. Dünyanın bir tamamlanmış şeyler karmaşası olarak degi1 de, görünüşte durolmuş şeylerin, tıpkı beynimizdeki zihinsel yansıları olan kavramlar gibi kesintisiz bir oluş ve yokoluş degişmesinden geçtikleri, son olarak bütün görünüşteki rast1antı1ara ve geçici geriye dönüşlere karşın, i1er1eyici bir gelişmenin eninde sonunda belirmeye başladıgı bir süreçler .karmaşası olarak dikkate alınması gerektigi düşüncesi, - bu büyük temel düşünce öze11ik1e Hegel'den beri günlük bilince öyle derinlemesine işlemiştir ki, bu genel biçimiyle artık hemen hemen hiçbir itirazla karşılaşmaz. Ama onu sözde kabul etmekle, onu pratikte, aynntılı olarak, araştırmaya tutulan her alanda uygulamak ayrı ayn şeylerdir. Oysa araştırmada hiç şaşmadan daima bu görüş açısından yola çıkıhrsa, artık bir daha kesin çözümler ve sonsuz gerçekler isternekten kesin olarak vıızgeçilir; her zaman edinilen her bilginin zorunlu olarak sınırlı olma niteliginin ve bu bilginin, içinde, kazanılmış oldugu koşu11ara bagımlılıgının bilincinde olunur; hala geçerli olan eski metafızigin, dogru ve yanlış, iyi ve kötü, özdeş ve degişik, zorunlu ve olumsal gibi giderilemez karşıtlıklannın zorunlu etkisinden de kaçınılabilir artık; bilinir ki bu karşıtiıkiann ancak göreli bir değerleri vardır, şimdi doğru olarak tanınan şeyin gizli bir yanlış yanı da vardır ve bu, daha sonra ortaya çıkacaktır, tıpkı şimdilik yanlış tanınanın da dogru bir yanı oldugu ve bu dogru yanı yüzünden daha önce doğru sayılır oldugu gibi ; ve gene bilinir ki, zorunlu olduğu il eri sürülen şey, salt rastlantılardan meydana gelmiştir ve sözde rastlantı, zorun1u1ugun altında gizlendig-l biçimdir - ve bu böyle sürer gider.
Hegel'in "metafizik" yöntem dedigi, verilmiş ve degişmez nesneler olarak düşünülen ve şeylerin incelenmesiyle ugraşmayı yeğleyen ve kalıntıları hala zihinlere musaHat olan eski araştırma ve düşünme yönteminin doğrulugu, zamanında,
. . • Bkz: Bir Kol IŞ{itıi Tarafından Anlatılan Insanın Kafa Çalışmasının Oza, Saf ve Pratik Aklın Eleştirisi, Hambourg, Meissner, 1869.
43
tarihsel olarak ortaya çıkmıştı. Süreçleri incelemeden önce, şeyleri incelemek gerekiyordu. Bir şeyde meydana gelen degişiklikleri gözlemlerneden önce, şu ya da bu şeyin ne oldu�nu bilmek gerekiyordu. Ve bu, doga bilimlerinde böyle oldu. Şeyleri kesin biçimleriyle meydana gelmiş şeyler olarak ele alan eski metafizik, ölü ve canlı şeyleri kesin biçimleriyle meydana gelmiş olarak inceleyen bir dog"abilimin ürünü idi. Ama bu inceleme tarzı, kesin bir ilerlemenin, yani bizzat doganın bag-rında bu şeylerde meydana gelen degişmelerin sistemli bir biçimde incelenmesine geçişin olanakları yaratılıncaya kadar geliştigi zaman, i şte o anda, felsefe alanında da eski metafizigin ölüm ranları çalmaya başladı. Ve gerçekten, geçen yüzyılın sonuna dek, dog"abilim, herşeyden çok olguları toplayan bir bilim, bir tamamlanmış şeyler bilimi olmasına karşın, yüzyılımızda, temel olarak bir bölümleme (sınıflama) bilimi, bir süreçler bilimi, bu şeylerin kökeni ve gelişmesinin bilimi ve bu dog"al süreçleri bir büyük bütün halinde birbirine bag-layan baglantının bilimidir. Bitkisel ve hayvansal organizmalardaki olayları inceleyen fizyoloji, her organizmanın embriyondan , o1gun1uga kadar gelişmesini inceleyen embriyoloji , yeryü,zü yüzeyinin aşama aşama oluşmasını inceleyen jeoloji, hep yüzyıhrnızın çocuklandır lar.
Ama dog"al süreçlerin ardarda zincirienişine deg"gin bilgimizi dev adımlarla ileri götürmüş olan, özellikle üç büyük buluştur: Birincisi, her bitkisel ve hayvansal organizmanın, kendisinden başlayarak çog"alma ve farklılaşma yoluyla gel iştikleri birim olarak hücrenin bulunuşu; dolayısıyla, yalnızca bütün üst organizmaların gelişmesi ve büyümesinin tek bir tümel yasaya göre meydana geldigi tanınmakla kalınmadı, ama hücrenin dönüşme yeteneginin, organizmalann da hangi yolla türlerini degişiklig-e ugTatabildiklerini ve dolayısıyla bireysel olmaktan öte bir gelişmeyi tanıyabildiklerini gösterdigi de kabul edildi. - İkincisi, enerjinin .dönüşümünün bulunuşu: bu buluş, en başta inorganik dog"ada etkin olan bütün sözde güçlerin, mekanik kuvvetin ve tamamlayıcısı potansiyel denilen enerjinin, ısının, ışınımın (ışıyan ışık ya da ısının ), elektrigin, manyetizmin, kimyasal enerjinin hepsinin bir takım belli nice] oraniara göre birinden ötekine geçen evrensel bir hareketin degişik gösterileri olduklarını göstermiştir, öyle ki, bu enerjilerden, ortadan kalkan birinin
44
bell i bir miktarı karşıligında ötekinde bell i bir miktar yeniden ortaya çıkar ve doğanın bütün hareketi, böylece, bu, ke-· sintisiz olarak bir biçimden bir başka biçime dönüşme sü�cine indirgenir. - Ensonu, ilk kez Darwin'in yaptıgı tümü kapsayan tanıtlama, ki buna göre, halen çevremizi kuşatan bütün doğa ürünleri, insanlar da içinde olmak üzere, hepsi başlangıçta az sayıda tekhücreli tohum özünden başlayan uzun bir gelişme sürecinin ürünüdürler, ve bu tekhücrelilerin kendileri ise kimyasal yolla oluşmuş bir protaplazmadan ya da albüminimsi bir cisimden oluşmuştur.
Bu üç büyük buluşun ve doğa bilimlerindeki çok büyük Herlernelerin sayesinde, bugün, yalnızca ayrı ayn ele alınan değişik alanlardaki doğa görüngüleri arasındaki ardarda zincirleme sıralanışı değil , ama başka başka alanlar arasındaki bağlantıyı da gösterebilecek ve böylece, ampirik doğa bilimin bize sağladığı olgular yardımıyla, doğanın zincirlenişinin bir bütün halinde tablosunu hemen hemen sistematik bir biçimde sunabilecek durumdayız. Eskiden bu bütün hal inde tabloyu bize vennek, doğa felsefesi denilen şeyin işiydi. Doğa felsefesi , bu işi ancak, henüz bilinmeyen gerçek bağlantıların yerine imgesel , düşsel bağlantılar koyarak, eksik olan olgulan düşüncelerle tamamlayarak ve gerçekte var olan boşluklan ancak imgelernde daldurarak yapabiliyordu. Böyle davranırken, bu felsefe binlerce dahiyane fikirler yarattı, daha sonraki çok sayıda buluşun önsezilerini getirdi , ama bu arada, bir hayli anlamsızlıklar da üretti, başka türlü de yapamazdı. Çağımız için doyurucu bir "doğa sistemi"ne varmak için doğanın diyalektik olarak, yani kendine özgü zincirlenişi doğrultusunda incelenmesinin sonuçlarını yorumlamanın yeterli olduğu bugün ve bu zincirleme gidişin diyalektik niteliğinin kendilerini isteseler de, istemeseler de, metafizik okulda yetişmiş bilginierin beyinlerine bile kendini kabul ettirdiği bugün, doğa fel sefesi kesin olarak bir yana bırakılmıştır. Bu felsefeyi yeniden diriltmek yolund.a her türlü girişim, yalnız gereksiz olmakla kalmaz, geriye bir gidiş olur.
Ama doğa için doğru olan, bu yüzden de tarihsel bir gelişme süreci olarak kabul edilen şey, bütün dallan içinde toplum tarihi ve in sansal (ve tannsal ) şeyleri işleyen bilimlerin tümü için de doğrudur. Burada da gene, tarih, hukuk, din vb. felsefesi , olaylar arasındaki tanıUanması gereken gerçek
45
bag-Iantının yerine, filozofun beyninin türettig-l bag-Iantıyı koymaya, tarihi, bütünü içinde oldugu gibi degişik bölümlerinde de, fıkirlerin, elbette ki yalnız filozofun kendisinin gözde tuttugu fıkirlerin gitgide gelişen gerçekleşmesi olarak kavramaya dayanıyordu. Böylece, tarih, bilinçsiz, ama zorunlu olarak, önsel olarak saptanmış belli bir ülküsel erek dognıltusunda işliyordu, bu erek, örneg-in Hegel'de, kendi mutlak F'ıkrinin gerçekleşmesi idi, ve bu mutlak Fikre dognı geri dönüşü olmayan gidiş tarihsel olayiann iç zincirlenişini oluşturuyordu. Henüz bilinmeyen gerçek zincirienişin yerine böylece yeni bir -bilinçsiz ya da yavaş yavaş kendi özbilincine varan- gizemli bir Tanrı konuyordu. Öyleyse, burada da, tıpkı dog-a alanında oldugu gibi, gerçek zincirienişleri açıg-a çıkararak, yüzeysel, yapma zincirienişleri dıştalamak sözkonusuydu; bu iş de, sonu sonuna, insan toplumunun tarihinde egemen yasalar olarak kendilerini kabul ettiren genel hareket yasalarını bulmaya dayanıyordu.
Ne var ki, toplumun gelişme tarihi, bir noktada, dog-anın gelişme tarihinden temelde degişik olarak kendini ortaya koyar. Dog-ada -insanların dog-a üzerinde yaptıg-ı karşı etkiyi bir yana bıraktıg-ımız ölçüde- birbirleri üzerinde etki meydana getiren ler, yalnızca bilinçsiz ve kör etmenlerdir. ve genel yasa bu etmenlerin deg-işken oyunları içinde belirir. Bütün bu olanlardan hiçbir şey -ister yüzeyde gözlemlenebilı�n sayısız görünür rastlantılarda olsun , ister bu rastlantılarda içkin olan ve düzenlilig-i dowulayan sonal sonuçlarda olsun- bilinçl i , istenen bir erek olarak meydana gelmez. Buna karşılık, toplum tarihinde, etkin olanlar, yalnız, bilince sahip, düşünüp taşınarak ya da tutku ile hareket eden ve belirli erekleri izleyen insanlardır; hiçbir şey bilinçli bir maksat olmadan, istenen bir erek bulunmadan meydana gelmez. Ama bu ayrım, tarihsel araştırma bakımından, özellikle çag-lar ve olaylar tek başlarına ele alındıklarında ne kadar önemli olursa olsun, tarihin akışının genel iç yasalarının hükmü altında oldugu gerçeg-inde hiçbir degişiklik yapmaz. Çünkü, burada da, bütün bireyler tarafından bilinçli olarak izlenen ereklere karşın, genel bir biçimde, yüzeyde, görünüşte hüküm süren rastlantıdır. Ancak istenen erek çok seyrek olarak gerçekleşir; çogunlukla, izlenen ereklerin çogu birbirleriyle çaprazlaşır ve birbirlerine karşı dururlar, ya kendileri
46
önsel gerçekleşemez ereklerdir, ya da onları gerçekleştirecek araçlar henüz yetersizdir. Böyle oldugu içindir ki, sayısız bireysel irade ve eylemlerin çatışmaları tarihsel alanda, bilinçsiz doga alanında hüküm sürmekte olana tıpatıp benzer bir durum yaratır. Eylemlerin erekleri istenmiş ereklerdir, ama bu eylemleri gerçekten izleyen sonuçlar istenen sonuçlar degillerdir, ya da başlangıçta gene de güdülen amaca uyar gibi görünseler de, sonunda istenmiş olanlardan bambaşka sonuçlara vanrlar. Böylece tarihsel olaylar da, aynı şekilde büyük çapta rasiantıların hükmü altında görünürler. Ama rastlantı, yüzeyde oynar göründügü her yerde, daima gizli iç yasalann emri altındadır ve iş, yalnızca bu yasalan bulup ortaya koymaktır.
Insanlar, herbiri bilinçli olarak istedikleri kendi amaçlarını izleyerek, bu tarih nasıl bir biçim alırsa alsın, kendi tarihlerini yaparlar, ve işte bu başka başka dogrultularda etki yapan sayısız iradenin ve bunların dış düny�. üzerindeki çeşitli yankılannın bileşkesi, tarihi oluşturur. Oyleyse burada da önemli olan sayısız bireyin ne istedigidir. İrade, tutku ile ya da düşünme ile belirlenir. Ama, kendileri de dogrudan tutkuyu ya da düşünmeyi belirleyen araçlar çok degişik nitel iktedir. Bunlar, gerek dış nesneler, gerek ülküsel nitelikte güdüler, yani hırs, "gerçek ve adalet düşkünlügü", kişisel kin ya da her çeşitten salt kişisel hevesler olabilirler. Ama bir yandan tarih üzerinde etkili olan çok sayıda, bireysel iradenin, çogunlukla, niyedenilen sonuçlardan büsbütün başka sonuçlara -sık sık dogrudan karşıt sonuçlara- götürdüklerini , ve dolayısıyla, bunların güdülerinin , varılan sona] so�uç bakımından ancak ikincil bir önemleri oldugunu gördük. Ote yandan, bu güdülerin de arkasında gizli olan devindirİcİ güçlerin neler oldugunu ve etkin insanların beyinlerinde hangi tarihsel nedenlerin bu güdülere dönüştügünü kendi kendine sorabilir insan.
Bu soruyu, eski materyalizm hiçbir zaman ortaya koymadı. Bunun içindir ki, onun tarih anlayışı, bir tarih anlayışı oldugu ölçüde, özünde kılgıcıdır (pragmatique); her şeyi eylemin güdülerine göre yargılar, tarihsel bir etki meydana getiren insanları soylu olan ve soylu-olmayan ruhlar olarak ayırır, ve sonra da düzenli olarak soyluların hep aldandıklannı, soylu olmayanların da galip geldiklerini saptar, eski mater-
47
yalizme göre tarihin incelenmesinden hiçbir ders ahnamayacagı düşüncesi de bundan ileri gelir, ve bize göre ise, tarih alanında, eski materyalizm kendi kendisiyle uyumlu degildir, çünkü devindirİcİ güçlerin ardında ne oldugunu, devindirİcİ güçlerin kendi devindiricilerinin de neler olduklarını inceleyecegine, tarihte etkin ülküsel (ideales) devindinci güçleri son nedenler olarak alır. Tutarsızlık , ülküsel devindirİcİ güçleri tanımakta degildir, ama onların belirleyici nedenlerine kadar daha ilerilere gitmemektedir. Buna karşılık, tarih felsefesi , özellikle Hegel tarafından sunuldugu biçimiyle, görünürdeki güdülerin ve ayrıca tarihte insanların eylemlerini gerçekten belirleyen güdülerin tarihsel olayların hiç de son nedenleri olmadıklarını ve bu güdülerin gerisinde başka belirleyici güçlerin bulundugunu ve asıl bunların araştırılmasının sözkonusu oldugunu kabul eder; ama o, bunları, tarihin kendisinde araştırmaz, onları daha çok dışarıdan, felsefi ideolojiden alır, tarihe sokar. Hegel, örnegin, Eski Yunanlıların tarihini kendi öz iç zincirlenişi ile açıklayacagı yerde, kısaca, bu tarihin, "güzel kişilig'in biçimleri"nin işlenip hazırlanmasından ve "sanat yapıtı"nın sanat yapıtı olarak gerçekleşmesinden başka bir şey olmadıgını söyler.* Bu nedenle, Eski Yunanlı lar üzerine pek çok güzel ve derin şeyler söyler, ama bu, bizim, bugün, bir sözden fazla bir şey olmayan böyle bir açıklamayla artık yetinemememize engel olmaz.
Dolayısıyla, insanların tarihsel eylemlerinin güdüleri ardında - bilerek ya da bilmeyerek, belirtmek gerekir ki çok kez bilmeyerek- bulunan ve gerçekte tarihin sona] devindirİcİ güçlerini meydana getiren devindirİcİ güçleri araştırmak sözkonusu ise de, ne kadar ünlü, ne kadar sivrilmiş olurlarsa olsunlar, bireylerin güdüleri, büyük yıgınları, tümüyle halkları ve her halk içinde de bütün kitlesiyle sınıfları harekete geçiren güdüler kadar ve gen e bu geniş yıgınları geçici bir kaynaşmaya, çabucak sönen saman alevi gibi parlamaya degil de kalıcı, sürekli büyük bir tarihsel dönüşümle sonuçlanan bir eyleme götüren güdüler kadar sözkonusu olamazlar. Burada, açık ya da bulanıl< bir biçimde, dogrudan ya da ideolojik ve hatta tanrısallaştırılmış bir biçimde, eylem halindeki yıgınların ya da onların liderlerinin -büyük adam deni-
* Engels, Hegel 'in şu yazısına değiniyor: "Vorlcsungcn über die Philosophie dcr Geschichte", Werke', Bd. 9, Berlin 1837. - Ed.
48
lenler bunlardır- düşüncesinde bilinçli güdüler olarak yansıyan devindirici nedenleri aydınhga çıkarmak - işte bizi başka başka çaglarda ve başka başka ülkelerde oldugu gibi tarihin tümü üzerinde de egemen olan yasalann izi üzerine götürebilecek tek yol budur. İnsalan harekete geçiren ne varsa, hepsi zorunlu olarak onlann beyninden geçer, ama bunun beyinde alacagi biçim, koşullara çok baglıdır. İşçiler, 1 848'de, Ren bölgesinde yaptıklan gibi makineleri artık basitçe kırıp dökmüyorlar, ama o günden bu yana kapitalist m akineleşmeyle hiç de uzlaşmış degildirler.
Ama, daha önceki bütün dönem!erde, tarihin bu devindirİcİ nedenlerinin araştıniması -bag-ların ve bunların etkilerinin içiçe geçmiş olmalan durumundan ve örtülü nitelikleri yüzünden- hemen hemen olanaksız oldugu halde, çagimız, bu zincirienişleri o kadar yahnlaştırmıştır ki, bilmece çözülebilmiştir. Geniş-ölçekli sanayiin utkusundan beri, yani en azından 1815 banş antlaşmalarından bu yana, İngiltere'de bütün siyasal savaşımın, iki sınıfın, toprak aristokrasisi (landed aristocracy) ile burjuvazinin (middle class) egemenl ik iddialarının çevresinde döndüg-ü hiç kimse için bir sır degildir. Fransa'da, Burbonların geri dönüşü iledir ki , aynı olgunun bilincine vanlmıştır; Thierry'den, Guizot, Mignet, ve Thiers'e kadar, Restorasyon döneminin tarihçileri, her yerde, bunu, orta çagdan bu yana bütün Fransız tarihini anlamaya izin veren anahtar olarak gösterirler. Ve, 1830'dan beri de, i şçi sınıfı, proletarya, bu iki ül�de iktidar için savaşan bir üçüncü rakip olarak tanınmıştır. Durum o kadar yalınli:ışmıştı ki, bu üç büyük sınıfın savaşırnlarında ve onların çıkarlarının çatışmasında modern tarihin devindirici gücünü -hiç degilse bu en ileri iki ülkede- görmemek için kasıtlı olarak gözlerini kapamak gerekiyordu.
Ama bu sınıflar nasıl oluşmuştu? İlk bakışta, önceden feodal olan büyük toprak mülkiyetinin kökeni, hala -hiç degilse başlangıçta- siyasal nedenlere, zor yoluyla kendine m aletmeye atfedilebilirse de, bu, burjuvazi ve proletarya için geçerli degildi. Burada, iki büyük sınıfın kökeni ve gelişmesi, açık ve elle tutulabilir bir biçimde, salt ekonomik nedenlerden ileri gelmiş olarak görünüyordu. Ve toprak mülkiyeti ile burjuvazi arasındaki savaşımda, bir o kadar burjuvazi ile proletarya arasındaki savaşımda da, en başta ekonomik çı-
49
karların sözkonusu olduğu da besbelliydi ; siyasal iktidar, an cak bu çıkarların gerçekleşmesine basit bir araç olarak hizmet etmek durumundaydı. Burjuvazi ve proletarya, her ikisi de, ekonomik koşulların, daha doğrusu üretim tarzının dönüşümü sonucu oluşmuşlardı. Bu dönüşüm, ilkin !onca tezgah ından manüfaktüre, manüfaktürden de makineler kullanan, su buharı ile işleyen ve bu iki sınıfı geliştirmiş olan geniş-ölçekli sanayie geçiştir. Bu gelişmenin belli bir aşamasında, burjuvazi tarafından harekete geçirilen yeni üretici güçler -€n başta işbölümü ve pek çok sayıda dağınık işçilerin bir tek manüfakviır içinde biraraya toplanmaları-, bu güçler tarafından yaratılan degişim koşulları ve gereksinmeler, tarihten gelen ve yasaların onayladığı mevcut üretim düzeniyle, yani feodal toplumsal düzenin lonca ayrıcalıklarıyla ve sayısız kişisel ve yerel (ayrıcalıklı olmayan katmanlar için de o ölçüde engel meydana getiren ) ayrıcalıklarla bağdaşmaz duruma geldiler. Burjuvazi tarafından temsil edilen üretici güçler feodal toprak sahipleri ve lonca ustaları tarafından temsil edilen üretim düzenine karşı ayaklandılar. Sonuç biliniyor: feodal bağlar, İngiltere'de derece derece, Fransa'da bir hamlede koparıldı, Almanya'da süreç henüz tamamlanmadı. Ama nasıl ki gelişmenin belli bir aşamasında, manüfaktür, feodal üretim tarzı ile çatışmaya girdiyse, şimdi de aynı şekilde, geniş-ölçekli sanayi , feodal üretimin yerini alan burjuva üretim düzen i ile çatışmaya girmiştir. Bu düzenle, kapitalist üretim tarzının dar çerçevesiyle bağl anmış bulunan bu sanayi, bir yandan tümüyle halkın büyük yığınının gittikçe artan proleterleşmesine yol açarken, öte yandan gittikçe daha önemli miktarda sürümü olanaksız ürün yaratır. Aşırı üretim ve yığınların yoksulluğu, herbiri ötekinin nedeni olmak üzere, işte üretim tarzının sonucu olan ve kaçınılmaz olarak....,onun dönüşmesi yoluyla üretici güçl�rin özgürlüğünü gerektiren anlamsız çelişki budur.
Oyleyse, hiç degilse modern tarihte, bütün siyasal savaşırnların sınıf savaşımiarı oldukları ve sınıfların bütün kurtuluş savaşımlarının, zorunlu olan siyasal biçimlerine karşın -çünkü her sınıf savaşımı bir siyasal savaşımdır- son tahlilde ekonomik kurtuluş sorunu çevresinde döndükleri tanıtliınmıştır. Dolayısıyla, devlet -siyasal düzen- hiç degilse burada, ikincil öğeyi, ve sivil toplum -ekonomik ilişkiler
so
alanı- belirleyici ögeyi oluşturur. Hegel'in de onayladıgı eski geleneksel anlayış, devleti belirleyici öge, sivil toplumu ise bu birincisi tarafından belirlenen öge olarak görüyordu. Görünüşte böyledir. Nasıl ki tek başına bırakılmış bir insanda, faaliyetlerinin bütün devindirici güçleri, onu harekete geçirmek için zorunlu olarak beyninden geçmeli, onun iradesinin düTtülerine dönüşmeliyse, aynı şekilde sivil toplumun bütün gereksinmeleri de -iktidardaki sınıf hangisi olursa olsunherkese kendilerini yasa biçiminde dayatmaları için devletin iradesinden geçmelidirler. İşin kendiliginden anlaşılan biçimsel yanı budur; sorun, yalnızca salt biçimsel olan bu iradenin -bireyin oldugu gibi devletin iradesinin de- içeriginin ne oldugu ve bu içerigin nereden geldigini, neden özellikle şu şeyin degil de bu şeyin istendigi sorunudur. Eger bunun nedenini arayacak olursak, modern tarihte, devlet iradesinin, bütünü içinde, sivil toplumun degişken gereksin meleri i le, şu ya da bu sınıfın üstünlüğüyle, son tahlilde, üretici güçlerin ve degişim ilişkilerinin gelişimiyle belirlendigini buluruz.
Ama eger bizim modem çagımızda bile, devlet, çok büyük üretim ve iletişim araçlarıyla, bagımsız bir gelişmesi olan bagımsız bir alan oluşturmuyorsa, ve eger tersine, onun gelişmesi gibi varhgı da, son tahlilde, toplumun ekonomik varhgının koşullanyla açıklanıyorsa, bu durum, insanların maddi yaşamının üretiminin henüz bu zengin kaynaklardan yararlanamadıgı ve dolayısıyla bu üretimin zorunlulugunun insanlar üzerinde daha da büyük bir egemenlik kurmuş bulundugu bütün daha önceki dönemler için çok daha dogru olmal ıdır. Eger, bugün hala geniş-ölçekli sanayi ve demiryolları çagında, devlet, özünde, üretim üzerinde egemen olan sınıfın ekonomik gereksinmelerin in yoğunlaşmış biçimde yansısından başka bir şey degilse, bir insan kuşagının maddi gereksinmelerinin karşılanması için bütün yaşamının bugün bizim verdigimizden çok daha büyük bir bölümünü ayırmak zorunda oldugu ve dolayısıyla ekonomik gereksinmelere bugün bizim oldugumuzdan daha da bağımlı bulundugu dönemde, egemen sınıfın ekonomik gereksinmelerinin daha büyük ölçüde bir yansısı olmalıydı. Geçmiş çağların tarihinin incelenmesi, konunun bu yönüyle ciddi olarak ugTaş ı l dığında bunu gereginden fazla dogrular. Ama açık ki, bunu �imdi bu-
51
rada işleyemeyiz. Eger devlet ve kamu hukuku, ekonomik i l işkilerle belir
lenmiş iseler, aslında bell i koşullar içinde bireyler arasında varolan normal ekonomik i l işkileri onaylamaktan başka bir şey yapmayan medeni hukuk için de bu durum elbetteki aynıdır. Ama bunun oluş biçimi çok çeşitli olabilir. İngiltere'de oldugu gibi , bütün ulusal gelişmeye uygun olmak üzere, eski feodal hukuk biçimleri, büyük bölümüyle onlara burjuva bir i çerik vermek, hatta doğrudan feodal adına buıjuva bir anlam yakıştırmak suretiyle alakonulabilir, ama ayrıca, Batı Avrupa kıtası üzerinde oldugu gibi, dünyada meta üreticisi bir toplumun ilk dünya hukuku olan Roma hukuku basit meta sahipleri arasındaki bütün belli başlı hukuksal ilişkileri ( satıcı ve satın alıcı,' borçlu ve alacaklı , sözleşme, hisse senedi vb. ) kıyaslanamayacak kadar hassas i şleyişi ile birlikte temel olarak alınabilir. Bunu yaparken de henüz küçük burjuva ve yan-feodal bir toplumun yararı için, bu hukuk, ya adli uygulama yoluyla basit olarak bu toplumun düzeyine getirilir (kamu hukuku), ya da sözümona bilgili ve ahlakçı hukukçulann yardımıyla yeniden elden geçiril ir ve o toplumsal duruma uygun düşen, bu koşullarda hukuk açısından bile kötü olacak ayn bir yasa haline getirilebilir (Prusya hukuku). Ama bir de, büyük bir buıjuva devrimden sonra, gene tam bu Roma hukuku temel alınmak üzere, Fransız medeni yasası kadar klasik olan bir burjuva toplum yasası hazırlanabilir. Dolayısıyla, burjuva hukukunun hükümleri, toplumun ekonomik varlık koşullarının hukuksal bir biçimde ifadesinden başka bir şey degilse de, bu, koşullara göre, iyi ya da kötü bir şekilde yapılabilir.
Devlet, kendini insan üzerindeki ilk ideolojik güç olarak sunar bize. Toplum, dış ve iç saldınlara karşı ortak çıkarlarını savunmak üzere kendisi için bir organizma yaratır. Bu organizma devlet iktidandır. Devlet daha dogar dogmaz, kendini toplumdan bagımsız kılar, ve belli bir sınıfın organizması hal ine geldigi ölçüde ve bu sınıfın egemenligini doğrudan dogruya üstün kıldıgı ölçüde, bu bagimsızlıgı daha da büyük olur. Ezilen sınıfın egemen sınıfa karşı savaşımı, zorunlu olarak siyasal bir savaşım haline, ilkin bu sınıfın siyasal egemenligine karşı yürütülen bir savaşım haline gelir; bu siyasal savaşımın ekonomik temeli ile olan ilişkisinin bil inci
52
bulanıklaşır, ve hatta büsbütün kaybolabi lir. Bu savaşıma katılanlarda tamamıyla kaybolmasa bile, tarihçilerin kafasında hemen hemen her zaman kaybolur. Roma Cumhuriyetinin bagnndaki savaşırnlara ilişkin bütün eski kaynaklar içersinde, gerçekte sözkonusu olan şeyin toprak mülkiyeti oldugunu bize açıkça ve kesinlikle söyleyen tek kaynak Appien'dir.
Şu var ki, devlet bir kez toplum karşısında bagı.msız bir güç haline geldi mi, kendisi de, artık yeni bir ideoloji yaratır. Meslekten politikacılar, kamu hukuku kuramcıları, özel hukukçular, gerçekte, ekonomik olaylarla olan baglantıyı hileyle örtbas ederler. Her özel durumda, ekonomik olgular, yasa biçiminde onaylanmak için hukuksal konular biçimini almak zorunda olduklarından, ve aynı zamanda, daha önceden yü-" rürlükte olan bütün hukuk sistemini hesaba katmak gerektiginden, hukuksal biçim, her şey olmak, ekonomik içerik i se hiçbir şey olmamak durumundadır. Kamu hukuku ve özel hukuk, kendi bagı.msız tarihsel gelişmeleri olan, kendi başlarına sistemli bir açıklamaya elverişli ve bütün iç çelişkilerin tutarlı bir biçimde elenmiş olmaları nedeniyle böyle sistemli bir açıklamadan vazgeçemeyen özerk alanlar olarak ele alınırlar.
Daha da yüksek, yani kendi mci.:!�i P-konomik temellerinden daha da uzaklaşmış ideolojiler, fc!sefe ve din biçimini alırlar. Burada, tasarımların kendi maddi varlık koı;;ulları ile baglantısı, aracı halkalar yüzünden, gittikçe daha karmaşık, gittikçe daha karanlık bir durum alır. Ama, gene de bu baglantı vardır. Nasıl ki, bütün Rönesans çagı., 15. yüzyılın ortalanndan bu yana, kentlerin, dolayısıyla burjuvazinin özsel bir ürunü olduysa, o zamandan beri uykusundan uyanmış olan felsefe de aynı şekilde burjuvazinin 'irünü olmuştur. Felsefenin içerigi, aslında büyük burjuvazi haline gelen küçük ve orta burjuvazinin gelişmesine uygun düşen fikirlerin felsefi ifadesinden başka bir şey degildi. Ekonomi politikçi oldukları kadar felsefeci de olan son yüzyılın İngiliz ve Fransızlarında bu durum açıkça ortaya çıkar, ve Hegel okulunun durumuna gelince, bunu daha yukanda göstermiştik.
Bununla birlikte, din üzerinde biraz daha duralım, çünkü maddi yaşamdan en uzak olan ve ona en yabancı görünen dindir. Din, henüz agaç üzerlerinde yaşadıklan çok eski çag-
53
larda, in sanların, kendi dogalarına ve kendilerini kuşatan dış dogaya ilişkin en ilkel yanılgılarıyla dolu tasarımlanndan dogmuştur. Ama her ideoloji, bir kere oluştuktan sonra, verilmiş belli tasarım ögeleri temeli üzerinde gelişir ve onları işlemeye devam eder; yoksa o bir ideoloji olamazdı, yaPİ fikirleri, bagımsız bir biçimde gelişen ve yalnız kendi öz yasalanna baglı olan özerk kendilikler olarak ele alamazdı. Beyinleri içinde bu zihinsel sürecin sürüp gittigi insanların maddi yaşam koşullarının, sonunda, bu süreci belirledigi, bu kişiler için zorunlu olarak bir bilinmez olarak kalır, yoksa bu, bütün ideolojinin sonu olurdu. Bundan dolayı, akraba her halk grubu için çogu kez ortak olan bu ilkel dinsel tasarımlar, bu grubun bölünmesinden sonra, her halk, kendi payına düşen varlık koşullarına göre, özel bir biçimde gelişir, ve bu süreç, bir dizi halk gruplarının, özellikle de ari grubun ( Hint-Avrupa grubunun ) karşılaştırmalı mitolojileri ile ayrıntılı bir biçimde ortaya konmuştur. Her halkta bu biçimde oluşan tanrılar, egemenlikleri, korumak zorunda oldukları ulusal toprakların sınırlarını aşmayan ulusal tanrılardı ve bu ulusal toprakların sınırları ötesinde başka tanrılar itiraz kabul etmeyen bir egemenlige sahiptiler. Bu tanrılar da, ancak, ulus varlıgını sürdürdügü sürece tasarımda yaşamlarını sürdürebiliyorlardı ; ve ulusla birlikte onlar da kayboldular. Eski ulusların bu yok oluşuna, Roma imparatorlugunun ortaya çıkışı yol açtı ; biz, burada, Roma imparatorlugunun kuruluşunun ekonomik koşullarını inceleme durumunda degiliz. Eski ulusal tanrılar, yalnızca Roma sitesinin dar sınırlarına göre yontulmuş olan Roma tanrıları bile, geçersiz hale geldiler. Dünya imparatorlugunu evrensel bir dinle tamamlamak gereksinmesi, Roma'ya, yerli tannların yanında, birazcık saygıya deger bütün yabancı tanrıları da kabul ettirmek ve onlara birer tapınak saglamak eregiyle yapılan girişimlerde açıkça kendini gösteriyordu. Ama yeni bir evrensel din, bu şekilde, imparatorluk kararnameleri ile yaratılamaz. Yeni evrensel din , hıristiyanlık, daha o zamandan, genelleşmiş dogu tanrıbi limi , özellikle musevi tanrıbilimiyle, bir de halk arasında yayılmış biçimiyle Yunan felsefesinin, özellikle de stoacılıgın birleşmesi sonucu gizli olarak oluşmuştu bile. Hıristiyan lıgın başlangıçtaki görünümünü bilmek için, her şeyden önce, çok ayrıntılı, titiz araştırmalara girişrnek
54
gerekir, çünkü hıristiyanlıgm bize aktanlan resmi biçimi, onun devlet dini haline geldigi ve İznik Konsili ı5 tarafından bu amaca uyarlandıgı zaman aldıgı biçimiydi. Tek başına, doguşundan ancak 250 yıl sonra devletin dini haline gelmiş olması bile, onun, çagının koşullarına uygun düştüğünü ta·· nıtlamaktadır. Hıristiyanlık, ortaçagda, feodalite geliştikçe, tam bir feodal hiyerarşi ile birlikte feodal iteye uygun <!üşen bir din haline dönüştü. Ve burjuvazi ortaya çıktıgı zaman , ilkin Fransa'nın güneyinde Al bi bölgesi halkı arasında, 16 bu bölge kentlerinin en büyük bir gönenç içinde bulundukları bir çag-da, feodal katoliklig-e karşı bir sapkınlık olarak protestanlık gelişti. Ortaçag-, bütün öteki ideoloji biçimlerini: felsefeyi, siyaseti, hukuk bilimini, tanrıbilimin bir eki haline getirmiş, bunları tanrıbilimin birer altbölümü yapmıştı. Böylece her toplumsal ve siyasal hareketi tanrıbilimsel bir biçim almaya zorluyordu; büyük bir fırtına koparmak için, yıg-ın ların yalnızca dinle beslenen kafasına kendi öz çıkarlarını din sel bir kisve altında sunmak gerekiyordu. Nasıl ki, daha başlangıçtan itibaren , burjuvazi, kentlerde mülk sahibi olmayan ve bilinen hiçbir katınana ait bulunmayan ve gelecekteki proletaryanın habercileri olan bir plebyenler, gündelikçiler ve her türlü hizmet görevlileri ordusunu yarattı ise, aynı şekilde, bu ilk mezhep de, bir ılımlı burjuva mezhebi ve bir de bu burjuva mezhebinden olanların bile nefret ettikleri devrimci plebyenler mezhebi olarak çabucak ikiye bölündü.
Protestan mezhebinin yıkılmazlıgı , yükselen burjuvazinin yenilmezligine uygun düşüyordu; burjuvazi yeteri kadar kuvvetlenince, o zamana kadar hemen hemen yerel bi r niteligi olan feodal soylulug-a karşı savaşımı da ulus çapında boyutlara varmaya başladı. İlk büyük eylem Alınanya'da oldu; bu eyleme Reform adı verildi. Burjuvazi, ayaklanan öteki katmanları : kentlerin plebyenlerini, kırların küçük soylularını ve köylüleri, ne kendi sancagı altında toplayabilecek kadar güçlü, ne de yeterince gel işmiş idi. İlk yenilen soyluluk oldu; köylüler, bütün bu devrimci hareketin en yüksek noktasını meydana getiren bir isyanla ayaklandılar; kentler on lan yalnız bıraktı ve böylelikledir ki, devrim, prensierin orduları karşısında dayanarnayıp ezildi, durumdan en büyük yararı da bu prensler elde ettiler. Bundan böyle, Almanya, üç yüzyıl boyunca tarihte özerk bir biçimde rol alan ülkeler
safından silinecektir. Ama, Alman Luther'in yanında bir de Fransız Calvin vardı. Calvin, tam bir Fransız katılıgı ile Reformun burjuva niteligini ön plana koydu ve Kiliseyi cumhuriyetleştirdi ve demokratlaştırdı. Lutherci reform, Almanya'da oldugu yerde sayar ve ülkeyi yıkıma götürürken, kalvenci reform, cumhuriyetçilere, Cenevre'de, Hollanda'da, lskoçya'da bir bayrak olarak hizmet etti. Hollanda'yı, İspanya'nın ve Alman İrnparatorlugunun boyundurugundan kurtardı ve İngiltere'de gerçekleşrnekte olan Burjuva Devriminin ikinci perdesinin ideolojik giysisini sagladı. Burada kalvencilik, çagın burjuvazisinin çıkarlarının gerçek bir dinsel kıhfı olarak belirir, onun için 1689 devrimi, soyluing-un bir bölümü ile burjuvazi arasında bir uzlaşmayla sonuçlandıgı zaman, kalvencilik bütünüyle kabul edilrnediY İngiliz ulusal kilisesi , kralın papa oldugu daha önceki Kato liklik biçimiyle degil de bir hayli kalvenleştirilmiş olarak yeniden kuruldu. Eski ulusal kilise, katoliklerin neşeli pazannı kutlarnış ve kalvencilerin hüzünlü pazan ile savaşrnıştı, buıjuvalaşmış yeni kilise bugün hala İngiltere'yi süslernekte olan kalvenci pazan getirdi.
Fransa'da, kalvenci azınlık, 1685'te ezildi, 18 katoliklige döndürüldü ya da ülkeden sürüldü. Ama bu neye yaradı? Daha o dönernde özgür düşüneeli Pierre Bayle işbaşındaydı, ve 1 694'te Voltaire dogdu. Louis XIV'ün despotça tutumu, Fransız burjuvazisi için, devrimini dine bulaşmadan salt siyasal bir biçimde, yani gelişmiş burjuvaziye yaraşan tek biçimde gerçekleştirmesini kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramadı. Ulusal meclislerde yer alanlar protestanların yerine özgür düşünceliler oldu. Böylece hıristiyanlık son aşamasına girmiş bulunuyordu. Herhangi ilerici bir sınıfın özlemlerine gelecekte ideolojik bir kılıf hizmeti görecek yetenekten yoksun bir hale gelmişti ; gitgide egemen sınıflann tekellerinde olan bir mülkiyet oldu, ki bu sınıflar, onu aşagı sınıfların dizginlerini elde tutmak için basit bir yönetim aracı olarak kullanıyorlardı. Şunu da kaydedelim ki, degişik sınıfların herbiri kendine uygun gelen dini kullanır: toprak aristokrasisi katolik cizvitligini ya da protestan ortodokslugunu, liberal ve radikal burjuvazi rasyonalizmi - ve bu bayların her birinin kendi dinlerine inanmalan ya da inanmamalan hiçbir şeyi degişti rm ez.
56
Öyleyse görüyoruz ki, bütün ideolojik alanlarda gelenek büyük bir tutucu güç oldu� gibi, din de bir kez oluştuktan sonra, her zaman geleneksel bir öz içerir. Ama, bu özde meydana gelen degişiklikler, sınıf ilişkilerinden, dolayısıyla bu degişiklikleri yapan insanlar arasındaki ekonomik ilişkilerden ileri gelir. Bu karlan burada yeter.
Buraya kadar söylediklerimizde, besbelli ki, ancak marksist tarih anlayışının genel bir taslag-tnı çizmek ve olsa olsa bazı aydınlatmalar yapmak sözkonusu olabilir. Bunun tanıtlanmasını gene tarihin kendisine dayanarak yapmak gerekir ve bu konuda şunu pekala söyleyebilirim ki, başka yazılar bu anlayışı daha şimdiden yeterince sa�lamlaştırmışlardır. Ama bu anlayış, tarih alanında felsefeye son vermiştir, tıpkı diyalektik do�a anlayışının da her çeşit do�a felsefesini gereksiz oldu� kadar olanaksız kılması gibi. Her alanda, artık, kafasında birtakım zincirienişler kurup tasarlamak degil, ama onları olayların içinde bulup çıkarmak sözkonusudur. Böyle yapıhnca, do�adan ve tarihten sürüp atılan felsefeye, ancak salt düşünce alanı, demek ki, düşünme sürecinin kendi yasalarının öwetisi, yani �antık ve diyalektik kalıyor, o da salt düşünce alanının hala varlıg-tnı sürdürmesi ölçüsünde.
*
1848 devrimi ile birlikte "kültürlü" Almanya, teoriye yol verdi ve prati�e geçti. El emegine dayanan küçük sanayi ve manüfaktürün yerini, gerçek geniş-ölçekli sanayi aldı. Almanya dünya pazarı üzerinde yeniden ortaya çıktı. Yeni küçük Alman İmparatorlu�, 19 hiç degilse en göze batan bozuklukları ortadan kaldırdı, bu bozukluklar yüzünden, o zamana kadar, küçük devletler sistemi, feodalitenin kalıntıları ve bürokratik ekonomi, bu gelişmeyi engellemişlerdi. Ama kurgu (speculation), tapınag-tnı hisse senedi borsasına kurmak üzere filozofun çalışma odasından gitgide daha çok uzaklaştıkça, kültürlü Almanya, en büyük siyasal gerileme döneminde Almanya'nın şam olmuş olan o büyük teorik anlayışını �lde edilen sonuç pratikte yararlanılabilir olsun ya da olmasın, polis yönetmenligine karşı olsun ya da olmasın, salt bilimsel araştırma anlayışını- yitiriyordu. Kuşkusuz, resmi
57
Alman dogabilimi, özellikle ayrıntılı araştırmalar alanında, çaltının düzeyinde kalmaktadır, ama daha şimdiden , Amerikan Science dergisi, haklı olarak, şimdiki halde, tek tek olguIann büyük zincirienişleri ve bunların yasa olarak genelleştirilmesi alanındaki kesin ilerlemelerin, eskiden oldugu gibi artık Almanya'da degil, İngiltere'de çok daha fazla yapıldıltına işaret ediyor. Ve felsefe de dahil, tarihsel bilimler alanında, eski uzlaşmaz teorik zihniyet, klasik felsefe ile birlikte, boş bir seçmecilige, kariyer ve gelir kaygıianna yer vermek, ve en bayaltı bir ikbal avcılı�tına kadar düşmek üzere gerçekten tamamıyla yok oldu. Bu bilimin resmi temsilcileri, burjuvazinin ve bugünkü devletin ilan edilmiş ideologları oldular - ama burjuvazinin de, devletin de, işçi sınıfı ile açıkça muhalefet halinde olduklan bir dönemde.
Ve ancak işçi sınıfı içindedir ki, Alman teorik zihniyeti dokunulmamış olarak durmaktadır. Onu oradan çıkarıp atm ak olanaksızdır; orada kariyer düşüncesi, kar peşinde koşma düşüncesi, yukarının iyilikçi koruyuculugu düşüncesi yoktur; tersine, bilim, ne denli uzlaşmazlıkla ve önyargısız olarak iş görürse, işçi sınıfının çıkarları ve özlemleri ile o kadar uyum içinde bulunuyor. Bütünüyle toplum tarihini anlamaya olanak veren anahtarı, emegin gelişmesinin tarihinde bulan yeni egilim, hemen işçi sınıfına sesienmeyi yegledi, resmi bilirnde ne aradıgı ne de umdugu kavrayışı işçi sınıfmda buldu. Alman işçi hareketi , klasik Alman felsefesinin mirasçısıdı r.
58
EKLER
FEUERBACH ÜZERİNE TEZLER2o
KARL MARX
ı
Şimdiye kadarki tüm materyalizmin -Feuerbach'ınki dahil- başlıca kusuru, nesnenin lGegenstand], gerçekligin, duyumlulugun [Sinnlichkeit], duyumsal insan faaliyeti, pratik [Praxis] olarak degil, · öznel olarak degil; yalnızca nesne [Objekt] ya da sezgi [Anschauung] biçiminde kavranmasıdır. Etkin yönün, materyalizmin tersine, idealizm tarafından -ama yalnızca soyut olarak, çünkü idealizm gerçek, duyumsal faaliyeti bu biçimiyle dogal olarak tanımaz- geliştirilmiş olmasının nedeni budur. Feuerbach, duyumsal nesneler, düşünsel nesnelerden [Gedankenobjecte] gerçekten ayn nesneler ister; ama insan faaliyetinin kendisini nesnel faal�yet olarak kavramaz. Bunun içindir ki, Hıristiyanlıgın Ozü'nde, yalnızca teorik tutum, hakiki insan tutumu olarak görülür,
61
pratik ise ancak i�renç yahudice görünümüyle kavranır ve sabitleştirilir. O nedenle de, "devrimci", "pratik-eleştirel" faaliyetin önemini anlamaz.
2
Nesnel hakikatİn insan düşüncesine atfedilip atfedilemeyece� sorunu, bir teori sorunu de�l, pratik bir sorundur. İnsan, hakikati, yani düşüncesinin gerçekli�ni ve gücünü, bu dünyaya aitli�ni [Disseitigkeit] pratikte kenıtlamalıdır. Pratikten yalıtılmış bir düşüncenin gerçekli� ya da gerçeksizli� konusundaki tartışma, tamamıyla skolastik bir sorundur.
3
İnsaniann koşulların ve e�timin ürlinü oldukları, dolayısıyla de�şik insanların başka koşulların ve farklı e�timin ürünü oldukları biçimindeki materyalist öweti , koşulların insanların kendileri tarafından de�ştirildi�ni ve e�ticinin kendisinin de e�tilmesi gerekti�ni unutur. O nedenle, toplumu, biri di�erinin üstünde yer alacak biçiJTide, iki kısma ayırmak zorunlulu�yla karşı karşıya gelir. (Orne�n Robert Owen'da. )
Koşulların de�şmesi ile insanın faaliyetinin de�şmesinin örtüşmesi, ancak altüst edici pratik biçiminde kavranıp ussal olarak anlaşılabilir.
4
Feuerbach, dinsel kendine-yabancılaşma olgusundan, dünyanın biri dinsel, tasarlanmış dünya, ötekisi gerçek dünya olmak üzere ikileşmesi olgusundan hareket eder. Onun uwaşı, dinsel dünyayı, cismani temeline oturtmaktan ibarettir. Ama bu uwaşı sonuca ulaştırdı�nda, yapılması gereken esas işin hala elatılmayı beklemekte oldugunu görmez. Cismani temelin kendi kendinden koparak, özerk bir krallık gibi, bulutlara yerleşmesi olgusu, ancak bu cism�ni temelin içsel çekişınesi ve iç çelişkisiyle açıklanabilir. Oyleyse bu da, ilkin kendi çelişkisi içinde anlaşılınalı ve ardından da bu çel işkinin kaldırılmasıyla pratik içinde devrimcileştirilmelidir.
62
Demek ki , örnegin, dünyevi ailenin, kutsal ailenin gizi oldugu bir kez keşfedilince, bu kez de bu birincisinin teorik olarak eleştirilmesi ve pratik olarak altüst edilmesi gerekir.
5
Soyut düşünceyle tatmin olmayan Feuerbach, duyumsal sezgiye başvurur; ama duyumlulu[tu, duyumsal-insanın pratik faaliyeti olarak kavramaz.
6
Feuerbach, dinsel özü, insan özüne indirger. Ama insan özü, tek tek her bireyin dogasında bulunan bir soyutlama degildir. Bu öz aslında, toplumsal ilişkiler bütünüdür.
Gerçek özün eleştirisine girmeyen Feuerbach , dolayısıy-la:
ı. tarihsel akıştan koparak, dinsel duyguyu kendi içinde sabitleştirmek ve soyut -yalıtılmış- bir insan bireyini öncülleştirmek;
2. o nedenle, bu özü, olsa olsa, "tür" olarak, birçok bireyi salt dogal biçimde birbirine baglayan içsel, dilsiz genellik olarak kavramak zorunda kalır.
7
İşte bu nedenledir ki, Feuerbach, "dinsel duygu"nun kendi sinin bir toplumsal ürün oldugunu ve tahlil ettigi soyut bireyin belirli bir toplumsal biçime ait oldugunu görmez.
8
Toplumsal yaşam, özünde pratiktir. Teoriyi gizemcilige saptıran bütün giz'ler, ussal çözümlerini , in san pratiginde ve bu pratigin kavranmasında bulur.
9
Sezgisel materyalizmin, yani duyumlulu[tu pratik faaliyet olarak kavramayan materyalizmin vardıgı en üst nokta,
63
tek tek bireylerin "sivil toplum" içindeki sezgisidiT.
lO
Eski materyalizmin bakış açısı, "sivil" toplumdur; yeni materyalizmin bakış açısı ise, insan toplumu, ya da toplumsaliaşmış insanlıktır.
l l
Filozoflar dünyayı yalnızca de�şik biçimlerde yorumladılar, oysa sorun onu de�ştirmektir.
1845 ilkyazında Marx �arafından yazılmıştır. Özgün basımı Engels tarafından 1888'de, kendi yazdı� Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu 'nun ayrı basımının Ek'inde yayınlanmıştır.
64
"FEUERBACH"TAN YAYINLANMAMIŞ BiR PARÇA
(1886)
FR1EDR1CH ENGELS
ALMANYA'DA 1850'den 1860'a kadar materyalizmi halka yayan seyyar satıcılar, hiçbir yönden hocalarının* bu sınırlı görüş açılarını aşamadılar. O zamandan beri dogabilimde yapılmış bütün ilerlemeler, onlara yaratıcının varlıgı inancına karşı yeni kanıtlar hizmeti görmekten başka bir işe yaram adı;** ve aslında üstlendikleri şey teoriyi hiç de daha ileri dogru geliştirmek degildi. 1848 devrimi idealizme sert bir darbe indirmiştir ama materyalizm, bu yenilenmiş biçimiyle daha da aşagılara düşmüştü. Feuerbach , bu materyalizmin sorumlulugunu üzerinden atmakta yerden göge kadar hakl ıydı; ancak, seyyar vaizlerin teorisi ile genel olarak materyalizmi birbirine karşıtırmaya h akkı yoktu.
* 18. yüzyıl Fransız materyalistleri. -Ed. ** Devamı için bu kitabın 27. sayfasına ve devamına bakınız. - Ed.
65
Ama, aşağı yukarı bu aynı ampirik doğabilim öyle bir atı- . l ım gösterdi ve öyle parlak sonuçlar elde etti ki, bu durum, 18. yüzyılın mekanikçi dargörüşlülüğünü yenme olanağını sağlamakla kalmadı, aynı zamanda doğanın kendi içinde, başka başka araştırma alanlan (mekanik, fizik, kimya, biyoloji vb. ) arasındaki bağların tanıtlanmasıyla, doğabilimin kendisi, ampirik bir bilim olmaktan çıkıp teorik bir bilime dönüştü ve kazanılmış sonuçlann sentezi ile de doğanın materyalist bilgisi sistemine dönüştü. Gaziann mekaniği, organik bileşimler denilen şeyleri inorganik maddelerin yardımıyla birbiri ardından üretmek suretiyle, üzerlerindeki en son giz kalıntılarını da kaldıran yeni kurulmuş organik kimya, 1818 tarihini taşıyan bilimsel embriyoloji, jeoloji ve paleontoloji, karşılaştırmalı bitki ve hayvan anatomisi, hepsi. o zamana kadar duyulmamış ölçülerde yeni bir malzeme sağladılar. Ama üç büyük buluşun önemi kesin oldu.
Birincisi, ısının mekanik eşdeğerinin bulunmasından çıkan enerjinin dönüşümünün <Robert Mayer, Joule ve Colding tarafından ) tanıtlanması oldu. Şimdi , artık, doğa üzerinde etki yapan, o zamana kadar kuvvet adı altında gizeml i ve açıklanamaz bir varlık sürdüren bütün sayısız nedenlerin -mekanik kuvvetin, ısının, ışınımın (ışıyan ışık ve ısının ), elektriğin, manyetizmanın, kimyasal bileşme ve ayrı şma gücünün- bir tek ve aynı enerjinin, yani hareketin özel varoluş biçimleri, tarzlan oldukları tanıtlanmıştır; yalnız onların bir biçimden ötekine geçişlerinin, onların biçim değiştirmelerinin doğada sürekli olarak meydana geldiğini tanıtlayabilmekle kalmıyoruz, ama ayrıca laboratuvarda ve sanayide onların kendilerini de gerçekleştirebiliyoruz ve bu o şekilde olmaktadır ki, bir biçimde bulunan enerjinin belirli bir miktarı, daima şu ya da bu biçimde bulunan bir başka enerjinin belirli bir miktanna tekabül etmektedir. Böylece, ısı birimini kilogrammetre olarak, ve elektrik eneıjisinin ya da kimyasal eneıjinin herhangi bir miktarını ya da birimini de ısı birimJeri olarak ifade edebiliyoruz, ya da ters yönde söyleyebiliyoruz; aynı şekilde, canlı bir organizmanın aldığı ya da harcadığı enerji miktarını ölçebiliyoruz ve onu herhangi bir birimle, örneğin ısı birimleri ile ifade edebiliyoruz. Doğadaki tüm hareketin birliği, artık fel sefi bir olurlama değil, bilimsel b;r olgudur.
66
İkinci buluş -zaman içinde daha önce yer alsa daSchwann ve Schleiden tarafından organik hücrenin, -en alt organizmalar dışında- bütün organizmaların kendisinden dogup çogalma ve farklılaşma yoluyla büyüdügü birim olarak hücrenin bulunuşudur. Ancak bu.buluş sayesindedir ki, doganın canlı organik ürünlerinin incelenmesi -karşılaştırm alı anatomi ve fizyoloji kadar embriyoloji de- saglam bir zemine oturmuştur. Organizmaların oluşumu, büyümesi ve yapısı , gizlerden soyulmuştu; o zamana kadar kavranamaz olan mucize bütün çokhücreli organizmalar için özünde aynı olan bir yasaya göre yerine getirilen bir süreç olarak çözümlenmişti.
Ama gene de temel nitelikte bir boşluk kalıyordu. Eger bütün çokhücreli organizmalar, -bitkiler, insanlar da dahil hayvanlar- herbiri, hücre bölünmesi yasasına göre bir tek hücreden çıkma i seler, o halde bu organizmalann sonsuz çeşitliligi nereden geliyor? İşte üçüncü buluş, yani ilkin Darwin tarafından sistemli bir biçimde kurulan evrim teorisi , bu soruyu yanıtladı . Bu teorinin ilerde ayrıntılannda geçirecegi çeşitli biçim degişiklikleri ne olursa olsun, bütünüyle, daha şimdiden sorunu yeterli oldugundan daha geniş ölçüde çözümlemektedir. Birkaç basit organizmadan başlayarak, bugün gözlerimizle gördüklerimiz gibi gittikçe daha çeşitli ve gittikçe daha karmaşık organizmalara varmak ve son olarak insana ulaşmak üzere evrimlenen organizmalar dizisi, geniş çizgileriyle tanıtlanmıştı; bu, doganın bugünkü organik ürünlerinin açıklanmasını saglamakla kalmaz, aynı zamanda, insan aklının tarih-öncesinin ve alt organizmaların belli bir yapısı olmayan biçimsiz, ama uyanlara duyarlı protoplazmasından başlayıp düşünen insan beynine kadar çeşitli evrim aşamalannın araştırılmasının temelini saglar. Oysa bu tarih-öncesi olmadan, düşünen insan beyninin varlıgı bir mucize olarak kalır.
Bu üç büyük buluş ile, doganın başlıca süreçleri açıklanır ve dogal nedenlerine indirgenir. Burada yapılacak bir tek şey daha kalıyor: inorganik do{tadan başlayarak yaşamın nasıl dogdugunu açıklamak. Bilimin bugünkü aşamasında, bu organik olmayan tözlerle albüminoidlerin üretilmesinden başka bir anlama gelmez. Kimya bu sorunun çözümlenmesine gittikçe daha çok yaklaşmaktadır. Henüz ondan çok uzak-
67
tır. Ama eğer, Woehler'in, ilk organik cismi, yani üreyi, ancak 1828'de inorganik maddelerden elde ettiğini ve şimdi hiçbir inorganik töz olmaksızın, sayısız organik bileşimierin yapay olarak hazırlandığını düşünürsek, kimyaya, albüminin önüne gelince "dur" demeyeceğimiz besbellidir. Kimya, şimdiye kadar, bileşimini tam olarak bildiği her maddeyi yapabiliyor. Albüminoid cisimlerin bileşimini de öğrendiği zaman, canlı albümüni de yapay olarak üretebilecektir. · Ama, doğanın kendisinin ancak çok elverişli koşullarda, ancak birkaç gökcisınİ üzerinde milyonlarca yılda gerçekleştirmeyi başardığı şeyi kimyanın bugünden yanna üretmek zorunda tutulması ondan bir mucize isternek olurdu.
Bu şekilde, materyalist doğa anlayışı, bugün, geçen yüzyıldan bambaşka bir biçimde sağlam temellere dayanmaktadır. O zaman, ancak gökcisimlerinin ve katı yer cisimlerinin hareketi, yerçekiminin etkisi altında, denebilir ki eksiksiz bir biçimde anlaşılıyordu; hemen hemen tüm kimya alanı ve bütün organik doğa, anlaşılmamış gizler olarak kalıyordu. Bugün, bütün doğa, gözlerimizin önünde hiç değilse, büyük çizgileriyle, açıklanmış ve anlaşılmış bir zincirienişler ve süreçler sistemi olarak uzanıyor. Materyalist doğa anlayışının, doğanın kendisini bize sunduğu gibi, yabancı bir katma olmadan, basitçe kavramlmasından başka bir anlama gelmediği doğrudur, ve bu yüzdendir ki, materyalist doğa anlayışı, başlangıçta, Yunan filozoflannda apaçıklığın ta kendisiydi. Ama bu eski Yunanlılada bizim aramızda ikibin yıldan fazla süren, esas olarak idealist olan bir dünya anlayışı var; onun için apaçıklığın kendisine dönüş, ilk bakışta göründüğünden daha da güçtür. Çünkü, hiçbir zaman ikibin yıllık düşüncenin bütün içeriğini düpedüz toptan reddetmek sözkonusu değildir, ama onu eleştirmek, bu geçici biçimden, yanlış, ama z�manı için ve ayrı gelişmenin yürüyüşü için kaçınılmaz olan idealist biçimin bağrında kazanılmış sonuçları açığa çıkarmak sözkonusudur. Ve bu işin güç olduğunun tanıtı da, kendi bilimlerinde kaskatı materyalist, ama onun dışında, yalnızca idealist deği l , hem de dindar hıristiyan ve hatta ortodoks olan şu bir sürü bilginlerdir.
Doğa bilimlerinde çağ açan bu ileriemelerin hepsi, Feuerbach'a ciddi olarak dokunmaksızın onun yanından geçtiler. Bu, ondan çok, kendilerini karış kanş aşan Feuerbach yitik
68
köyünün yalnızlıgı içinde köylüleşrnek zorunda kalırken, kıh kırk yarmakla vakit geçiren boş beyinli seçmecilerin felsefe kürsülerine elkoymalanna yol açan Almanya'nın içler acısı koşullarının kusurudur. Ve bunun içindir ki, Feuerbach -birkaç dahiyane sentez yanında- doga üzerine bir sürü güzel boş türnce ögütmek zorunda kaldı. Şöyle dedi örnegin:
"Yaşamın kimyasal bir sürecin ürünü olmadıgı dogrudur, yaşam materyalist metafizigin kendisini indirgedigi, tek başına dogal bir kuvvetin ya da bir olayın ürünü de degildir; bütünüyle doganın bir sonucudur."
Yaşamın bütün olarak doganın bir sonucu olması, yaşamın bagımsız, tek başına dayanagı olan albüminin, doganın bütün zincirlenişinde, belirli ve belli koşular içinde dogdugu, ama kesinlikle kimyasal bir sürecin ürünü olarak dogdugu gerçegini hiçbir şekilde yalanlamaz. [Eger Feuerbach , yüzeysel olarak da olsa, dogabilimin gelişmesini izlemesine olanak verecek koşullar içinde yaşamış olsaydı, hiçbir zaman kimyasal bir süreçten, yalıtık bir doga kuvvetinin etkisi olarak sözedecek duruma gelmeyecekti. ]* Feuerbach'ın düşünme ile düşünen organ beyin arasındaki ilişkiler konusunda -Starcke'nin kendisini yegleyerek izledigi bu alanda- bir sürü kısır ve oldugu yerde dönüp duran kurgular içinde kendini yitirmesini de gene bu aynı yalnızhga yüklemek gerekir.
Yeter. Feuerbach materyalist adlandırmasına karşı şaha kalkıyor. Eh, tamamıyla haksız da degil; çünkü, hiç bir zaman idealistlikten tamamıyla sıyrılmayacaktır. O, doga alanında materyalisttir, ama . . . **
* Köşeli parantez içindeki bu tümcc, clyazmasında, Engels tarafından çizilmiştir. - Ed.
** Metin burada kesiliyor. Tümce, kuşkusuz şöyle olmak gerekir: " . . . a m a insaniann tarihi alanında idealist". (Karş. s. 28) - Ed.
69
AÇIKLAYıCI NOTLAR
1 Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu başlıklı yazı, marksi zmin en önemli yapıtlanndandır. Engels, burada diyalektik ve tarihsel materyalizmin esaslannı sistematik biçimde anlatır. Bilimsel komünizmin felsefi kaynaklannı, özellikle Hegel'de diyalektik yöntemi ve Feuerbach'ın fel sefesinde materyalizmi eleştİren bir incelemeden geçirir, marksist felsefe ile hem Hegel'in idealist diyalektiginin, hem de Feuerbach'ın metafizik materyalizmini n aşıldı�Pna, ve bunlann ortadan kalkbıPna, felsefi düşüncenin gelişmesinde yeni bir dönemin başladıgına işaret eder. Bununla ilgili olarak Engels, tüm felsefenin temel konusunun düşünce ve varlık ilişkisi sorunu ol dugu gerçeg-ini formüle eder. Bu sorunun yanıtlanmasını n, materyalistler ve idealistler aynmı için başta gelen ölçütü gösterdigini kanıtlar.
Engels, bu çalışması ile, uluslarararası i şçi hareketinde marksizmin yerleşmesi bakımından ölçülemeyecek kadar degerli bir iş yapmı ştır. Bu çalışma, işçi sınıfının bilimsel dünya görüşünün ve devrimci sınıf partisinin aynlmaz bir bütün meydana getirdilli ve burjuva felsefeye karşı onun yürüttügü savaşım için çok iyi bir teorik tt>mel oldugu bilinci ile işçi sınıfının donanmasında önemli bir katkı olmuştur.
Yazı 1886 Nisan ve Mayısında Neue Zeit'ta yayı nlandı; 1888'de bir broşür olarak çıktı. -3.
2 Sözü edilen, ancak yüzyılın başı nda ele geçen ve tümüyle ilk kez 1933 yılında, Marx-Engels-Lenin Enstitüsünün çalışmalanyla basılan Alman ldeolojisi'dir. -7.
70
3 Engels, burada, Heine'ın, Zur Geschichtf! der Religion und Philosophie in Deutschland (Almanya'da Felsefe ve Din Tarihi ne Katkl ) adlı yapıtını ima ediyor. Fransız halluna sunulan bu ltitapta, Heine, Alman felsefesinin ve bu felsefenin zamanında oynadı{tı rolün bir karakteristi�ni veriyordu. -ll.
4 Napoleon'a karşı kurtuluş savaşlan denilen savaşlar sırasında Prnsya kralı, uyruklanna bir anayasal düzeni kabul etmeyi vaat etmişti. Bu vaat hiçbir zaman yerine getirilmedi. -15.
5 1838-1843 yıllannda A. Ruge ve Th. Echtermeyer tarafından çıkartılan sol-hegelcilerin dergisi . -17.
6 Strauss, bu ltitapta, lsa'yı bir tann. olarak de�], ama büyük bir tarihsel ltişilik olarak sunar, İncil'in anlatılannı hıristiyan topluluklan içinde hemen hemen bilinçsiz bir biçimde ortaya çıkan mitler olarak alır. Bruno Bauer, Strauss eleştirisinde, onu, mitleri n yaratılmasında bilincin rolünü tanımamazlıktan gelmekle suçlar. -17.
7 1845'te yayınlanan ve Marx ve Engels tarafından Alman Ideolojisi'nde eleştirilen Der Einzige und sein Eigenthıım adlı ltitap ima ediliyor. -18.
8 Engels 1883'te Londra'da yayınlanan şu ltitabı kastediyor: "Among the lndians of Guiana: seing sketches, chiefly anthoprologie, from the interior of British Guiana", Everard Ferdinand im Thurn. -20.
.
9 Heg�l'in yapıtı, bütünüyle, Hum e ve Kant felsefesinin bir eleştirisidir. Ozellikle Mantık adlı ltitabında bu koryu üzerinde fazlasıyla durmuştur. -22.
10 Burada kastedilen, gökbilgini Johann Galle tarafı ndan 1846' da keşfedilen Neptün gezegenidir. -23.
ı ı Daha 17 45'te Lomonossov tarafı ndan çürütülen filojistik teorisine göre yanma olayının özü, yanan cisimden flojiston denilen varsayılı bir başka cismin çıkıp gitmesine dayanıyordu. Lavoisier, İngiliz ltimyacısı Priestl ey'in araştırmalanna dayanarak, 18. yüzyılın sonunda, doğnı teoriyi kurdu. Yanma, iki cismin yanşması de�] ama, yanan cismin oksijenle birleşmesinden ibarettir. -25.
12 Deizm (yaradancılık), dünyanın yaratı cısı olarak bir tannyı tanıyan, ama dünyanın daha sonraki gelişmesi üzerinde bu tannnın herhangi bir etkisi oldugunu kabul etmeyen bir din felsefesi görüşüdür. -29.
13 Prusyalılann Sadowa zaferi (3 Temmuz 1866) burjuva Alm an tarihçileri tarafından "kültürün ve e�timin zaferi" olarak ilan edilmiştir. "Sadowa zaferi , Prusyalı öltretmenin zaferidir" diyen ünlü sözü onlar yaratmışlardır. -38.
14 Yunan mitolojisine göre cehennem yargıçlanndan biri, Ze-
71
us'un oglu, Minos'un kardeşi. -38. ıs 325 yılında toplanan İznik Konsili , Roma İmparatorlugunun
hıristiyan kilisesinin ilk dünyasal konsili, tüm hıristiyanlar için baglayıcı olan bir inançlar sistemi hazırlamıştı . Bu sistemin tanınmaması devlete karşı işlenmiş bir suç olarak cezaya neden oluyordu. -55.
16 Albigenzerler, 12. ve 13. yüzyılda Güney Fransa ve Kuzey İtalya'da çok yayılmış, merkezi güney Fransa kenti Albi olan dinsel bir tarikatın üyeleriydi. Bunlar, ticaret ve zanaatla ugTaşan kent i nsanlannın feodalizme karşı protestosunu dinsel biçimde dile getiriyorlardı. Yirmi yıl süren bir savaşla ve gaddarca misillemelerle hareket bastınlmıştı. -55.
17 1688-1689 yıllannda Stuart'lar hanedanının devrilişi gerçekleşti ve krallık iktidan Wilhelm III von Oranien'e geçti . Bu iktidar darbesi , burjuva-kapitalist ilişkilerin yerleşmesine ve bunlann parlamantoya battımlı bir anayasal mimarşi ile güvenceye bağlanmasına yardım etti . -56.
18 1865'te, Louis XIV, Henri IV'ün 1598'de protestanlara tapınm a özgürlügü ve hak eşitliği verdiği Nantes Fermanını yürürlükten kaldırdı . -56.
ıg 187 l'de Prnsya'nın egemenliği altında kurulmuş ve Almanca konuşan bütün ülkeleri kapsamayan Alman İmparatorluğu. -57.
20 "Feuerbach Üzerine Tezler", Marx tarafından, kendisine ait tarihsel materyalizm teorisini, esas olarak tamamlamış ve materyalizmi i nsan toplumunu kapsayacak biçimde genişletmiş oldugu 1845 ilkyazında Brüksel'de yazılmıştır. Engels' e göre bu, "yeni dünya anlayışının dahiyana tohumunun atılmış olduğu ilk belge" idi. (Bkz: K. Marx, F. Engels, Felsefe lncelemeleri, Sol Yayınlan, Ankara 1975, s. 9)
"Feuerbach Üzerine Tezler"inde, Marx, Feuerbach'ın ve ondan öncekilerin m ateryalizmlerinin temel kusurlan nı -edilgin, sezgisel yaklaşımlannı ve insanın devrimci eyleminin, "pratik-eleştirel" eyleminin önemini anlayamamalannı- ortaya koymaktadır. Marx, dünyanın kavranmasında ve değiştirilmesinde devrimci pratiği n oynadıttı belirleyici rolü vurguluyor.
"Tezler", Marx'ın 1844-47 tarihli ve "Feuerbach'a llişkin" başlıklı "Notdefterleri"nde yer almaktadır. Engels "Tezler"i 1888'de yayınlarken, Marx'ın yayınlamayı düşünmediği bu belgeyi okur için daha anlaşılır hale getirmek üzere bazı değişiklikler yapmıştı . Bu ciltte yer .alan metin, Engels'in hasıma hazırladıttı bu metindir; şu farkla ki, 1888 baskısında bulunmayan italikler ve tırnaklar -Marx'ı n .elyazması na dayanılarak- buraya konulmuşlardır. "Feuerbach Uzerine Tezler" başlıtti Marksizm-Leninizm Enstitüsü tarafından konulmuştur. --61.
72
ADLAR DİZİNİ
A
Appien. - MS 2. yüzyılda yaşamış Yunan tarihçisi. Roma Tarihi'nin yazan. - 53.
B
Bakunin, Mihail ( 1 8 14 - 1 876). -Rus devrimcisi, anarşizm teorisyeni. - I R, 40. .
Bauer, Bruno ( 1 809-1 8R2). -Filo1.of ve din konusunda eleştinnen. Once hegelci okulun sag- kanadına katılmıştır. 1 839'da Boıın'a profesör atanmıştır, sonra, sol-hegelcilige dogru kaymıştır ve kısa 7.amanda sol-hegelcilerin başı olarak tanınmıştır. Sinop· lik/erin Inci/ Tarihinin Eleştirisi ( 1 84 1 ) adlı yapıtında Strauss'un lsa' nın Yaşamı adındaki yapıtında savundugu, hıristiyan mitlerinin, ilkel komünal topluluklann bilinçsiz eylemlerinin ürünü olduklan tezini çürütmeye çalışmıştır. Bruno Bauer, tam
73
tersine, mitlerin ilk dört havarinin (evangelistlerin) kişisel türetimleri olduklannı savunur. Prnsya hükümeti tarafından ertesi yıl görevinden alınınca, 1 843 yılından başlayarak birçok siyasal ve tarihsel yapıtlar ve din eleştirileri yayınladı. Bir süre onun dostu ve silah arkadaşı olmuş olan Marx ve Engels. Kutsal Aile adlı yapıtlannda Bruno Bauer'e ve kardeşi Eılgarıl Bauer'e kıyasıya saldırdılar. Bruno Bauer, yaşamının sonuna dogru Bismarck'ın savunucusu oldu. -17. 19, 40.
Bay/e, Pierre ( 1 637- 1 706). -Fransız filozofu. Aralannda, Tarih ve Eleştiri Sözlügü de olan boşinanlarla savaştı gı birçok yapıtın yazandır. - 56.
Bertlıeloı, Pierre·.Eugene-Marcelin ( 1 827 - 1 907). - Ünlü Fransız kimyacısı. Basit cisimlerin yardımıyla organik bileşketerin bileşimi üzerinde sa;ısız çalışmalan ile hemen hemen bütünüyle yaraıııgı gerçek kimyasal mekanigi, yani tennoşimiyi kendisine
borçluyuz. Bertheloı, bilimsel sonınlar üzerinde 600'den fazla inceleme yazısı yayınlamıştır. -33.
B/ane, Louis ( 1 8 1 1 - 1 882). - Fransız yazar ve siy.ııset adamı. 1 840 yılında Emegin Orgiitlendirilmesi adında, sosyalisı çevrelerde ve işçi çevrelerinde büyük bir başan kazanan bir yapıt yazdı. Başlıca tarihsel çalışmaları şunlardır: 1 84 1 'de çıkan On Yılın Tarihi ( 1 830-1 840); 1 847'de çıkan Fransız Devriminin Tari/ri. Louis Blanc sınıf savaşımını reddeder ve toplumun sosyalist dönüşümünü reformlar yoluyla, bu arada devlet tarafından desteklenen genel halk aleiyelerinin örgütlendirilmesiyle gerçekleştirmeyi umar. Louis Blanc, 1 848 Şubat günleri sırasında Geçici Hükümet üyesi oldu ve Luxembourg'da toplanan ve "işçi sorunu"nu çözümlemenin ve işçilerin durumunu iyileştirmenin yollannı incelemekle yükümlü hükümet komisyonunun başında yer aldı. 15 Mayıs kanşıklıklanndan ve Haziran günlerinden sonra Belçika'ya giııi, oradan da Ingiltere'ye geçti. lmparatorlugun çöküşünden sonra Fransaya döndü ve Millet Meclisine seçildi. Genel olarak bütün modem sosyalist hareketlerden oldugu gibi, Komünden de uzak durdu. - 32.
Biiclıner, Friedrich-Kar/-Ciıristian-Lıldwig ( 1 824-1 899). - Alman filozof ve dogabilimcisi. Tubingue Üniversitesinde profesör. Kuvvet ve Madde adında bir kitap yayınlanmıştır. Bu kitapta materyalist savlan savunmuştur ve bu, görevden çıkanlmasına yol açmıştır. Birçok gazete makalesi ve materyalisı kavram ve anlayışları halka indirmek amacıyla birçok yapıt yazmıştır. - 25, 27dn.
c
Ca/vin (Kalven), Jean ( 1 509-1564). -Fransa'da Reform hareketinin başı. 1 534'te prolestanlıga katıldı. 1 540'ta tannbilim dersi vennek Ü7.ere çagnldıgı Cenevre'ye yerleşti, Kilisenin Buyru/t11/arı'nı kaleme aldırttı, ki bunlar Cenevre'yi protcstanlıgın kalcsi yapacaklardı. Bükülmez bir katı lık-
74
la yalnız dogmayı ve tapınışı degil, töreleri de reforma ugrattı. - 56.
D ·
Darwin, Charles ( 1 809-1882). - Büyük Ingiliz bilgini, evrimciligin kurucusu. Evrim fikri Darwin'den önce Lamarck tarafından da savunulmuştu, ama Darwin, Tür/erin Kökeni ( 1 859) adlı kitabında evrimci kavrarnlara sa�lam bir teorik temel veren ilk bilgin oldu. Darwin, türterin evrimini, yaşam savaşımının kendili�inden sürükledi�i dogal seçme ile açıklar. -45, 67.
Descartes, Rene ( 1 596-1650). - Ünlü Fransız filozofu. Avrupa'da sayısız yolculuklar yaptıktan sonra küçük bir Hollanda kasabasına çekildi, ve orada, göreli bir yalnızlık içinde kendini incelemelerine ve felsefe çalışmalanna verdi. 1637 yılında Aklım Iyi Kullanmak ve Gerçegi .!Jilinılerde Aramak Için Yöntem Uzerine Söylev'i; 1 64 l 'de Metafizik Diişiinceler'i; 1 644'te Felsefenin llke!f!ri'ni ve 1 649'da Rıılıtm Tutkuları Uzerine Inceleme'yi yazdı. Descartes, felsefesinde, inceleme zihniyetini, yetkeye boyun-egme ilkesinin karşısına çıkardı . Descartes, o zamana kadar metafizik kendilikterin hüküm sürdügü fiziksel bilimiere do�al yasalar fikri ni sokmuşıur. Onun sistemi anlıkçı (illlellecttıaliste) bir sistemdir. Ona göre, dünya bütünüyle bir fikirler dünyasıdır, bu dünyada her şey evrensel ve zorunlu yasalara göre düzenlenir ve zincirleme birbirine bagtanır. Akıl bizim bilgilerimizin biricik hakemi olarak ilan edilmiştir. -23.
Diderot, Denis ( 1 7 13- 1784). - Fransız filorof yazarı. Ansiklopedi'nin (1 75 1 -1 772) başlıca yaza!:J. Başkaca, Görenler Için Körler Uzerine Mektup'u ( 1749) ya7.dı, bu kitap Vincennes'de hapsedilmesine neden oldu; Doga Çocugu (Piç) ( 1 757), A ile Babası ( 1 758). Rusya'da, Katerina ll'nin yanında (1773) kısa bir süre kaldıktan sonra Kaderci Jacques'ı, Dindar Kadın'ı, Ranıeau'nun Yegentni yazdı.
Diderot, materyalist ve tanrıtanımaz idi. Dogaya boyunegmek, iyilikçi olmak, işte tek ahlaki ödev buydu. -29.
Dierzgen, losep/ı ( 1 828-1 888). - Sepici işçi. 1 864'ten 1 869'a kadar SaintPetersbourg'da bir deri fabrikasını yöneni. Sonra Siegburg'da zanaaıçı olarak yaşadı. 1 884'ten başlayarak da New York ve Oticago'da gazeteci olarak yaşadı . Marx ve Engels'ten t a mamıyla tı:ıgımsız olarak, diyalektik materyalizme yaklaşan hir tıilgi anlayışı geliştir<!_i. Ba�lıca yapıtı Zilıni Çalışmanın Ozii'diir i l !!69). - 43.
1 ·
Feuerbaclı, Ludwig ( 1 804 - 1 !!72). - Materyalist Alman filozofu. Dünya görüşü onu mesleki kariyerini bırakmak ve sıkıntı içinde yaşadıgı köye çekilmek zorunda hıraktı. 1 84 I ' de, açıkça materyalisı olarak kendini onaya k�yduğu ilk yapıtı Hıristiyanlıgın Ozü 'nü yayınladı. Hegcl ile Marx arasındaki zincirin ara halkası olan Feuerbach, gerçekte 18. yüzyıl materyalizminin bütün dargörüşlülük.lerini ve bütün kusurlarını yenileşıinnişıir. -8 - 1 0. 19, 22-25. 27, 28, 30-40, 6 1 , 62.
Friedriclı-IVi/lıelm lll ( 1 770- 1 840). -I 797'den 1 840'a kadar Prusya kralı , Büyük Friedrich'in torunu. lena'da ve Aucrstaedt'da Napolcon tarafından yenilgiye ugratıldığında Tilsit hanş anlaşmasını imzalamak zonında kaldı ( 1 807) ve elindeki devletlerin yarısını kaybeni. 1 8 1 3'tc Napolcon'un aleyhine döndü ve onun yenilgisine katkısı oldu. 1 81 4 Paris antiaşması kayhcıt i · gi devletleri on a geri verdi. l l alk ınıı, 1 8 1 3'te özgürlükleri ve 1 81 5'tc de h ir Anayasa vaat eni ise de Kutsallnifakın baskısı altında sözünü yerine getirmedi. Basin özgürlüğünü kaldırdı, demokratlam zulmeili ve her alanda gericiligi tunu. - l l . 1 5.
Friedrich-Wi/lıt!lm, IV ( 1 795 - 1 86 1 ). -1 840'tan 1 86 J 'e kadar Prusya kralı . Onun tahta gelişi demokratlar tarafından bir kunuluş gibi bckleniyordu. Ama bazı umutlar uyandıran kısa bir
75
süreden sonra kendisinden beklenen anayasayı reddcni . 1 848 devrimi onu boyunegmek zonında bıraktı. 5 Aralık 1 848'de P.rusya'ya bir anayasa verdi. Bununla birlikte, devrimin başansızlıga ugramasından sonra, söz verilen bütün özgürlükleri kısııladı. - 1 7.
G
Gal/e, Jolıann-Gottfried ( 1 8 1 2 - 1 9 10). Alman astronomu, 23 Eylül 1 846'da. Leverrier'nin verdigi tıilgiler sayesinde Neptün gezegenini buldu. - 23.
Grrrlıe, Jolıann Wolfgang ( 1 749- 1 832). -Modem Alnıanya'nın en büyük yazarlarından biri. Pek çok dramın ve nesir biçiminde yazılmış yapıtın yazan: Faust, Wertlıer, ,Hernıann ve Dorotlıte, Willıelnı Meister'in Çıraklık Yılları, lplıigenie. Geethe aynca pek büyük degeri olan bazı bilimsel yapıtlar da ya7mı ştır.- 1 2dn, 1 5 , 26.
Grün, Karl ( 1 8 1 7 - 1 887). - Alman gazeıecisi , Feuerbach'ı n ögreıilisi, "gerçek sosyalizm"in savunucusu oldu. 1 845'te Fransa'da ve Belçika 'da Toplıınısal Jlarelcet'i ya7.dı. 1 848'de Prusya Millet Mecl isi üyesi oldu, orada aşın -solda yer aldı. 1 849'da Prnsya ikinci meclisine seçildi. Pfalz ayaklannıasına "kafaca katıldığı" için tutuklanmış sekiz ay nıahpusluktan sonra salıverilmiştir. Edebiyat, felsefe ve sanat eleştirisi konusunda pek çok yapıtlar vermiştir. - 19. 25dn.
Gui:ot, François ( 1 787 - 1 87 1 ). - Fransız devlet adamı ve tarihçi si. Tarihci Gui zoı. tarihsel materyalizmin kuruculan Marx ve Engels'in en önemli yönlerini ort aya çıkardıklan dikkate değer çalışmalar bırakmıştır. Guiwt, Restorasyon döneminin öteki tarihçileri gitıi. Fransız devriminin burjuva niteliğini anlamıştır. Idealist olmasına karşın Guizoı tarihin devindiricisiniıı devlet degil de sınıf savaşımı olduğunu sczinlemekıen geri kalmamıştır. Başlıca yapıtları: lllgiltere Devrimi Tarihi; Avrupa'da ve Fran· sa 'da Uygarlık Tarihi. Devlet adamı olar.ık Guizol, Louis-Philippe dönemindeki Fransı z hurjuvazisıni şahsın-
da cisimleştiren adam oldu. Eylül 1 847'den Şubat 1 848'e kadar konsey başkanı, işçi sınıfının amansız düşmanı, mali oligarşinin savunucusu. - 49.
H
/-/ege/, Georg-Wilhelm-Friedrich ( 1 770-1 83 1 ). -Alman klasik filozoflannın en büyügü. Başlıca yapıtlan: Tinin Görüngübilimi ( 1 807); Mantıgın Bilimi ( 1 8 1 2- 1 8 16); Felsefe Bilimleri Ansiklopedisi ( 1 8 1 7); Tarih Felsefesi ( 1 837); Estetik Uzerine Dersler ( 1 836-1 838). Zihin ile gerçek arasına bilgi ile varlık arasına aşılmaz bir ayrım koyan Kanı'ın lersine Hegel onları özdeşleştiri r, tepeden tımaga idealist olan Hegel, gerçegin bütün görünümlerinin Mutlak Tinin görünümleri oldugunu kabul eder. Ama diyalektikçi Hegel. Fikri (Idea) kendi hareketi içinde düşünür, bu hareketin yasası çelişki, her türlü ilerlemenin devindiricisi çelişki olmak üzere. Tarih, doga gibi, demek ki Fikrin gelişimidir, devlet bu fikrin en tam biçimini temsil eder; devlet tözdür, yurttaşlar ancak bu tözün birer arazıdırlar. Marx ve Engels, diyalekıigin akla uygun çekirdegini alıkoymak üzere Hegel'in sistemini alabildi[!ine elcştirmişlerdir. Engels'in Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesiliili So1uı'nda açıkladıgı gibi materyalist dünya anlayışına katılan diyalektik, baştan aş;ıgı bilimsel bir nitelik kazanır. - 7, 8, 1 0-29, 34, 35, 41 -48, 5 1 , 53.
Hei11e, Hei11riclı ( 1 799- I 856). - Tanınmış Alman yazarı, Fransa'nın büyük dostu. I 83 I tarihinde Fransa'ya yerleşen Heine, yükselen devrimin ozanı oldu. Marx'a ve en ileri demokrasinin kuvvetlerine katıldı. Baş yapıtı Germania, Kış Masalı'nda Alman işçilerini, bütün insanlara ekmekle birlikte güUer ve defne daUan verecek olan sosyalizm ugruna savaşıma çağınr. Buinunla birlikte 1-lcine, hiçbir zaman kendi bireysel eginimine tamamıyla gem vumıayı başaramaz. -l l .
76
Hobbes, Thomas ( 1 588-1 679). - En büyük Ingiliz filozoflanndan biri . Tan-nbilimcilerin, feodalilenin ideologlannın ıinselciligine karşı olan Bobbes'un materyalizmi, me.�anikçi bir materyalizmdir. Yurttaş Uzerine Inceleme ( 1 642), Leviatlıall ( 165 1 ) adlı kitaplannda Hobbes, ünlü ilkel doga durumu teorisini -insan insanın kurdudur- açıklar. Yalnız rakip iradelerin özgür rızası ile devletin kurulması, bu "herkesin herkese karşı savaşına" bir son verebilir. Böylece devlet, Hobbes'a toplumsal banşın bekçisi gibi görünür. Ona göre, mu ı!ak hükünıdarlık ülküsel (ideal) hü-kümet biçimidir. - 23. .
J-/ume, David (1 7 1 1 - 1 776). - Ünlü Iskoçyalı filozof, iktisatçı, tarihçi. Başka yapıtlar yanında, 1 nsan Dogası U zerille 1 ncelen!f!'nin ( 1739- 1 7 40); Insan Anlayışı Uzeri11e Deneme'nin ( 1 748) yazarı Hunıe'e göre, duyuya dayanan deney bizim bütün bilgilerimizin kaynağıdır, ben, "algılann bir karşılığından" başka bir şey degildir. Böylece, ona göre, nedenin etkiye bağlantısı nesnel bir yasa değil alışkanlık üzerine kurulu öznel bir olunılamadır. Lenin'in Materyaliını ve Anıpiryokritisizm'de eleştirisini yaptı ğı Hume'ün bilinnıczciliği, Kanı üzerinde ve olguculuğun kurucusu Auguste Comte üzerinde derin lıir etki meydana getirmiştir.- 22, 23.
K
Ka11t. Emma11Uel (1724-1 804). - Klasik çagın Alman filozofları arasında en büyüklerinden biri. Başkalan arasında Saf Aklı11 Eleştirisi ( 1 78 1 ), Pratik Ak/111 Eleştirisi ( 1 788). Sonsm Barış Uzeri11e ( 1 795) gibi yapıtiann yazandır. Lenin, Materyaliını ve Anipiryokritisizm'de, Kanı'ın felsefesinin özünde idealizm ile nıateryalizm arasında bir "uzlaşma" olduğu gözlenıinde lıulunur. Gerçekten de, Kanı bizim bilincimiz dışında gerçek bir dünyanın varlıl!ını kabul eder. ama bu "kendinde-şeyler" bilinenıez şeylerdirler. Buna göre, lıilinıin konusu ancak dış görünüşler, "görüngüler"
olabilir. Böylece bilinemezcilikle sınırlandınlmış olan bilim inana açık kapı bırakır. Kanı, aslında, protestanlık içine i şleruniş olan kendi !Öre ve ödev anlayışının da gösıcrdigi gibi dine yeniden saygınlık kazandım. Siyaset alanında ise Kanı, Almanya'nın l iberal burjuvazisinin temsilcilerinden biri olmuştur. Fransız devrimini sempati ile karşılar. Kanı'ın özellikle sürekli ordulann kaldınlmasını, ülkelerin siyasal bagımsı7Jığını, ülkelerin karşılıklı olarak birbirlerinin egemenligine saygı göstermelerini, bir uluslar demeginin yaraı.ılmasını, vb. öneren SoiiSUZ Barış Uzerine adındaki incelemesi, emperyalist burjuvazinin reddeııigi, ilerici bir zihniyeı taşıyan bir yapıııır. Saf bilimsel alanda, Dogamn Evrensel Tarihi ve Güneş Teorisi 'nin yazan olan Kanı, Laplace'ın, bir ilkel bulutsudan başlayarak güneş sisteminin oluşması konusundaki varsayımından önce gelmek gibi bir deger taşımaktadır. - 1 2, 22, 23, 24, 28, 29, 39.
Kopemik [ Laıinceleşıirilmiş ad)yla Copemicus) ( 1473 - 1 543). - Unlü Polonyalı asırononı. Gökkürenin Dönüşleri adlı, içinde yeryüzünün kendi ekseni çevresindeki dönüşünü ve güneşin çevresindeki dönüşünü ıanııladıgı yapıtın yazarı. - 23.
Kopp. Hernıann ( 1 8 1 7 - 1 892). - Alman kimyacısı. Giessen'de, sonra Heidelberg'de kimya dersi verdi. Birçok bilimsel yapıtın yazan. - 33.
L
Lanıare k, Jean-Baptiste ( 1 744-1 829). Fransız dogabilimcisi. Darwin'den önce canlı doganın evrim teorisini fom1üle etmiştir. Ansiklopedicilerin ögreıilisi, Fransı z Devriminin coşkun yandaşı. Ulusal Doga Tarihi Müzesinde profesör olan Lanıarck, Imparatorluk ve Restorasyon dönemlerinde en gerici ayniıkiann kurbanı oldu. Laınan:k, oınurgasız hayvanlar üzerindeki gözlemleri sırasında canlı doganın birligi ve sürekliligi sonucuna vardı. Canlı varlıklar uyduklan koşulların cıkisi alıında biçim degişıirir-
77
ler; kazanılan degişiklikler kalıtıınla geçer. Başlıca yapıtı : Zooloji Felsefesi ( 1 809). - 26.
Lutlıer, Martin ( 1 483-1 546). - Reformun başı. Saksonyalı bir madencinin ogludur, ıannbilim okumuştur ve rahip olmuştur. Onun kaıolik dogmalanna ve papalığa karşı savaşımı, Reform denilen geniş siyasal, toplumsal ve dinsel hareketi başlattı. O, kent burjuvazisinin ve prensierin çıkarlannı temsil ediyordu ve köylülerin başkaldırma hareketine şiddetle karşı -tutum aldı . - 56.
M
Marx, Karl. - 7, 8, 9, 1 8 , 39, 4 1 . Mig net, François-Auguste-Marie ( 1 796-
1 884). - Fransız tarihçi si. Fra/ISız Devrimi Tarihi'nin ( 1 824) yazan olan Migneı, Tierry ve Guizoı gibi burjuvazinin feodallere karşı savaşımını vurgulamıştır. National gazetesinde yazar olarak Burbonlara karşı muhalefet yapmıştır. 1 837'de Fransız Akademisi üyesi olmuştur. - 49.
Moleschott, Johann ( 1 822-1 893). - Hollandalı fizyoloji bilgini. Heidelberg'de, Zurich'de, Turin'de, sonra Roma'da fizyoloji dersi vermiştir. Fizyolojik sorunlar üzerine birçok araştırma inceleme yazısı yazmıştır. Inanmış materyalisııir, ama diyalektikçi degilidir. - 25, 27dn.
N
Napoleon !. - 32.
p
Proıu/Jıon, Pierre-Joseph ( 1 809 - 1 865). Fransız ikıisaıçısı, anarşizm kuramcısı. Proudhon'un Sefa/etin Felsefesi (1 !!46) adlı ki tabı Marx tarafından (Felsefenin Sefalerı'nde 1 847) eleştirilmiştir. - 40.
R
Robespierre, Maximilien-François-lsidore de ( 1 758- 1 794). Fransız siyaset adamı. A rras'da avukat. 1 789'da Mil-
let Meclisine Artois milletvekili oldu. Jakobenlcrin yöneticisid!r. Komün üyesi, sonra da Konvasiyon üyesidir. Jakobcnlerin jirondenlere karşı zaferinden ve özellikle hebeıtçilerin ve dantonculann idam edilmesinden sonra l lalk Kurtuluş Komitesinde devrimci hükümetin politikasını yönetti. Ama kısa zaman sonra, Dagcı, Ovacı bütün düşmanlarının işbirligi karşısında yenik düştü. 3. yıl 10 termidor'da idam edildi. Onun ölümü · gericiligin işareti oldu. -34.
Rousseau, Jean.Jacques ( 1 7 1 2- 1 778). -1 8. yüzyılın en büyük Fransız filozof ve yazarlanndan biri. Felsefede yaradancı, Tanrının varlıgına ve ruhun ölünısüzlügüne inanmış olan Rousseau, ahlak ilkelerinin doguştanlıgını savunur (özellikle Emi/e'e bakınız). lllSanlar Arasındaki fşitsizligin Teme/lerinin Kökeni Uzerine Sövlev ( 1 754) ve baş yapıtı Top/ımı Sözleşmesi, modem demokratik teorinin temellerini atmıştır. Iktidarın kaynagı egemen halktır. yasa genel iradenin i fadesidir. Rousseau'nun burjuva devrimcileri üzerinde, onun ötesinde de işçi hareketi üzerinde etkisi çok büyük olmuştur. - 29.
s
Sclıi/ler, lolıamı - Clıristoplı - Fricdriclı ( 1 759- 1 805). - Ünlü Alman şairi. demokrat, ve yurtsever. Sayıları bir hayli kabank, dramlar, tarihsel ve ldsefi yapıtlar yazdı. Haydutlar, Fiesque Komplosu. Don Carlos. Hollanda Başkaldırrııası, Otuz-yıl Savaşları Tarilıi, Wallenstein, Marie Stuart, Oril•an'/ı Bakire, Messine'in Nişanlısı . Guillaume Tel/, vh .. - 29.
Starcke, C.N. ( 1 858- 1 926). - Danimarkah felscfeci ve sosyolog. - 8, IOdıı. 24, 28-3 1 . 35.
Stirııer, Max ( 1 806 - 1 856). - Gençhegclci lcr grubunun bir üyesi; aııarşinııin bir teorisyeni olacaktır. Der Einzige und s cin Eigentlıum( 1 845) adlı yapıt ında, dinle ve insanseverlikle savaştı ve bireyin kendi özel çıkarından başka bir düıtüsü olmamak gerekt iğini savundu. - 1 8 , 40.
78
Strauss, David-Friedriclı ( 1 808-1 874). - Alman tannbilinıcisi ve edebiyat çısı. Maulbronn papaz okulunda, sonra da Tubingue papaz okulunda tanrıbilim dersi verdi. fsa'mn Yaşamı ( 1 835) adındaki yapıtında kilisenin dogmalarının hıristiyan topluluklannın bilinçsiz ürünü olduklannı gösterdi. Strauss'a göre asıl önemli olan lncil'in anlatılanndaki dış olaylara inan degildir. Ama bizzat insanlıgın kendinde cisimleşen lsa'nın düşüncesidir. Daha sonraki yapıtlan nda, Strauss, tanrıbilim ile baglarını kopardıgını iyice belirtti. Dini, bilimle uzlaştınııak yolundaki bütün iddiasından vazgeçti ve dinin ancak düşünmenin bir alt-biçimi oldugunu gösterdi. Eski ı·e Yeni !nan ( 1 872) adını taşıyan en son kitabında kişi olarak düşünülen bir Tann inancı üzerine kurulu her tür dinin baştan sona yadsınmasım savunur. - 17, 1 9, 40.
T
Tlıierry, Augustin ( 1 795- 1 856). - Fransız tarihçi si. I lkin Saint-Simon'un ögretilisi ve çalışma arkadaşı oldu, sonra 1 8 1 7'de gazeteci olmak üzere ondan ayrıldı. Fikirlerindeki ataklık yüzünden 1 82 l 'de, Courrier Europten 'den çıkarılınca kendisini tümden tarih incelemelerine verdi. Onun tarih anlayışı, savaşını halindeki sınıfların çıkarianna önem verişiyle Thierry'yi tarihsel materyalizmin bir ön habercisi yapt ı. 1 827'de Ingiltere'nin Narmanfar Tarafından Ele Geçirilm�sinin Tarilıi"ni yazdı, sonra 1 835'tcn başlayarak Merovenjiyenler Zama11111111 Anlatı/arı'nı ve 1 850'de Tiers Etcıt'111n Meydana. Gelişinin ve Ilerlemesinin Tarihi Uzerine Deneme'yi yazdı. - 49.
Tlıiers, Louis-Adolplıe ( 1 797- 1 877). -Fransız devlet adamı ve tarihçisi. ll kin, Restorasyon döneminin liberal burjuvazisinin Fransız Devrimi hakkındaki görüşünü açıkladıgı Fransız Drı•rimi Tarihi ( 1 823- 1 825) ile kendini tanıllı. Temmuz devriminin hazırlarıışında ve Louis-Philippe'in kral ilan edilişinde etkin bir rol aldı. Mil-
Jet Meclisine seçildi ve orada ortanın solunda yer aldı. Sırasıyla içişleri, ticaret, dışişleri bakanlıgı ve başbakanlık yaptı. Konsıl/lük Döneminin ve Imparatorluğun Tarihi'ni (1 845-1 869) yazdı. Ve bunda Napoleon l'e yeniden saygınlık kazandırmaya çalıştı. Kurucu Meclisin ve Yasama Meclisinin üyeliklerini yapıı. Orleancı, Cavaignac'ın diktatörlügünden yana oldu. L ouis Napoleon'un hükümet d3rbesi üzerine tutuklandı ve sürgüne gönderildi. Kısa bir süre sonra affa ugradı. Fransa'ya döndü ve muhalefet liderliği yapıı. Yasama organının üyesi oldu. 1 8 7 1 'de MiUet Meclisine 26 ilden seçildi. Hükümetin başına getirildi ve büyük bir zorbalık ve 7.alimlikle 1 87 1 Paris Komüııünü bastırdı. ı 87 l 'den ı 873'e kadar yürütme gücünün başında bulundu. - 49.
V
Vogt, Karl ( 1 8 1 7 - 1 895). - Alman dogabilimcisi. Giessen'dc fizyoloji ve anatonıi hocalıgı yaptı. 1 848 Frankfurt Ulusal Meclisi üyesi olarak beUi bir rolü oldu. Daha sonra Cenı.:vre'de yerleşti . ı 852'de jeoloji, daha sonra da zooloji profesörlügüne atandı. Ma-
79
teryaliznıi ve darvinciliği savunduğu birçok yapıtlan vardır. Karl Vogt bonapartçılığın J.>ropagandacılarındandır. Ve Marx ıle W. I .iebknecht ile, Marx'ın 1/err Vogt adlı broşürü yazmasına neden olan ünlü tartışmalan oldu - 25, 27dn.
Voltaire, François-Marie Arauel ( 1 694-1 778). - 1 8. yüzyılın en büyük Fransız yazarlanndan biri (felsefe, tarih, şiir, tiyatro, ronıan ve masal vb. cinsinden) çok sayıda yapıtın yaı.andır. Başlıca şu yapıtlarını belirtmekle yetinclim. Felsefi Mektuplar ( 1 734), Louis XIV'ün Yiizyılı ( 1 75 1 ), Töreler Uzerine Deneme ( 1 766), Hoşgörü Üzerine Inceleme ( 1763), Fe/s efe Sözliiğü ( 1764 ). Yaradancı Voltaire, Tann fikrinin ahlak için gerekli olduğu inancındadır. Ama o feodal zorbalıgın kalesi olan Kiliseye karşıdır. Voltaire boşgörüsüzlüğe, bağnazlıga, boşinanlara karşı savaşım vemıiştir. Mutlakiyetçiligin ve toprak köleliginin düşmanı olan Voıtaire gene de J . J. Rousseau gibi bir demokrat değildir. O, anayasal ve liberal bir devlet özlemi duyan, ama halkı vesayet altında tutmak isteyen zengin bir burjuvazinin çıkarlanm temsil eder. - 29, 56.
SOL YAYıNLARI Sorumlu Yönetmen: Muzaffer Ilhan Erdost
llhanilhan Iütabevi Bayındır Sokak 23/6 Yenişehir Ankara
• 1
ISBN - 975-7399-01 -9
Top Related